TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Okumaya doymuşluk yazmaya yönlendirdi

Yazar Selma Sayar’la yazarlık ve kitapları hakkında söyleşi gerçekleştirdik. Sorularımı tüm içtenliğiyle cevaplayan Sayar, yazma eylemine nasıl yöneldiğini, araştırmalarını, yazma sürecini ve geldiği noktayı anlattı

Haber Giriş Tarihi: 25.09.2017 07:21
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Okumaya doymuşluk yazmaya yönlendirdi

ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ

Yazar Selma Sayar, İzmirli Karikatürist Ahmet Zeki Yeşil aracılığıyla tanıştığım bir isim… Kendisi geçtiğimiz yıllarda ‘Sırça Sarayın Serçeleri’ adlı kitabını yayımladı. Kitap, Mühür Yayınları’ndan çıktı. Oldukça da ilgi gördü. Kalabalık bir ailenin kızı olan Selma Sayar, gençlik yıllarını okumakla geçirdi. Halen bu eğilimini sürdürdüğünü belirten yazar, “Günlerce, aylarca hatta yıllarca kitapla kurduğum bağ böyle şekillendi. Bu şekilleniş zamanla yazma eylemine yöneltti” dedi.

Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?

1974 Antakya Nahırlı doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Antakya’da tamamladım. 1995 yılında Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdim. Yıllardır Türkçe Öğretmeni olarak çalışmaktayım. Eleştiri alanında yüksek lisans yaptım. Lacivert ve Amanos dergilerinde öykü ve kitap tanıtım yazıları, Radikal 2’de deneme türünde pek çok yazım yayımlandı. Kitapeki.com adlı edebiyat sitesinde kitap tanıtım yazıları ve Belçika’da iki dilde basılan ve dört ülkede satışta olan Akrostiş adlı dergide yazılarım yayımlanmaktadır. Evliyim, Anıl ve Onur Ilgaz adında iki oğlum var. İlk kitabım Sırça Sarayın Serçeleri geçtiğimiz yıllarda yayınlandı.

Yazar olma süreciniz nasıl gelişti, hikayeniz nedir?

Çocukluğumdan beri okumaya çok meraklıydım. Ne bulursam okurdum: masal, hikaye, roman, şiir, anı... O zamanlar ağalık sistemi vardı. Biz de kalabalık bir aileydik ve ağanın yanında icardık. Ağanın çok geniş toprakları vardı. Yıl boyunca o topraklar ekilecek, sulanacak, sürülecek, gübrelenecek. Sebzeler, meyveler toplanıp ağaçlar budanacak. Günlerce, aylarca bitmeyen işler yüzünden ben toprak anaya küsmüştüm. Ne zaman bağa, bahçeye gidilecek olsa ben evde bulunan bir sedirin altına elimde bir kitapla girer, yokluğum fark edilinceye kadar okurdum. Tabi bu fark edilme hep azarla sonuçlanırdı. Veya o iki göz evde herkes yatınca, kardeşlerimi rahatsız etmemek için kitabımı alır, küçücük mutfağımızda eski bir dolabın kenarına ilişir, okumalarımı orada yapardım. Bu eylem babamın ibadetini ifa etmek için sabaha doğru kalkmasıyla ve beni kitabımın üzerinde uyurken bulmasıyla son bulurdu. Günlerce, aylarca hatta yıllarca kitapla kurduğum bağ böyle şekillendi. Bu şekilleniş zamanla yazma eylemine yöneltti.

YAZMAK BİRİKİM GEREKTİRİR

Sizce yazmak bir yetenek işimidir yoksa öğrenilebilir bir eylem midir?

Yazmak yetenek, birikim gerektiren ciddi bir iş. Sürekli kendinizi beslemek durumundasınız. Bu da zaman ayırmayı, bol okuma yapmayı gerektirir. 10 yıldan beri zaman zaman sekteye uğrasa da- yazmaya devam eden biri olarak daha bu alanda kendimi çok toy görüyorum. Yazmak dış dünyayla, insanlarla kuramadığım iletişimi sözcüklerle kurmaktır benim için… Beynimin bir yerlerinde sözcükler dans eder adeta. O anda “İşte yazmanın tam vaktidir” derim. Sarılırım kaleme, kağıda. Kimi zaman bir tutukluk yaşarım, bir türlü bulamam doğru sözcüğü. O anda bir şeylerini kaybetmiş birinin mutsuzluğuna bürünür, kendime küserim. Ama bir de işler yolunda gitmiş ve istediğim kıvamı yakalamışsam değmeyin keyfime.

Yazar olma süreciniz nasıl gelişti, hikayeniz nedir?

Yazan her insanı yazmaya iten elbette birçok neden vardır. Benimkisine “okuma doygunluğu” diyebiliriz. Okumama alışkanlığının bir sorun olarak görülmediği bir toplumda yaşıyoruz. Henüz daha ilkokulda iken bile annemiz, babamız ya da aile büyüğümüzden birisi, elimizde bir öykü, roman, şiir kitabı gördüğünde “bırak o kitabı, dersine bak” uyarıları yapardı. Oysa okulda, derslerde başarının yolunun; okuyarak, çok okuyarak, etrafımızı, ülkemizi ve dünyayı anlamadan, algılamadan, sorma ve sorgulama yetisi kazanmadan ve düşünsel özgürleşmeyi kazanmaktan geçtiğini anlayamadık ve de anlatamadık. Bu olumsuz sonucun temel nedeni, eğitim sistemimizin bizatihi kendisidir. Bu anlayışın ve bu sistemin egemen olduğu bir sürecin içinden, ağırlıklı kendi çabasıyla, biraz da bazı öğretmenlerinin yönlendirmesiyle çıkarak, üniversitenin özellikle Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okuyarak, “edebiyat eleştirisi” üzerine de yüksek lisans yaparak yazma yolculuğuna başlayan şanslı insanlardan biriyim… Çocukluğumda ve gençliğimde kitap elime tutuşturulmadı. Öğrenmeye aç ve meraklı kişiliğim, kitaba ulaşma yollarını aradı ve buldu. Çoğu zaman da bulduğum kitapları, geceleri masa altlarında saklanmak zorunda kalarak okuduğumu hiç unutamıyorum. Yani kısaca söylemem gerekirse; çok okuma, okuyarak, okuduğu kitabın niteliği ile ilgili özgün bir düşünce oluşturma, okuduğu her şeyi beğenmeme seçiciliği kazanma, “ben daha iyi yazarım” düşüncesinin uç vermesi ve özgüven gelişimi, beni yazmaya iten sürecin başlıca nedenleridir diyebilirim.

HERŞEYİN BAŞI ARAŞTIRMA

Kitaplarınızı ortalama ne kadar sürede tamamlıyorsunuz?

Aklımdan geçen önemli bir konuyu, ya da düşünceyi kitaba dönüştürme kararı almam, sürecin ilk adımını oluşturur. Yapıtın türünü roman mı, öykü mü, şiir mi, deneme mi, vb. belirlemem araştırma yapmam, notlar almam, aslında kitap yazmaya başlamam demektir. Sonra ciddi bir yoğunlaşma süreci bekler beni… Özellikle bu konuyu başka işleyen ya da anlatan varsa, onların nasıl işlediklerini ve anlattıklarını incelerim. Tekrara düşmemek ve yaratıcılığı yakalamak için “ben nasıl anlatmalıyım?” sorusunun yanıtlarını arar ve bulurum. Yol haritamı belirleyerek tarihsel bir takvim planı yaparım, ama bu sürecin kaç gün, kaç ay, ya da kaç yıl olacağını içinde yaşadığım koşullar belirler. Ayrıca cinsiyetçi bir toplumda yaşamanın zorlukları ve ek sorumlulukları işin bir başka boyutu. Aslı Erdoğan bu konuda, “Bir yazar için iki ayrı sınıflandırma vardır. Kendi ülkenizdeyseniz ‘yazar’ ya da ‘kadın yazar’ sınıfındasınız” diyerek cinsiyetçi bir yaklaşımın var olduğu önyargıları vurgular. Yani ben bir kadınım, işim, eşim, çocuklarım ve ev sorumluluklarım var.

Yazmaya nasıl başlıyorsunuz?

Elbette yazacağım tür ve konu ile ilgili araştırma, inceleme yapar, önemli notlar alır, özgün dilimi yaratır ve yazmaya başlarım. Bazen bir günde 20-30 sayfa yazarken, bazen de bir ayda birkaç sayfa bile yazamam!

Sizce yazmak bir yetenek işimidir yoksa öğrenilebilir bir durum mu?

Bu soru, özlü bir söz olan, “Başarının yüzde biri hüner, yüzde doksan dokuzu terdir” özdeyişini anımsattı bana. “Çok yazmak istiyorum, ancak yazamıyorum. Çünkü yetenek yok bende!” sözü, ne kadar sorunlu ve önyargılı bir söz ise, “Ben oldukça yetenekliyim. Zaten bende doğuştan yazarlık yeteneği var, dolayısıyla çok çalışmama gerek yok!” sözü de aynı oranda sorunlu ve önyargılı bir sözdür. Bu iki sözün yerine, “Yeteneğin varsa, çalış ki ortaya çıksın. Yeteneğin yoksa çalış ki, çalışma, yeteneğinin yerini alsın” sözünü tercih edenlerdenim… Elbette yetenek önemlidir. Yaşamak da önemlidir. Ama okuma, çok okuma, anlama, eleştiri ve özeleştiri yeteneği kazanma, çalışma, emek ve sabır, çok daha önemlidir. Ünlü yazarların gerçek yaşam öykülerine baktığımızda bütün bu değerlerin önemini görebiliriz. Hiçbir yazar ilk yazdığı ile şöhreti yakalamamıştır. Yılmaz Erdoğan bir söyleşide, “İlk tiyatro oyunumu sahneye koyduğumda, 10 bin sayfalık bir yazı geçmişim vardı” diyerek, emek, sabır ve çalışmanın önemine vurgu yapmıştı. Yani yeteneğe evet, ama yetenekli olup da yeteneğini fark etmeden göçüp giden insanların olduğunu asla unutmamak gerekir. Önemli olan yeteneği, bir kuyumcu duyarlılığı ile işleyerek ortaya çıkarabilmek ve üretime dönüştürebilmektir. Bu kural, yaşamın her alanında olduğu gibi yazarlıkta da geçerlidir.

YAZMAK BİR İFADE BİÇİMİ

Yazdıklarınızda kendinizi yansıtıyor musunuz?

Yazmak, tabi ki biraz da yaşadıklarını anlatma ve paylaşma gereksiniminden doğar. Paylaşabilecek değerlerin, değerlerini anlatabilecek bir fikrin varsa,yaşıyorsun ve yaşadıklarını anlatma ve paylaşma gereği duyuyorsundur. Yani bir başka ifadeyle yazmak; aslında benim için anlatmaktır. Anlatmak ise yaşadığımı kendime ve topluma bir biçimiyle duyumsatmaktır. Dolayısıyla her yazarın yazdıkları, biraz da kendini yansıtır. Ben de yazdıklarımda edebiyatın inceliklerini ve imgelerini kullanarak, elbette birazcık kendimi yansıtırım.

Birazda bize kitaplarınızdan söz eder misiniz?

Uzun yıllar çeşitli gazetelerde köşe yazıları yazdım. Edebiyat dergilerinde kitap tanıtımı ve eleştiri yazılarım yayımlandı. Televizyonlarda ve radyolarda programlara konuk oldum. İlk kitabım olan “Sırça Sarayın Serçeleri” 2015 yılında Mühür Yayınevi tarafından yayımlandı. Şimdilerde öyküler ve öykü dilinde mektuplar yazıyorum. Yılbaşından hemen sonra kitabı okurlara ulaştırmayı, okurlarla buluşturmayı hedefliyorum.

OKUMUYORUZ

Türk insanı sizce yeterince okuyor mu?

Bu soru çok sorulan ve yanıtı apaçık bilinen bir sorudur. Evet, okumuyoruz. Ama neden okumadığımızdan çok, bunca eğitim yanlışlıklarına, kitabı silahla eşdeğer gibi tehlikeli gören bir anlayışın hala varlığına, televizyon ve ileri teknolojinin yaşamımızı nerdeyse esir almışlığına, yazı dilinden ziyade konuşma dilini sevmemize, e-posta, whatsapp, instagram, facebook, messenger gibi sosyal medya esareti karşısında “Neden Okuyalım ki?” sorusu bence daha anlamlı bir sorudur! Ben tersinden düşünerek, “İyi ki bu kadar okuyoruz” diyorum.

2018 ÜRETİM YILI OLACAK

Hedef ve projeleriniz nedir? Yeni bir kitap yolda mı?

Önceki sorunuzda bunun yanıtını vermiştim. Şunu da eklemeliyim: 2018 yılı benim için üretimde güzel bir yıl olacak. Elimden geldiğince, Türkiye’nin değişik illerinde ki kitap fuarlarında, okurlarla buluşmanın keyfini ve heyecanını yaşamaya çalışacağım.

Türkiye’de bir kitap yayınlamak zor mu, yayınlanacak bir kitap ne gibi süreçlerden geçiyor?

Biraz para harcamayı göze alırsanız kitap yayımlamak zor değil. Temel ve en önemli sorun, bin bir emek ve özveriyle yarattığınız ve basımevinden çıkmış olan yapıtınızın, dağıtım sorunudur. Yani zor olan, okur ile buluşmaktır. Hazırladığınız kitabı dosya halinde yayınevlerine gönderirsiniz. Yayınevlerinin editörleri dosyayı inceler, kaç adet istediğinizi sorar, basım fiyatını söyler, gerisi size kalmıştır. Kabul ederseniz, ilgili kurumlardan ISBN ve bandrol alınarak baskıya girer. Yayınevi açısından tanınmamış bir yazarın kitabının satış olasılığı çok zordur. Bu nedenle kitabın bütün giderleri yazara yüklenir. Ünlü yazarların kitapları ise yayınevleri tarafından satın alınır.

Yazdığınız bir kitabı “şu yayın evinde yayınlamalıyım” diye nasıl karar veriyorsunuz?

Yayınevlerini biraz araştırmak gerekir. Hangi kitapları basmış, nasıl çalışıyor, dağıtım işlerini nasıl yapıyor, yazarlarıyla hangi kitap fuarlarına katılıyor? Gibi soruların yanıtını araştırmalarınız sonucu netleştirmeniz gerekir. Ben kafamda bu soruların karşılıklarını bulduğum ve ikna olduğum yayınevinde karar kılıyorum.

TANINMIŞ DEĞİLSENİZ İŞİNİZ ZOR

Yayın evleri bir kitabi yayımlarken nelere dikkat etmekte?

Doğrusu ünlü, tanınmış, dolayısıyla kitabı satan bir yazar değilseniz, yayınevinin istemiş olduğu basım ve diğer ücretleri vermeniz yeterli. Yayınevi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğünden ISBN numarasını, bandrolünü alır. Kapak tasarımını, düzeltmeleri ve diğer işlemleri yapar. Yazarın onayından sonra matbaaya basım için gönderir. Ciddi ve büyük yayınevleri, tanınmış yazarların kitaplarını telif hakkı sözleşmesi imzalayarak, basım ve diğer giderlerini karşılayarak ve satıştan yazara telif ücreti ödeyerek basar. Bazen de yayınevi editörleri, yazar tanınmış olmasa da dosyayı inceler. Kendi ölçülerine göre “değerli” buldukları ve iyi bir reklamla satış yapabileceklerine inandıkları yapıtı, bütün giderlerini kendileri karşılayarak basabilirler. Yani yayınevleri kitabın edebi değeri kadar, ticari satışını düşünerek karar verirler.

Bir yazarın, yazdığı kitaplar ile yaşamını idame ettirmesi sizce mümkün mü?

Kitap yazmak, bir kitabın yazarı olmak toplumsal bir saygınlık kazandırır kişiye… Yazar da bundan memnuniyet duyar, keyif alır ve mutlu olur. Bu işi yazarların büyük çoğunluğu hobi olarak düşünür. Ülkemizde kitap yazarak para kazanıp, geçim sağlamak bilinen bir yazar değilseniz çok zordur. Ama elbette olanaksız değildir. Edindiğim bilgiye göre bir yayınevine ortalama bir ayda ondan fazla dosya geliyormuş. Bu dosyaların ancak yüzde 10’u yayımlanabilecek nitelikte bulunuyormuş. İşinizde ne kadar yetkin olursanız olun, kitap yazmak konu olduğunda insanlarda çocuksu bir heyecan oluşur. Yazar, mesleğini basımı yapılmış kalıcı bir yapıtla taçlandırmış olur. Yazdığı kitapla para kazanamasa da yayınevinin katıldığı kitap fuarlarında okurla buluşmanın, kitabını imzalamanın mutluluğunu yaşar.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.