TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Filiz’den kültür atağı

BTA Kurucu Yönetmeni Hayrettin Filiz, 18 yıldır başarı ile yönettiği Tiyatro Atölyesi'nin ardından şimdi de iki yeni kitapla takipçileriyle buluşacak. Filiz’le bunun hakkında güzel bir söyleşi yaptık

Haber Giriş Tarihi: 18.09.2017 07:37
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Filiz’den kültür atağı

ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ

Tiyatro’da 18 yılını doldurmuş ve bunu yaparken de tek bir kuruş destek dahi almayan Bilimsel Tiyatro Atölyesi (BTA) Kurucu Yönetmeni Hayrettin Filiz, takipçileriyle kaleme aldığı iki kitap ile buluşacak.Bugüne kadar çok sayıda dergide ve gazetede makale ve incelemeleri yayınlanan Filiz kitaplarında kendisinin kaleme aldığı 7 adet köy enstitüsü oyununa ve yazarların faşizme karşı yürüttüğü mücadeleyi anlatacak.

Röportajımıza öncelikle sizi tanıyarak başlamak isteriz, kimdir Hayrettin Filiz?

1988  yılında 9 Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık dalından mezun oldum. 22 Mayıs 2000 günü manifestosunu ilan ederek Bilimsel Tiyatro Atölyesi’ni kurdum. 140 civarında oyun yazdım. Türk ve dünya edebiyatından uyarlamalar, özgün oyunlar, biyografi çalışmaları… 2 bin sayfanın üzerinde makalem ve incelemem çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlandı. Halen; ana iş olarak BTA’da yazarlık, yönetmenlik ve tiyatro öğretmenliği yaparken, bir gazetede de köşe yazarlığı yapıyorum.

BTA kavramından bize kısaca söz eder misiniz?

18. sezonu sürdürdüğümüz Bilimsel Tiyatro Atölyesi (BTA), 22 Mayıs 2000 tarihinde Gyula Hay’ın ‘At’ oyunu ile seyircilerine resmi olarak merhaba dedi. Daha öncesinde 3 yıl süren bir kuramsal hazırlık dönemi geçirmiştir. Kuramsal hazırlık Türkiye'de çok popüler yada başvurulan bir kaynak değildir. Ancak bizim inancımıza göre; felsefesi olmayan bir sanat hareketinin yarınla ilgili bir fikride olamaz. Neye inandığını, neyi ret ettiğini bilmeyen bir sanat hareketi hem ömürsüz hem de hedefsizdir. Aktüelin belirlediği bir repertuar ile tiyatro yapmak çok tehlikelidir. Şu an aktüel, arzu ettiğimiz ideal kurallardan uzak diye buna alet olmak bize göre ihanettir. Sanatın öncü kimliğinin tarihi işaretlediğini sadece anın keyfi ile sınırlı kalınamayacağını düşünüyoruz. Sanat öğretmendir. Bir yandan kuşkusuz ki eğlendiricidir de ancak kuşkucu tarafını da bir köşeye itmemek gerekir. Totaliter sistemlerin tamamı sanata uygun değildir. Onların himayesi bize göre sanatın gerilemesine neden olur. Bu anlamda BTA, ilan ettiği manifestosunda şöyle bir ibare vardır: “Çocuğun doğal hareketinin sanat ile şekillendirilip, yarınki hayata hazır hale getirilmesi için kullanılacak, bir örgütlenme aracıdır tiyatro.” Asla bir amaç değildir. Sağlıklı toplumların kurulması için sanat bir dayanışmadır. Aktüel ve teknolojik tuzaklara yakalanmadan ilerleyen bilimden yararlanmayı becermeliyiz. Bugün toplum olarak çöp yaratıklara dönüştürülmeye çalışıyoruz. Doğru olmanın çaresizliği içerisindeyiz. Doğru olduğumuza inancımızın tek nedeni bilimsel verilerdir. Tarihe şöyle bir göz attığınızda ilerici hamlelerin nasıl engellendiğini görürsünüz. Biz BTA olarak, geçtiğimiz 17 yılı güle oynaya geçirmedik. Büyük bedeller ödedik. Hala mücadelemizi sürdürüyoruz. 18.Sezon BTA’nın kurulduğu günden bu zaman geçireceği en zor sezon olacak. Çünkü; cehaletin karşısında bazen tek bir sözcük dahi kuramıyoruz. Ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Dikkat o kadar dağılmış ve ihanet o kadar yasallaşmış ve biz sanattan söz etmeye çalışıyoruz. Kimsenin ilgisini çekmiyor. Oysa ki bir büyük alışveriş firmasının indirimi bizden daha çok dikkat çekiyor. Sanat süreci eksiksiz işletilmesi gereken bir yapı. Bizler en azından bir ilham kaynağı olarak doğru yerde durduğumuzu düşünüyoruz. Bugüne kadar 25-30 bin öğrenci yetiştirdik. Bu yerde 1 milyondan fazla seyirciye ulaştık.

İFADE BİÇİMİ…

Tiyatrodan sonra şimdi yazarlık peki Hayrettin Bey, bu iş nasıl oldu?

Yazarlık bana kalırsa bir ifade biçimi… Özel bir beceri olduğu kesin… Hayatın dışında, hayatın akışına uyum göstermeyen onu tanımayan, dikkate almayan bir kalemin gerçekçi ve kalıcı olacağına inanmıyorum. Ne yazılacaksa sokakta yazılır. İçeri yolculuk yapan yazarları kuşkusuz reddetmiyorum ancak o yolculukta sokaktan tetiklenmektedir. Ben buna inanıyorum. Bir yazar mutlaka hayatın içerisinde olmalıdır. Hepimiz aslında birer potansiyel yazarız. Kimileri bunu ifade etmekte biraz daha hassas davranıyor. Bunda tabi sosyolojik etkenler var ki… Kuşkusuz. Opportunism ile şekil almak muhakkak ki tehlikelidir. Yazar buna muhaliftir. Elbette ki taraf kalemler yok mudur? Ama onların derdi çıkar ilişkisidir.Bu benim ilgim dışında. Evrensel kalemi arıyorsak eğer… Bu evrensel kalemin iktidar ile ilişki kurmaması gerek. Her tür iktidar bir kalemin tehdidir. Muhalefet ilerletir. Muhalefet, doğru bir şey yapıyorsan dahi sana karşı çıkayım değildir. Böyle bir yanlış algı var. Hayatı daha ileriye götürmek için herkesin bakıp, bazılarının o bakılan yerdeki şeyin farklı görmesinden söz edeceksek… Bu yazarın işidir. Bir kazayı herkes görür. Kendince tepkilerini verir. Onu sözleri kullanarak anlatmak, yazarların hüneridir. Bunun içinde diline hakim olması gerek. Şu an dil emperyalizmi altında kıvranan Türkçemizi korumak, korunan dilimiz ile yeni ifade biçimlerini aramak biten bir savaşı başlatmaktan çok rahatsızız. Ağzıma ‘Aynen’, ‘Ne var ki bunda’ gibi opportunismin altın sözcüklerini dolayan sisteme karşı Türkçemize sahip çıkmamız gerek. Başka türlü yazılanların sabun köpüğü gibi olup, üzerine trilyonların harcandığı kitapların… Beş yıl sonra adını dahi hatırlamayacaklar. Oysa ki bugün kalkıp da bir Nazım Hikmet 89 dile çevrilip okunuyorsa, Muzaffer İzgü 12 dile çevrildiyse, aynı gün başka bir yazar öldürüldüyse… Bir çocuğa ünlü bir yazarın ismini sorduğumuzda… Popüler bir mankenin ismini söylüyorsa. Vay bize vaylar bize… Muzaffer İzgü ömrünü harcamış 150 kitap yazmış. Ama bugün bir aktüel mankenin adı altında kaybolmuştur. Bu çok dramatiktir. Oysa ki onun yazdığı kitabı yakın zamanda bu ülkenin en üst eğitim kurumu sansürlemiş, yasaklamıştır. Anlatılan şeyi de okuyanlar bilir. Bir çocuğun acı hikayesidir. Yoksulluk, suç sayılmıştır. Sanki yoksulluk üzerinden örgütlenme olacak. Bunlar çıldırmış.. Korkunun aşılması gerek. Yazar, bu korkuları en aza indirmelidir. Korkuyu ne kadar azaltırsak aşkı o kadar çoğaltırız. Yazarlar, bunu yoğunlaşmasına ve hiç tartışmasız, pazarlık konusu yapmaksızın örgütleyen kişilerdir. Bizim kavgamız her tür korku kaynağına karşıdır. Eğer ki ideoloji halkından yana değilse, iktidar halkına şefkat duymuyorsa kuşkusuz o ‘Halk’ duvarın kenarına sürülmektedir. Yazarlar, burada duvarı çizen adamlardır. Elbette kimse tek başına kalemi ile vatanı kurtaramaz. Çünkü; muhalefet yalan ile saldırmaktadır. Opportunizmin her yönüyle insanları sıkıştırmaktır. Ekonomik tacizkarlık yapmaktadır. Çocuk eğitiminde kepazelikler artık yasallaştırılmıştır. 18 milyon çocuk artık kıpırdayamamaktadır. Çocuklar artık Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci değil darbeci olduğunu sanmaktadır. Kitaplarda bunlar öğretilmektedir. Biz bunu bilip, acı çekmekten başka bir şey yapamamaktayız.

BANA HAYAT VERDİ

Kaç yıldır düşüncelerini kağıda aktarmaktasın?

Aşağı yukarı 35 yıldır yazıyorum. İlk yazdığım şeyler ilkokul yıllarıma rastlamaktadır. Ama bunlar kuşkusuz yazarlık bilinci değildir. Herkes o kadar mutlaka yazmıştır. Ama ben ortaokulu bitirdikten sonra yazarlıkla çokta ilintili olmayan teknik bir lisede okudum. Sert bir liseydi.. Makine lisesiydi. Her şey formülasyon üzerineydi. İçten yanmalı motorlar, termik hesaplar, logaritmalar üzerine bir lise okumama rağmen orada bir öğretmen ile karşılaştım. O da hayatımı değiştirdi. Bu benim şansımdır. Ahmet Ordu… Şu an dört tane kitabı vardır. Ahmet Ordu benim edebiyat öğretmenimdi. Derslerde ben yazı yazardım. Kendisi bunun özel bir kalem olduğunu iddia etti. Ben tabi 13-14 yaşın vahşiliği ile bu durumu ret ettim. Onu görünce kaçardım. Yolumu değiştirirdim. Beni zorla tuttu. Babam ile pazarlık etti. Bana bir hayat verdi. Lise hayatım boyunca 12 yarışmada 13 ödül aldım. Bu nasıl oluyor deme… Bir yarışmada hem birincilik hem de ikincilik aldım.

Tiyatro ve yazarlık nasıl oluyor? Bir ilintisi mi var?

Tiyatro ve yazarlık çok da kombin bir durum değil. Tiyatro sanatın bir başka ifade biçimi.. Bu durum ‘meselden’ başlar. Birçok çeşidi vardır. Tiyatro büyük bir dünyadır. Neyi anlatacağının önceden planlanması gerekmektedir. Bu şey her neyse.. Biz ona ‘metin’ deriz. Dönemin koşullarına muhalefet eder. Bu yönetmenin yorumlama tekniğini tetiklediği gibi oyuncunun aynı zamanda sorumluluk bilincini artırır. Bu durum ‘meselden’ başlar. ‘Doğaçlama Tiyatrosu’ adıyla örgütlenen şeyin ömürsüz olacağını ve çok da kalıcı izler bırakacağına inanmıyorum. Yani 'Söz uçar yazı kalır' diye basit bir söz vardır ya… Bu doğrudur. O yüzden tüm yazarların özel hayatlarını okuyanlar şunu görecektir; hafızana güvenme not al. Her bir yazarın özel not defterleri sergilenmektedir. Bir kaçını ben izledim. Öyle saçma sapan notlar var ki; inanamazsın. Sadece kendileri anlar. Biz ona sinopsis deriz. Not almak çok önemlidir. Arşiv kültürünü geliştirir. Bir yazar not almaz ise belki hafızası ile başarılı birkaç eseri şans eseri ortaya koyabilir. Ama onun ardını yükseltemez. Çünkü; yazarlık süreci birikme ile gerçekleşir. Bir boş kabın damlayan su ile dolmasına benzetebilirsiniz. İlk damlalar her zaman çok gürültülüdür. Zaman içerisinde o ‘Şıplar’ doğallaşır. O gürültülü ses huzur vermeye başlar. İşte bu dolum hali her bir damlanın notlar ile büyük bir okyanus oluşturmasına neden olur. Biz buna ömrün yetmeyeceğini düşünüyoruz. Herhangi bir yazar kendi dönemi içerisinde ne kadar güçlü olduğunu hiçbir zaman bilemez. Çünkü; bir yazar çağı tanımlayamaz. O çağı sahiplenir. Çağlar onları yenemezse ortaya koyduğu şeyler onları çağın üzerine çıkarır. İşte o zaman 'Shakespere'ler ortaya çıkar. Bu bizim düşümüz.

BEN KARŞISINDA BİZ

Şimdi iki adet kitabın çıkacak. Bunlardan bize kısaca söz eder misin?

İki kitap çalışmam önümüzdeki günlerde raflarda yerini alacak. Bu aşamaya geldik. Bir tanesi tiyatro ile ilgili. Diğeri makaleler topluluğu. Birinin adına ‘Faşizmin gölgesinde’ dedik. Bu edebiyat ve faşizm ilişkisi üzerine faşizmin yada tüm totaliter rejimlerin yazarların kaybını ve ölümünü hikayeden çalışmalardır. Bu çalışmalarda dünyanın değişik yazarlarından ele alınmıştır. Dünyayı değiştireceğine inandığım hikayeleri yazdım. Bu hikayelerin içerisinde Adolf Hitler’in ‘Kavgam’ adlı kitabında söz ettiği ‘Mein Kampf’ yani ‘Ben’ teriminden yola çıkması da var. Faşizmin ‘Ben’ ile karşısında bulunduğu ‘Biz’ imgesi de bulunuyor. 25 parça makaleden oluşuyor. 250 sayfa bir kitap. Duvar yayınlarından çıkacak.

Bu hikayeler faşizme direniş hikayeleri midir?

Evet, böyle söylenebilir. Ancak mücadele veren bu  kişilerin hiçbir tanesi kazanamamıştır. Hikayelerin kahramanlarının yüzde 90’ının sonu ölümle bitmiştir. Ancak faşizme direnmeyen insanların bu tarihi yazdığını davet eden bir hikayeye dönüşmüştür. Direnen insanlara selam açan hikayelerdir bunlar.. Bizde Faşizmin hiçbir zaman bitmeyeceğini, faşizmin dönem dönem pusuya çekildiğini asla yok edilemeyeceğini düşünerek kaleme aldık. Faşizmin sadece şekil değiştirebileceğini belirttik. Ortaya ilginç bir şey çıktı. Kitabın sloganında şunu belirttik; ‘Faşizm hiçbir zaman yok olmaz. Pusuya yatar.’ Yarın yine karşımıza çıkacak. Bunu durdurmak için kalbi göğsüne sığmayan insanları çoğaltmak istiyoruz. Bu hikayeler bunu anlatır.

Tiyatro ile ilgili kitabından söz edecek olursan. Bize neler söylersin?

Bir oyunlar kitabı olacak. Köy Enstitüleri üzerine yazılmış 7 oyundan söz ediyor. Tamamı benim tarafımdan yazılmıştır. Türkiye’de yazılmış 7 adet Köy Enstitüsü temalı oyun var. Hepsi bana ait. Bunların adı; ‘Yıldızlara Bakmak’, ‘Güneşli Günlere Dair’, ‘Kazboğan’, ‘Delikanlı’, ‘Hafız’, 'Mehmetçik, Mehmet', ‘Sütlü Keçinin Oğlu Olamayan biri Mamıd Efendi’ sahneye taşıdığımız oyunlar. Bunları kitapta topluyoruz. Türkiye’de kitap okuma oranlarının yüzde 1’in altına indiğini bile bile Tiyatro kitabı basmak hiçbir yayıncının yaklaşmak istemediği bir durum. Bunu anlıyoruz. Bu kitabın bir özelliği konusunda ilk kez yazılmış 7 parçayı bir araya getirmesidir. Hiç kuşkusuz sesim titremeden şunu belirtebilirim ki; benden sonra çok daha güzel oyunlar yazılacaktır. Ben buna inanıyorum. Ama bu kitabın bir başlangıç bir bayraktarlık görevi üstleneceğini istiyorum. Birilerini özendirmek istiyoruz. Merkezi İzmir’de olan Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneğinin yayınlarının altında çıkacak bu kitap… Bu derneğin 21 adet şubesi var. Kuşkusuz bunlar iletilecek. Birilerinin ilgisini çekerse 17 Nisan Köy Enstitüleri Kuruluş Yıldönümü Bayramında Türkiye çapında farklı bir etkinlik ihtimalini artıracak. Biz bunu İzmir'de yapıyoruz. Ancak sınırlı. Bunun belki Türkiye çapında imeceye dönüşmesi için bu kitabın çıkmasını istedik.

Bu oyunlar daha önce sahnelendi mi?

Oyunlardan bir tanesi hariç altı tanesi sahne ile buluştu. 'Mehmetçik,Mehmet' Köy Enstitülerinin Askerlik hikayesini anlattığı üzere çok fazla erkek oyuncuya ihtiyaç var. Büyük bir sahne istiyor. Benim içimde uktedir ki bu oyunu sahne ile buluşturamadım. Diğer 6 oyunu sergiledim. Bu yılda oynayacağım. Konusunda yazılmış ilk kitaptır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.