TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Gurbet: Yollardaki mülteciler

İki fotoğrafçı göç yolunda fotoğrafladıkları Suriyelilerin hayatlarını ‘Gurbet’ adlı kitapta topladı. Fotoğrafçılar amaçlarının, mülteciler konusunda toplumdaki önyargıları kırmak ve yanlış algıyı silmek olduğunu söyledi

Haber Giriş Tarihi: 17.04.2018 06:40
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Gurbet: Yollardaki mülteciler

E. ÇAĞLA GENİŞ-ÖZEL HABER

KODA Fotoğraf Ajansı’ndan Mert Çakır ile Tuncay Dersinlioğlu, Suriye’de süren iç savaştan kaçan ve yeni bir yaşam hayaliyle yollara düşen Suriyelilerin hayatlarını fotoğrafladı. Doğdukları yerleri terk ederek, yeni bir yaşama başlayabilmek için başka ülkelere sığınan mültecilerin göç yolunda yaşadıkları zorluklara tanıklık eden iki fotoğrafçı, çektikleri fotoğrafları ‘Gurbet’ adlı kitapta topladı. Karanlık Oda Yayınları tarafından hazırlanan kitapta yer alan fotoğraflar, mültecilerin sürgün olma, yersiz yurtsuz kalma, vatansız kalma, mülteci olma, sınırda olma, sınırda kalma gibi hakikatlerini ortaya koyuyor. İki fotoğrafçı amaçlarının, mülteciler konusunda toplumdaki önyargıları kırmak ve yanlış algıyı silmek olduğunu söylüyor.

GÖÇ YOLUNDA MÜLTECİLER

Mültecilerin hakikatlerini fotoğraf yoluyla görünür kılma yolculuğuna çıktıklarını söyleyen Mert Çakır, “Suriye’deki iç savaşın ardından büyük bir göç dalgası başladı. Sorun gittikçe büyümeye devam etti ve dikkatimizi çekti. Tuncay ile birlikte farklı bölgelere giderek göç yolundaki insanları fotoğraflamaya başladık. Urfa, Akçakale, Suruç, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, İstanbul, İzmir, Çeşme ve Yunan adalarında çekimler yaptık. Daha çok mültecilerin giriş ve çıkış yaptığı yerlerde çalıştık. Örneğin ben Akçakale’yi çekerken, Tuncay Suruç’u çekiyordu. Bölgeden elimizde çok sayıda fotoğrafla döndük. Ardından bir fotoğraf kitabı yapma fikri aklımızda belirdi” dedi.

BİLMEDİKLERİ BİR DÜNYA

Farklı bölgelerde çektikleri fotoğraflarla mülteci ailelerin hayata tutunma çabalarını anlattıklarını ifade eden Tuncay Dersinlioğlu, “Mültecilerin bu göç yolculuğunu son durağına kadar takip edebilmek isterdik. Fakat işin maddi boyutu vardı. Serbest çalıştığımız için her şeyi kendimiz fonlamak zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla yalnızca Türkiye’ye giriş ve çıkışlarını fotoğraflayabildik. Kitapta 7-8 şehre yayılmış fotoğraflar var. Mert ile aynı dönem ayrı ayrı çalışmaya başlamıştık. Mert, Akçakale’ye gittiyse ben Suruç’taki göçü çektim. Kitapta daha çok Suriyeli ailelerin barınma ve tutunma hallerini gözler önüne seren fotoğraflar var. Ülkeye girer girmez bilmedikleri bir dünya ile karşılaşıyorlar. Onların adaptasyon süreci ve hayatta kalma çabaları var. Sonrasında bir umut, yurtdışına gitmeye çalışmalarıyla ilgili bir bölüm var” diye konuştu.

ÖLÜM KORKUSU İLE KAÇIYORLARDI

Mültecilerin yaşadığı temel sorunlara dair gözlemlerini paylaşan Tuncay Dersinlioğlu, şunları anlattı: “Mülteci olmak başlı başına bir sorun. Herhalde hiç kimse durup dururken kendi hayat koşullarını istemediği bir sebepten dolayı değiştirmek istemez. Buradaki durum biraz daha vahim. İnsanlar ekonomik bir kaygı ile değil ölüm korkusu ile kaçıyorlardı. Dört bir yana kaçan insanlardan bahsediyoruz. Türkiye tarafını gözlemlediğimiz zaman çok zor koşullar var. Devletin göç dalgasının ardından oluşturduğu kamplar vardı. Suruç’taki AFAD çadırı da onlardan biriydi. Ama insanlar daha derme çatma yerlerde kalıyordu. Su, çocuk bezi, sağlık, yemek ve ısınma temel problemleriydi. En çokta çocuklar bu süreçten etkileniyordu.”

VİCDANLARINI MASANIN ÜZERİNE KOYSUNLAR

Gittiği bölgelerde mültecilerin yaşam koşullarını gördükçe müthiş bir üzüntü duyduğunu belirten Tuncay Dersinlioğlu, duygularını şöyle aktardı: “Bir fotoğrafçı olarak onlar için yapabileceklerim çok sınırlıydı. Sürekli tartışılan bir konu var… ‘Bu insanların fotoğraflarını çekince kime ne faydası oluyor?’ diye. Aslında oluyor. Hep mültecilerden bahsediyoruz... Onlar televizyonda, sokakta, gazetelerde bir anlığına gözümüze çarpıyor. Sonra görüyoruz ki trafik ışıklarında cam siliyorlar. Üç saniye durup düşünüyorsun ama sonra unutuyorsun. Ama fotoğraflar gözünün önünde tutmana neden oluyor. Çektiğimiz bu fotoğrafları kitap haline getirme sebeplerimizden biri de bu. Kitaptaki birçok fotoğraf dergilerde, gazetelerde yayınladı ama bir kitap olarak arşiv niteliği taşıyarak yayınlanması insanların tekrar dönüp bakabileceği bir kaynak oluşturdu. Mültecilere önyargı ile yaklaşanlar bu fotoğraflara bakarken vicdanını da masanın üzerine koysun. Acaba bu insanların niyeti gerçekten gelip senin elinden işini almak mı? Ya da hayatta kalmaya mı çalışıyorlar? İnsanlar ölmek üzere… Yiyecek yemekleri, kalacak yerleri, içecek suları yok. Hayatta kalma mücadeleleri söz konusu. Biz bu gerçeği insanlara hatırlatmak istiyoruz.”

KİTAP BİR BELGE NİTELİĞİ TAŞIYOR

Mültecilere dair toplumda var olan önyargılara ilişkin konuşan Mert Çakır, “İnsanların mülteci meselesine bakarken genelde atladığı bir yer var. Onların savaştan kaçtığını unutuyor herkes. Sanki her şey güllük gülistanlıkmış da onlar durduk yere ülkelerini terk ediyormuş gibi geliyor. Kitabın söylemeye çalıştığı şey de bu. Adı üzerinde ‘Gurbet’. Kendilerine ait olmayan bir hayatı seçmek zorunda kalmaları. Sınıra giderken bu olaylar benim ve sevdiklerimin başına gelirsen ne yaparız diye empati kurarak gittim. Kendi aileni sırtında çuvallarla, yollardan zar zor geçerken hayal ediyorsun. Biz foto muhabirler olarak çektiğimiz fotoğrafları ulaştırabildiğimiz kadar yere ulaştırıyoruz. Fotoğraflar ulusal ve uluslararası pek çok gazete ve dergide yayınlandı. Ama onlar popcorn gibi hemen tüketilen şeyler. Bu kitap bir belge niteliği taşıyor. Böyle bir kitabın piyasaya girmiş olması önemli. Öncelikli hedefimiz bu kitabı insanlara ulaştırabilmek. Bu sürece nasıl tanıklık ettiğimizi insanlara gösterebilmek istiyoruz. Buna benzer projelerimiz devam ediyor. Onların da devamını getirebilmek istiyoruz.”

KALICI OLDUĞUNA İNANIYORUZ

Üzerinde çalıştıkları farklı fotoğraf projelerini de önümüzdeki süreçlerde kitap haline getirmeyi istediklerini söyleyen Tuncay Dersinlioğlu, “Elimizdeki binlerce fotoğraf vardı ama kitap için birçoğunu elememiz gerekiyordu. Baskı sürecinde birtakım problemler yaşadık. Ama asıl problemler şimdi başlıyor. Kitabı dağıtabilmemiz gerekiyor. Türkiye’de yayıncılık tekelleşmiş durumda. Bir kitap evine gidip kitabımı satar mısınız diyemiyorsun. Araya dağıtım firmaları giriyor, onlar pay alıyor. Kitap evleri pay alıyor… İnsanlar özellikle sosyal medyada fotoğraflara çok kolay ulaştıkları için böyle bir şeye satın alma duygusuyla yaklaşmıyorlar. Ama biz yine de bunun gibi kitaplar çıkarmaya devam etmek istiyoruz. Bu tip şeylerin çok kalıcı olduğuna inanıyoruz” ifadelerini kullandı.

ÖNYARGI VE KIZGINLIK VAR

Fotoğrafları gören bir kişinin bile yaşanan drama bakış açısının değişmesini bir kazanım olarak gördüğünü dile getiren Tuncay Dersinlioğlu, şunları söyledi: “Mülteciler arasında yüzünün görünmesini ya da kimliğinin açıklanmasını istemeyenler vardı ama genel olarak görünür olmaktan çok şikayetçi değillerdi. Çok insanla oturup sohbet ettim. Kim olduklarını ve nereden geldiklerini anlamaya çalıştım. Aklımıza kazınan çok yüz var. Gaziantep’te bir adamın fotoğrafını çektim. Suriye’de ayakkabıcılık yapıyormuş. Bir sabah bomba sesiyle uyanmış. İki oğlu bombalı saldırıda hayatını kaybetmiş. Bir oğlu da savaşta ölmüş. İki tane küçük kızını yanına alarak Türkiye’ye kaçmış. Bir göz odada oturuyorlardı. Tavanda iki tane kafes vardı. Onları besliyorlardı Kendilerini dahi geçindirecek halleri olmamasına rağmen o odada besledikleri kuşlar vardı. Maalesef toplumumuzda mültecilere karşı önyargı, kızgınlık hatta nefrete varan tavırlar var. Bunlar çok üzücü. İnsan parçası olduğu toplumu böyle görmek istemiyor.”

Yaptığı çekimler sırasında tanık olduğu hayatların birçoğu Mert Çakır’ı etkilemiş olsa da unutamadığı bazı anları şöyle anlattı: “Yunanistan’da bottan inen bir adam cebinden bir poşet çıkardı. Poşetin elinde vesikalık fotoğraflar vardı. Aceleyle onları kurutmaya çalışıyordu. Yanına gittiğimde, ‘Ailemden geriye sadece bunlar kaldı’ dedi. İsmi Ali’ydi. Suriye’de öğretmenlik yapıyormuş. 6 dil biliyormuş. Ondan sonra gelen botta da bir aile vardı. Durumları iyi, aristokrat bir aileydi. Savaştan önce çok güzel bir hayatları varken bir anda her şey tepetaklak oluyor ve siyah bir bot üzerinde denizi aşmak zorunda kalıyorlar... Bunların dışında unutamadığım 4 günlük bebek vardı. Sınırda, tellerin arasında dünyaya gelmiş. Hatta yaşamasından ümidi kesmişlerdi ama o hayatta kalmayı başardı. Orada çektiğimiz fotoğraflar çok işe yaramıştı. Bahsettiğim aileye çok fazla yardım gönderilmişti. Zaten bizi de motive eden en büyük kaynaklardan biri bu. Çekilen bir fotoğraf karesi belki dünyayı değiştiremiyor ama bir insanın hayatını değiştirebiliyor. Ben bu motivasyonla işimi yapıyorum.”

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.