TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

İzmirli Mandela

Yalçın Yanık, Osmanlı döneminde köle olarak getirilen Afrikalıların torunlarından sadece biri. O’na ‘İzmirli Mandela’ denmesinin sebebi ise mültecilerin ve ihtiyaç sahibi herkesin yardımına koşması

Haber Giriş Tarihi: 11.11.2017 07:34
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
İzmirli Mandela

SULTAN GÜMÜŞ / ÖZEL HABER

Dedeleri Osmanlı döneminde köle ya da hizmetli olarak İzmir’e getirilen ve kendisini Afro-Türk olarak tanımlayan Deri, Kundura ve Tekstil İşçileri Derneği Başkanı Yalçın Yanık, Suriyeli mültecilerin gıda, giyecek, barınma, ayakkabı, eğitim ve sosyal ihtiyaçlarını sağlamaları için mücadele veriyor. Yanık öncülüğünde Kapılar Mülteci Dayanışma Platformu da kuruldu. Dayanışma içerisinde bütün sorunlara çözüm geliştirmek istediklerini söyleyen Yalçın Yanık ile 40 yıldır yaptığı ancak sosyal sorumluluk projelerine girişince arka plana koyduğu dericiliği, mültecilerin sorunlarını, platformun kuruluş sürecini, mültecilerle birlikte Işıkkent’te yapılan eylemleri ve bundan sonra neler yapacaklarını konuştuk. Bugün sizlerle bu sohbetimizin ilk kısmını paylaşacağız.

Sizi tanıyabilir miyiz?

Afrika kökenliyim. Osmanlı Devleti döneminde köle ya da hizmetli olarak getirilmiş insanlardanım. 200 seneyi aşkın tarihimiz var. Kendimizi Afro-Türk olarak tanımlıyoruz. Aydın, Sökeliyim. Yaklaşık 40 yıldır İzmir’de yaşıyorum. Dericilikle uğraşıyordum, oradan emekli oldum. Yaklaşık 10 yıldır Afro-Türkler derneğimizde, siyahların ülkeye getiriliş hikâyeleriyle ilgili çalışmalarımızı da sürdürüyoruz. Bu derneğin de yönetim kurulundayım. Bu dernekte kökenlerimizi, geliş hikâyemizi öğrenmeye çalışıyoruz. Deri, Kundura ve Tekstil İşçileri Sendikası’nın da kuruculuğunu ve başkanlığını yapıyorum. İnsani dayanışma ve emek dayanışmasının içinde yer almak için uğraş veriyoruz. Konak Kent Konseyi’nin delegeliğini yapıyorum.

TEPKİLER GÖSTERİLMEYE BAŞLANDI

Mültecilerle ilgili sürece en başından beri dâhil olduğunuzu biliyoruz. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Bu süreç sadece gıda, barınma ya da giyecek yardımları konusunda olmadı. Daha öncesi de var. Suriyeliler ülkelerinde savaş çıkınca Türkiye’ye gelmeye başladı. İmkânı ya da bir tanıdığı olanlar İzmir’e geldi. İzmir’de de yaşamlarını devam ettirmek adına iş aradılar. Bu süre içinde mesleği olanlar çalışma hayatına girdi. Mesleği olmayanlar için ise en kolay iş tekstil, ayakkabı ve deri sektörü oldu. Mülteciler de Işıkkent’te bu sektörde direk işe başladı. Başlangıçta az sayıdalardı ancak zaman ilerledikçe ve gelen mülteci sayısı arttıkça sayıları da arttı. İlk işe başlayan 30-40 Suriyeliden sonra Işıkkent’ten ilk şikâyetler gelmeye başladı. Sektörde işsizlik, mesleğin ağır ilerlemesi, parça başı esnek üretim gibi sorunlardan kaynaklı yılın 12 ayı çalışılamadığı ve Suriyelilere de ücretleri düşürdükleri gerekçesiyle tepkiler gösterilmeye başlandı. Sürekli bir şikâyet ve serzenişle karşılaştık. Önceleri 30-40 kişiden bir sorun olmaz diyerek olayı büyütmedik. Ancak çalışan Suriyeli sayısı her geçen gün artmaya başlayıp 1 yılın sonunda binleri bulunca tepkiler de büyüdü. Çünkü fiyatlar gerçekten çok düştü. Bu zor süreçte dernek olarak neler yapabileceğimizi düşündük. Suriyeli ve yerli çalışanların yasal haklarını nasıl koruyabileceğimizi, nasıl bir sınıf dayanışması yapabileceğimizi, işverenlerin kural ve sınır tanımayan saldırıları karşısında düşünürken; iş ve ekmeğin herkese lazım olduğu sonucuna vardık. Bu insanların çalışmaya ve evlerine ekmek götürmeye ihtiyaçları var. Biz de ekmeğimizi, aşımızı insanlık için paylaşmamız gerektiğini ve dayanışma içinde mücadelemizi sürdürmek zorunda olduğumuzu kavradık. Biz eskiden yaşadıklarımızın derin etkilerini, bu hissi, Suriyelilerin içinde bulduk.

SURİYELİLER GÜVENCESİZ
Bu süreçte yaklaşık 5-6 bin kişiyle Işıkkent’te bir eylem gerçekleştirdiniz. O eyleminizde Suriyelilerin de haklarını aradınız. Ancak nefret söylemi ve ırkçılık gibi sıkıntılar da ortaya çıktı. Bu süreci nasıl atlattınız?

Fiyatların düşmesi aslında en çok işverene yaradı. Hem yerli hem de Suriyelileri en alt ücretlerden çalıştırıyorlardı. Burada yerlilerin Suriyelilere olan tepkisinin işverene de göstermesi için mücadele ettik. Ancak çok da işe yaramadı. Irkçılığa ve nefret söylemine dönüşen tepkilere engel olamadık. Tabi bunu yerli işçiye anlatmaya çalışırken çok zorlandık. Çünkü çalışan Suriyeli 5-6 bin sayısına ulaşmıştı. Bu sorunun altından tek başımıza kalkamayacağımızı bildiğimizden dolayı diğer kitle örgütleriyle bağlantı kurduk. Öncelikle Suriyelilerin çalışması ve evlerine yiyecek götürmesi gerektiğini anlattık. Ancak yerli çalışanlarında haklarından feragat etmeden çalışmalarını sürdüreceklerinin garantisini verdik. Bunun sağlanması içinde yürüyüş, toplantı ve işverenlerle görüşmeler yaptık. Belli noktalarda işe de yaradı. Zaten Işıkkent’te 30 bine yakın çalışanın çoğunluğunun iş güvencesi yok. Sigortasız çalıştırılıyor. Suriyelilerden önce de var olan bu sorunun hala devam ettiğini yerli çalışanların görmesini de sağlayınca olaylar başka bir hal aldı. Yerli insanlarımıza örgütsüz olduğumuz için işverenin güvencesiz çalıştırdığını, aslında Suriyelilerin çalıştırılmasıyla birlikte bütün işçilerin birleşip yürüyüş yapabileceğimiz ve haklarımızı savunabileceğimizi anlattık. O dönemde de sitede 5-6 bin işçi yürüyüş yaptık. Bu yürüyüş sonrası işverenler geri adım attı ama Suriyeli çalıştırmaktan da vazgeçmedi. Çünkü Suriyeliler güvencesiz ve daha ucuza çalıştırılıyor. Hatta işverenler işyerlerini Suriyelilerin üzerine kilitleyip sadece geceleri çalışmalarını da sağladılar. Bu sorunları gerekli yerlere bildirdik ve işyerleri denetlenmeye başladı. Bu şikayetler işe bile yaradı. Çünkü bu süre zarfında işyerleri sigortasız işçi çalıştırmamaya başladı. Yani Suriyelilerin böyle bir katkısı da oldu. Sonrasında ildeki bütün idari makamları destek almak için ziyaret ettik. Soruna diğer kitle örgütleri de sahip çıktığı için vali yardımcısından da destek geldi. Sorunların bir kısmını da bu şekilde hallettik ama hala bitiremedik. Dayanışmamız böyle başladı. 


SAKLI BAHÇE MÜLTECİLERİN EVİ OLDU

O dönemde sürdürdüğünüz bu emek mücadelesi çok gündeme gelmemişti. Ancak ciddi bir başarı da kazandığınızı görüyoruz. Bu sürecin Kapılar Mülteci Dayanışması Platformu sürecine evrilmesi nasıl gerçekleşti? 
Kapılar Mülteci Dayanışması Platformu tamamen gönüllülüğe dayalıdır. İzmir’de en çok yoksul ve fakirin barındığı yer olan Basmane’ye Suriyeliler de yerleşince semt iyice yoksullaştı. Burada yaşayan mülteciler de en ucuz şekilde yaşayabilmek adına en kötü şartlarda yaşamaya başladı. İlişkimiz de siteden başlamıştı. Oradaki dayanışmamızı buraya taşıdık. Geçen sene Ramazan ayında Kordon’da yeryüzü sofrası kurduk. Buraya gösterilen ilgi sonrası bu süreci devam ettirme kararı aldık. Bunu devam ettirdikçe katılım ve dayanışma da arttı. Bu süreçte herkes elinden geldiği kadar yemek, giyecek ve ayakkabı gibi desteklerde bulunarak, dayanışmayı sürdürdü. Sonrasında bu dayanışmanın bir merkezi olması gerektiğini düşündük. Çünkü insanların rahat rahat ulaşabilmesi çok önemliydi. Sosyal medyadan da yararlanarak dayanışma grubuna dönüştürüldü. Öncelikle Kapılar Dayanışma Platformunu oluşturduk. Oluşturduğumuz bu platform için de bulunduğum binanın alt katını tadilat ettirip, yeni alan yarattık. İzmir Müzisyenler Derneği’nden Oktay hocam buraya saklı bahçe adını vermişti. Duyan lüks bir şey bekliyordu. Bir gelip bakıyorlar ki böyle kendi halinde bir yer. Tonlarca hurda çıktı. Harabeydi resmen. Dünyanın farklı yerinden binlerce insan geldi. Onlarda katkıda bulundu. Düzenli çorba ve yemek verilen bu alanda mülteci çocuklar için eğitim alanı da oluşturduk. Sonrasında da evde yaşayan ihtiyaç sahipleri için düzenli olarak yemek yapmaya başladık. Haftada en az 4 gün 300-400 kişiye çorba veriyoruz. Sonrasında bu insanların giyecek, battaniye ve ayakkabı gibi ihtiyaçlarını da karşılamaya başladık. Türkiye’nin dört bir yanından ve çeşitli ülkelerden de gelen desteklerle ciddi bir destek oluşmaya başladı. İnsanlar da burayı öğrenmeye başlayınca artık kendileri geldi. 


İHTİYAÇ SAHİBİ KULLANSIN
Bu süreçte eski ve oturulmayacak durumdaki evler içinde çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Evet, öncelikli ihtiyaçları halletmeye başladıktan sonra da evler için çalışmalara başladık. Çoğu yıkılmak üzere olan eski, kapısı ve penceresi olmayan evlerde yaşıyordu. Bu evler için küçük tadilatlarda bulunduk. Dünyada ve Türkiye’de o kadar çok boş ev var. Bu evler neden ihtiyaç sahibi insanlara verilmesin? Nereli olduğu önemli değil. İhtiyacı olana verilmesi sağlansın yeter. Bomboş binalar dururken, belediye ve yetkili kurumlar tarafından yıkım tehlikesi olan evlerde yaşıyorlar. Yarısı olmayan evlerde ya da tek göz odada penceresi ve kapısı olmayan sözde evlerde kalıyorlar. Bir ev kullanılmıyorsa ihtiyaç sahibi kullansın. Bu insanın hakkı değil mi? Basmane ve Agora Bölgesi’nde kiraya verilemeyecek durumdaki evler mafya tarafından kiraya verildi. Kimse de bunu sorun olarak görmedi. Böyle bir ortamda yaşarken bu ihtiyaçlar neden karşılanamıyor. Devlet ve belediye ortada yok. Herkes terk edildi. Evlerinde halı, battaniye, yiyecek, giyecek, tüp ya da herhangi bir şey olmayanları belirleyip, bu eksiklikleri gidermeye çalıştık. Bu dayanışma sürecinde aslında her şeyin farkında olan çok sayıda insan olduğunu gördüm. Hala dayanışma ruhunun ölmediğini fark ettim. Sosyal medyada da bu dayanışmayı aktif olarak sürdürüyoruz. Muğla’dan tarhana, Uşak’tan battaniye, İstanbul’dan gıda, Ankara’dan yiyecek gibi çok ciddi bir dayanışma grubu oluştu. Bu süre içinde İzmir Müzisyenler Derneği, Halkların Köprüsü Derneği, Yeryüzü Doktorları, Vaha, İmece İnisiyatifi Derneği ve kitle örgütlerinin de destekleriyle ciddi bir alan yarattık ve daha kolektif işler yaptık.

Söyleşimizin devamı yarın gazetemizde…

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.