TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

“Kurt yediği kuzulardan ibarettir”

İzmir doğumlu mizah yazarı Ahmet Zeki Yeşil vasıtasıyla tanıştığım, yazar Fatih Balcıoğlu ile öykü kitabı “Şah ve Kuzu” üzerine konuştuk

Haber Giriş Tarihi: 04.12.2017 07:10
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
“Kurt yediği kuzulardan ibarettir”

ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ

Bu hafta röportaj yapacağım kişiyi İzmirli Mizah Yazarı Ahmet Zeki Yeşil aracılığı ile tanıdım. Kendisi genç bir isim. Fatih Balcıoğlu… Okul hayatını İstanbul’da tamamlamış, 2015 yılında Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden 2015 yılında mezun olmuş. Şu sıralar Hatay’ın Yayladağı İlçesi’nde bir sığınmacı kampında Suriyeli sığınmacılara Türkçe öğretiyor. Aynı zamanda da Türk Dili Edebiyatı alanında yüksek lisans eğitimi alıyor. İlk öykü kitabı “Şah ve Kuzu” geçtiğimiz günlerde raflarda yerini aldı. Okur tarafından da yüksek bir ilgi ile karşılandı. Yazarımızın öykü ile tanışmasının ilginç hikayesi bulunuyor. Bunu röportajımızda kendisi anlattı. Genç yaşlarda öyküyü hissetmiş bir isim… Ayrıca yeni kitabının da 2019’da raflarda yerini alacağının müjdesini veriyor.

Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?

1992 İstanbul doğumluyum. Hataylı bir babanın ve Selanikli bir annenin ilk oğluyum. Zaten topu topu iki erkek kardeşiz. Okul hayatım İstanbul’da geçti. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden 2015 yılında mezun oldum. Şu sıralar Hatay’ın Yayladağı İlçesi’nde Suriye sınırının sıfır noktasındaki bir sığınmacı kampında Suriyeli öğrencilere Türkçe öğretiyorum. Aynı zamanda Mustafa Kemal Üniversitesinde Yeni Türk Edebiyatı alanında yüksek lisansıma devam ediyorum.

YAŞADIKLARI YAZMAYA YÖNELTTİ

İlk defa kaç yaşlarında öyküyü hissettiniz?

Bizim gibi çoklu düşünen Doğu toplumları öyküleri çıkardığı kıssadan ibaret sayarlar. Dikkat ederseniz birine öykü yazdığınızdan bahsederseniz ilk soracağı soru “Ne anlatıyor?” olur, nasıl ile ilgilenmez. Değişen küresel köyde tabi ki artık bundan bahsetmek oldukça zor. Anlaşılan o ki ben de 17 yaşlarında toplumumuz gibi bakıyordum ki o yaşlarda başımdan geçen iki olay beni düşünmeye itmişti ya da iyi ki zorlamıştı. 14 yaşında ortaokulu bitirdim ve iş hayatına sokuldum. Babama göre adımı bile zor yazan bir insandım. Babamın yanında ayakkabı imalathanesinde çalışmaya başladım. Düşününce bile kafamda siyah bir çukur açılır, gerçekten çok zordu. Özellikle genç arkadaşlara anlatmakta zorlanıyorum, çünkü sabah 8 akşam 11 arası çalışmanın somut bir karşılığı olmuyor. Tasavvur etmekte zorlandıklarını görüyorum. Aradan bir yıl geçti, ramazanın ilk gününde oruç tutuyorum. Ayakkabı imalathanesini bilenler bilir, aynı tezgah etrafında çalışırsınız. Doğrudan ya da dolaylı şekilde etkilersiniz birbirinizi. Herkeste oruca alışamamanın gerginliği hissediliyordu. Karşımda çalışan 27 yaşlarında birisi vardı, adı Yasin. Dün gibi hatırlarım, onu hiç sevmezdim ve ramazan olsun ya da olmasın olağan bir gerginlik birbirimizin özelinde barındırırdık. 14-15 yaşındaki birine göre gereksiz bir asiliğim vardı, doğru. Ancak iyi ki diyorum. Orada Yasin abiyle birbirimize girmesek iki gün sonra açılan okula girme için bir sebebim olmayacaktı. O kişiyle daha sonraki yıllarda karşılaştım ve “abi hayatın boyunca bir iyilik yaptın, o da bana denk geldi be” diye takıldım. Hafif kızmakla beraber gülümsedi. Öteki olayı 17 yaşında yaşadım. Henüz lise ikinin başındayız. Öyle bir serseri tipolojisi çizmişim ki sınav günü yanımdaki arkadaşım bile benden ümidi kesmiş. İlk sınavımız İngilizce ve ben sınavı beş dakikada bitirdim. Arkadaşıma döndüm “bakabilirsin, hatta bak bak. Sen de yüksek al” dedim. Bakışını unutamıyorum. Tahmin edersiniz, tabi ki kağıdıma bakma tenezzülünde bulunmadı. Ama beni etkileyen olay bundan sonra gerçekleşti. Sınavlar açıklandı, ben 100 aldım. Şirin isimli bir arkadaş, hayatımı etkileyen o cümleyi kurdu: “Fatih bile 100 aldı.” Evet, bile. Uyumadan önce kulağımda çınlardı. Bile, bile, bileeeee… Herhangi biri konuşurken “bile” kelimesini kullandığında ona ters ters bakardım. Algıda seçicilik. Bu iki olay benim hayatıma şekil vermemde çok önemliydi ancak daha önemlisi öyküye yönelmemde etkiliydi. Şiire ilgiliydim, şiirin içindeki kaos benim hayatla bağlantı kurmamda kolay oluyordu, öykü ise tamamen ütopya gibi geliyordu. Bu iki olay somut bağlantılar kazandırdı, tam anlamıyla hissettim öyküyü. Acı da olsa.

Kitaplarınızı ortalama ne kadar sürede tamamlıyorsunuz?

Tabi ki kitaptan kitaba değişeceğini söylemekle beraber, sistemli bir şekilde 1.5 yılın ideal olduğunu düşünüyorum. Hastalığa uzanan bir mükemmeliyetçilik fikriniz varsa 1.5 yılı aklına gelen ilk sayıyla çarpabilirsiniz. Ama unutmayalım ki biz mühendis değiliz.

ZOR OLAN İLK ADIMI ATMAK

Yazmaya nasıl başlıyorsunuz?

Vikings dizisinin bir bölümünde İngiltere Kralı oğlunu Vatikan’a bir nevi hacca gönderecekti. Yanındaki rahip çocuğun kulağına eğilip şöyle demişti: “Unutma ki en zor adım, ilk adımdır.” Yazıda da öyle olduğunu düşünüyorum. Başlamak kimi zaman aylarınızı alabilir, benim için en zor süreç diyebilirim. Sahneler olabildiğince uzun uzun oynar kafamda, bilgisayarı kucağıma koyduğumda ellerimin yazıya gitmesi otomatikleşinceye kadar o bilgisayar açılmaz. İçimdeki ses “Hadi, şimdi tam sırası!” dediğinde her şey tamamdır.

Sizce yazmak bir yetenek işi midir yoksa öğrenilebilir bir durum mu?

Hiçbir şey saf bir şeyden oluşmaz. Çevremde muhteşem yetenekli onlarca insan tanıyorum ama çalışmadıktan sonra bunun hiçbir anlamı yok. Yetenek, tam bir keskin bıçak. İşlersen dâhi olabilirsin, işlemezsen hiçbir şey. Avrupa’da öğretilen şablonlarla çok kolay romanlar yazılabilir ancak bu bir süre sonra birbirine benzeyen yığınlar sürüsü bulabilirsiniz. Çalışmazsanız yeteneğinizi ortaya çıkaramazsınız, bu terazide her zaman çalışmak öne çıkar.

“ŞAH VE KUZU”

Biraz bize kitabınızdan bahseder misiniz?

Şah ve Kuzu, Ekim 2017’de çıktı. İlk kitabım. Demin bahsettiğim zehirleyen bir mükemmeliyetçilik tarafından kendimi oyaladım yıllarca. Sonunda kitabı çıkartarak iyi bir karar verdiğimi düşünüyorum. Kitaba gelirsek psikolojiye yasladım kitabımı. Dilsel sapmalarla olabildiğince boşluk bırakmaya çalıştım. İleride yapacağım şeylere dair tohum attım okuyucunun zihninde. Geri dönüşlerin harika olması ne kadar doğru bir iş yaptığımın teminatı oluyor şahsım adına.

Türk insani sizce yeterince okuyor mu?

Bence insanımız yeterince okuyor. Ama okuduğu şeyler faydalı olmasının aksine zararlı. Önemli olan nicelik değildir, niteliktir. Janjanlı kapakların altındaki yazıcıklar gelişmeye ve değişmeye bir katkı sağlamaz. Hiçbir toplum 17 yaşındaki yazara 100. baskı yaptırtarak bir yere gelememiştir.

YENİ KİTAP 2019’DA

Hedef ve projeleriniz nedir? Yeni bir kitap yolda mı?

Yeni kitabımı aksilik olmazsa 2019 yılına saklıyorum. Hedefim dünya ile aynı çizgide ilerleyebilmek, biz de buradayız dedirtebilmek ve İngilizce öykü yazmak. Dünya modernizmi bıraktığı sırada biz modernizme geçtik, postmodernizmi bıraktığı sırada postmodernizme geçtik. Şahsım adına bunu kabul edilemez buluyorum.

Türkiye’de bir kitap yayınlamak zor mu? Yayınlanacak bir kitap ne gibi süreçlerden geçiyor?

Açıkçası kitap yayımlamanın dünyanın en kolay işlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Şu an yalılarda oturan her bireyin not defteri gibi bir kitabı çıkıyor, sebebi basit çünkü paraları var. Yayınevlerinin içindeki durumu bildiğim için belli bir yere kadar hoş görebiliyorum ancak ülkemizin okumuş aydın kesiminin bir nebze “Ne yapıyorsunuz?” demesi gerekiyor.

YAKLAŞIM ÖNEMLİ

Yazdığınız bir kitabi şu yayın evinde yayınlamalıyım diye nasıl karar veriyorsunuz?

Yazdığım türün -örneğin öykü o yayınevinde ne denli etkili olduğuna bakıyorum. Editörlük yaklaşımları, kitabınızı sahiplenişi, yayın kurulunun edebiyata bakış açısı, kitap yayımlama konusundaki seçiciliği ve geleceğe dair projeleri çok önemlidir.

Bir yazarın, yazdığı kitaplar ile yaşamını idam ettirmesi sizce mümkün mü?

Kesinlikle mümkün değil. Mesela birine kitabınızı hediye ediyorsunuz, sizi yayıneviyle karıştırıyorlar, satışlar nasıl falan diyorlar. Bana çok komik geliyor ve bir o kadar da aşağılayıcı. Bir gün avazım çıktığı kadar bağıracağım. Yazarlar sattığı kitaplardan para kazanmıyor, iyi niyetli insanları anlayabiliyorum ama bu düğünde takı takmakla eşdeğer bir tutumla algılamalarını gerektirmiyor.

“İÇSES BİR FORMDUR”

Eklemek istedikleriniz nedir?

Gençken yapılan en büyük hatalardan biri, ilham ya da içses denilen şeye fazla güvenilmesi. Bu hata yerleşik bir hal alıyor, çevremizdeki kişilerde de görüyoruz. İçses bir formdur. Unutmayalım ki form geçicidir, klas kalıcı. Kendimizde kalıcı şeyler yaratmanın temel unsuru çalışmaktır. Edebiyatta çalışmak, okumakla eşdeğer unsurdur. “Okuyalım, okuyun, ne olur okuyalım, el ele tutuşalım okuyalım” nidaları kuru gürültü. Benim okumadan kastım iyi okumalardır. Bir kitap sizi çarpmıyorsa zaman harcamayın, onu bırakın. Hayatta çevremizdeki insanların bizden bilgi bakımından daha yüksek bir yerde olduklarına dikkat edelim. Kimimize zor gelebilir, alışması meşakkatli bir iştir. Ancak aksi takdirde gelişmemiz gecikebilir, bunu unutmayalım. Yazarlık modern gençliğe uygun mu bilmiyorum, çünkü günümüzde al-ver daha hızlı oluyor. Şarkı okuyorsunuz, alkışlıyorlar ya da yuhluyorlar. Bakkala giriyorsunuz, para veriyorsunuz ekmeği alıyorsunuz. Bu böyle bir şey değil. Doktorluk ya da mühendislik gibi tavsiye edilen bir şey de değil. Mücadele edeceğiniz çok şey olduğunu bilmenizle birlikte en başta kendinizle mücadele edeceğinizi de bilmenizi isterim. Bunun için de olabildiğince objektif öz değerlendirme yapın. Korkmayın, sadece aptallar fikir değiştirmez.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.