TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Karakterlerimle özdeşleşirim

Mizahtan, çocuk kitaplarına, çocuk kitaplarından yetişkin kitaplarına imza atan Canan Tan eserlerinde toplumsal gerçekliklere dikkat çekerek yeni bir bilinç uyandırmaya çalışan yazarlarımızdan. En çok okunan kitaplarından Piraye, Eroinle Dans, Kalbim Seni Çok Sevdi, Hasret ise hem birbirinden farklı hem de yoğun araştırmalar ve özdeşleşmeler sonucu ortaya çıkmış eserlerinden birkaç tanesi

Haber Giriş Tarihi: 11.03.2015 08:30
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Karakterlerimle özdeşleşirim

NİLGÜN TAZE

Canan Tan kimdir ve hayata nasıl bakar?

Ben 1951’de Ankara’da doğmuşum. Ankara Üniversitesi Eczacılık fakültesinden 1971 yılında mezun oldum. Her ne kadar mesleğimden şikayetçi olmasam da yanlış bir meslek seçimi yaptığımı görüyorum. Okul gazetesinde ilk köşe yazılarımı yazdığımda çok mutlu olduğumu hatırlıyorum.  Eczacılık fakültesini de başarı ile bitiren, yolu açık, parlak bir öğrenci olamama rağmen, yeşil gözlerine vurulduğum eşimle evlendim. Bir süre Diyarbakır’da yaşadıktan sonra İzmir’e yerleştim.  Biri kız diğeri erkek iki çocuk annesiyim.  Anne babalar olarak çocuklara fazla müdahale edilmesine katılmıyorum. Nasıl ben, nasıl bir hayat yaşamak istediğimi seçme özgürlüğüne sahipsem onlar da bir birey ve bu özgürlüğe sahipler. Bu kural sadece çocuklar için, kadınlar için değil erkekler için de geçerli. Yani tüm insanlar için. Kim olursa olsun karşımızdaki ‘ben bu yolu seçiyorum, şunları şunları deneyimlemek istiyorum’ diyorsa ona saygı göstermeli ve yolundan çekilmeliyiz. Ve kararlarını veren kişinin de tabi ki bunları ifade edebilecek cesareti göstermesi gerekiyor. Eşim evlendiğimizde, ki ben o zamanlar 21 yaşındaydım‘ istersen evde oturur, istersen eczanede benimle birlikte çalışırsın’ dedi.  Yaaa işte böyle.. Yıllarca Piraye romanındaki karakterin, olaylar Diyarbakır’da geçtiği için ben olduğum, kendimi yazdığım zannedildi ancak gerçek bu değil. Piraye ben değilim.. Diyarbakır’da gerçekten üzerine kuma getirilen ister Diyarbakırlı, ister İstanbullu, isterse İzmirli olsun birçok kadını gördüm. Doğuda eğer bir şekilde çocuğunuz olmuyorsa kadının konumu ne olursa olsun üzerinize kuma getirilmesi kaçınılmazdır.  Tekrarlamak istiyorum ben Piraye değilim ben de üzerime kuma getirtecek göz var mı?..

Diyarbakır günlerinizden bahseder misiniz?

Diyarbakır’a gidince her şey durağanlaşmaya başladı. Bazen kendime ‘basın yayında okusam çok iyi bir gazeteci olabilirdim’ diyorum. Diyarbakır’ın durağan sularında çok okuma ve yazma fırsatı buldum. İzmir’e geldikten sonra ise elimde bir sürü şiir ve öykü vardı. Oğlum bir fotoroman yarışmasına bir senaryomu gönderdi. O zamanlar o kadar uzaktaydım ki keşke İstanbul’da olsaydım diyordum. İzmir’e geldikten sonra 1996’da Aziz Nesin’in ölüm yıldönümünde öykü yarışmasına katıldım. Jüride bulunanların hiçbirisi beni tanımıyordu.  Bilindiği üzere jüri üyeleri tanımadıkları kimseler için pek bir şey yapmazlar. Öykülerim öylesine hoşlarına gitmiş ki beni arayarak bana Türkiye’nin ilk ve tek mizah yazarı olarak ödül aldığımı ve kitabımın basılacağı bilgisini verdiler. Ertesi yıl Rıfat Ilgaz yarışmasına katıldım ve orada da birinci olunca tescilli bir mizah yazarı olarak giriştik işe. Bu arada ben İzmir’deyim merkez İstanbul. Kimse beni tanımaz iki tane mizah kitabı ile ne olacak. Çocuk kitaplarını genelde öğretmenler yazmasına rağmen kendimi kendime kanıtlayabilmek amacıyla çocuk öyküleri yazmaya başladım ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden ödül aldım. Çeşitli yerlerden birçok ödül alarak 6 yılım böyle geçti.

Neden mizahla girdiniz edebiyata?

Yanlış yerden girmişim edebiyata. Mizah edebiyattan sayılmayan bir camia. Çocuk edebiyatına baktığımızda yaklaşık son on yıldır palazlandığını görüyoruz. İnkılap Kitapevi yetkilileri biraz olsun beni tanıtabilmek için camianın en acımasız eleştirmeni olarak tanınan çok ünlü bir eleştirmenle beni tanıştırdı. Ben tabi yeni yetme biz yazar... Tam bir öğrenci psikolojisiyle elimde kitabım karşısında durdum. Şöyle bir baktı bana ve ‘ne yazıyorsun sen’ dedi. ‘Mizah yazdım’ dedim... Mizah öyküleri... ‘mizahı hiç sevmem’ dedi. Benimde bir yönüm vardır saygı çerçevesi içinde laf yemem. Dünyaca tanınmış ve kabul görmüş bir isim olan Aziz Nesin’i yok mu sayıyorsunuz?’ diye sordum. ‘Aziz Nesin’i de sevmem’ dedi. Şimdi elinde kitabım... Şöyle bir çektim kitabı ve ‘ Aziz Nesin’i sevmeyen ve okumayan birine ben kitabımı imzalatmam’ dedim. Düşünebiliyor musunuz cesareti? Sen kimsin?  Olsun, oh olsun, şükürler olsun..

Eczacılık, mizah, çocuk, yetişkin kitapları zor olmadı mı?

Mizah ve çocuk kitaplarından sonra yetişkin kitaplarına  geçişim ‘Çikolata Kaplı Hüzünler’ isimli kitabımla  oldu. Mizahlarda yetişkinler için ama roman olarak bu ilk kitaptı. ‘Eczacıymış, mizah yazmış, yetmemiş çocuk kitapları yazmış şimdi de büyüklere yazıyor’ diyorlardı.  Herkes burnunun ucundan bakarak, yapılamaz ve okunmaz gözüyle bakıyordu. Tüm bu sözlere rağmen kitaplarımı eş zamanlı olarak ‘olursa olur olmazsa canım sağ olur’ diyerek 5 yayınevine gönderdim. Altın Kitaplar’da çok duayen dediğimiz bir editör var o ‘bu yazar çok iyi biz bunu yakalayalım’ demiş. Ben o sıralar aynı tas aynı hamam gidiyordum. 6 ay sonra bir kitap fuarında Oya hanım ‘Canan dilin çok iyi, kurgun çok iyi, her şey yerinde ancak Türk okuru roman ister ve senden de bir roman istiyorum’ dedi. Burada dikkatinizi çekerim kitap ısmarlama. Bu benim için bir gurur vesiledir çünkü birçok kitabım gelen istekler üzerine yazıldı. Bu şu demek ben yazarken beni yayınevi bekliyor ben yayınevini beklemiyorum. İlk romanım Piraye’de ısmarlamaydı. Zaten Diyarbakır’da 10 yıl kalmaktan gelen bir doluluk vardı. Çok güzel ve akıcı bir şekilde hem ağlayarak hem gülerek yazdım Piraye’yi. İnsanlar bir şekilde Piraye’yi beğendi ve aldı. Korsanları basılmaya başlandı ve bir şekilde devamı geldi. Piraye çok yol kat etti. Herkesin dilinde olan o.

Eroinle Dans nasıl ortaya çıktı?

 

Eroinle Dans çok özel bir kitaptır. Birçok ödül aldı. Geçen yıl Yeşilay tarafından yılın en Yeşilaycı valisi, en Yeşilaycı bakanı vs. ödülleri verilirken bana da en Yeşilaycı yazar ödülü verildi. Gidip gitmemekte baya kararsızdım ancak yine de kitabımı ortada bırakmamak adına gittim. Doğan Hızlan çok yakın bir dostumdur ona bahsettim böyle bir çağrı aldığımı ve gittiğimi. Beni rahatlatmak adına şöyle bir şey söyledi, ‘haberim olsa ben de gelirdim, seni yalnız bırakmazdım’ dedi. Eroinle Dans’ta edebiyatçıların edebiyatçılara, ya da başarılı olmuş kitaplara verilen ödüller umurumda değil. Çünkü nasıl verildiklerini biliyorum. Haldun Taner yarışmasından sonra bir tüm eserleri okuyan jüri üyesi kitabı ödül almasa da konuşmak istiyen genç bir yazara müsaade etmedi. Sebebi de ne biliyor musunuz? Öğlen yemeğinde pastırmalı kuru fasulye olması. Düşünebiliyor musunuz?  Kuru fasulye uğruna eserine o kadar emek vermiş, heyecanla ne olacağını bekleyen yazarlar heba ediliyor. Geçiniz artık bunları, geçiniz... Biri bana okur kitleye yazıp yazmadığımı sormuştu ve bende belirli bir kitleye yazmadığımı beni okuyan insanlarla bir arada olmanın bana yettiğini söyledim.  Eroinle Dans kitabımla ilgili benim Antalya Fuarı’nda karşılaştığım çok değerli bir anım var. Bir delikanlı kız arkadaşı ile birlikte yanıma gelip ‘bu kitap benim için çok değerli, benim baş ucu kitabım. İki yıldır her sabah iki bölüm okumadan çıkmıyorum evden’ dedi.  İki yıl önce madde bağımlısıymış, kitabı okuduktan sonra çok etkilenmiş ve büyük bir irade göstererek eroini bırakmış. ‘Şuan da temizim, yeniden okula başladım ve hayatıma döndüm. Bu hayatı ben size borçluyum’ dedi. Şöyle bir düşündüm inanınki bana bir mobel ödülü verseler bu kadar kıymetli olmazdı. Bir yazar için en değerli hediye bu.

Yüreğim Seni Çok Sevdi de çok okunan kitaplarınızdan..

Biliyor musunuz Piraye’de çok okunan bir kitap ve bana en çok okunan yazarı ödülünü getirdi. Türkiye’nin tüm il ve ilçe halk kütüphanelerinde en çok okunan kitap olmuş.  Çok araştırmacı bir şekilde yazıyorum. Bursa’ya birçok kez gittim, camileri türbeleri dolaştım Yüreğim Seni Çok Sevdi için. Çamlıbel’de başlayan ve orada sonuçlanan bir aşk hikayesi. Çamlıbel çok güzel bir yer. Romanımda bahsedildiği için pansiyonlardan gelen haberlere göre bir turizm patlaması olmuş. İstanbul’dan içmeye gelenler de olmuş. Bazı yerlerde ben aşk romanı okumak istersem sizi okurum diyenler olduğunu duyuyorum. Ankara’da bir öğretim görevlisi tüm kitaplarımı bir doktora tezi yaptı. İğneden ipliğe okuyor. İnsaf dedim o kadar çok farklı tema var ki Piraye bir aşk romanı mıdır? Hayır değildir bir töre romanıdır. Bir Güneydoğu bir Diyarbakır romanıdır. Eroinle Dans bir madde bağımlılığıyla ilgili bir kitaptır ve çok az içinde aşk vardır. Bir motif olarak kullanılır sadece. ‘En Son Yürekler Ölür’ bir organ nakli ile ilgilidir. İlk defa bu konuda yazılan bir romandır. Ve diğer kitaplarımda da öyle. Siz nasıl dersiniz Canan Tan bir aşk romanı yazarıdır? Sadece bir tek kitabım tam anlamıyla aşk romanıdır o da ‘Yüreğim Seni Çok Sevdi’dir. Evet tam bir aşk romanıdır. Yazarsam aşkı da çok güzel yazarım ama dediğim gibi motif olmasının dışında ileriye gidemiyor birçok kitapta. Organ nakli ile ilgili de 9 Eylül Üniversitesi’yle çalıştım. Organ nakli olmuş insanlarla konuştum. Çok etkilendiğim anlar oldu. Nakille organ alanlar nakil aldığı kişiden bir takım kişisel özelliklerini de alıyorlar. Bunu biliyor muydunuz bilmiyorum. Bunun birçok incelemesi yapılıyor. Bu konuda Marmara Üniversitesi’nde uluslararası bir seminere katıldım ve çok ilgi çekici açıklamalar geldi. Bir sağlıkçı olarak benim gözlemimde bizler annelerimizden, babalarımızdan, atalarımızdan kromozomlarla bazı kişilik özelliklerimizi alıyoruz. Nakilden sonra kan dolaşımıyla onların genleri bu sefer size geçiyor ve siz bir dönüşüme uğruyorsunuz. Mümkün değil bundan etkilenmemek.

Hasret kitabı da farklı bir konu.. Mübadele..

Evet.. ‘Hasret’ bir mübadele hikayesi. Keskin’de geçen, ucu Selanik’e dayanan, tarihsel yönden çok hazırlık yapmam gereken bir kitaptı. Romanda adı geçen yerlere de gitmem gerekiyordu ve gözüm korktu. Önce ‘Ankara kalesi içine gideyim’ dedim ancak içimden ‘cık, yakışmaz sana’ dedim. Her şey yerinde yani Keskin’de olmalıydı. Harika bir hikaye. Büyükdede Tacettin ve romanda geçen tüm insanların hepsi birebir orjinal. Tarihler bile orjinal. Büyükdede Tacettin bir ailenin onuncu çocuğu. Hacı Ali Bey’in iki karısından beş çocuk ondan beş çocuk bundan ve en küçüğü olan Tacettin tüm ailenin onun üstüne titremesinden dolayı en uçarı olanı. Ve o zamanlar Keskin çok mamur bir ilçe. Ermeniler, Rumlar, Müslümanlar büyük bir ahenk ve uyumla yaşıyor. Aile ilişkileri, gezmeler her şey çok güzel. Kocası öldükten sonra taverna işletmeye devam eden Rum bir kadında var romanda. Onun da Patrisya isimli bir kızı. Şımarık ve uçarı Tacettin Patrisya’ya aşık olur ancak eş zamanlı olarak Türk-Yunan savaşı çıkar. İzmir işgal edilmiş ve yavaş yavaş Rumlara karşı kin, nefret oluşuyor. O ortamda bir aşk filizlenmiş.  Ancak Tacettin’in ailesi Patrisya’yı bir türlü kabul etmiyor. Ömür boyu süren bir aşk, ömür boyu süren bir hasret. Tabi bu roman için Keskin’e de Selanik’e de gittim. İncelemediğim kitap kalmadı. Hiçbir kitap sıfır hatalı değildir ancak en az hatalı olduğunu söyleyebilirim.  Tacettin’in evlendiği diğer kadının kızı romanı okuyarak beni aradı ve herşeyi olduğu gibi yazmışsınız. ‘Benim annem ömür boyu ikinci kadın olduğunu bilerek ve hissederk yaşadı ve bunun için de çok ağladı’ dedi. Böyle bir hikaye Hasret. Mübadelede her iki tarafa göç edenleri de yazdım. Selanik’e gittiğimde bir roman arştırması için gelindiğim duyulduğunda oradaki kadınlar çok sıcak ilgi göstererek benim için bir şarkı söylemek istediklerini söylediler. Ben yabancı dilde söyleyeceklerini beklerken Türkçe ‘bekledim de gelmedin, kıymetimi bilmedin’ şarkısını söylediler. Biz karşılıklı ağladık.

Kadın ölümleri ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Doğu illerimizde yaşanan kadın intiharları gerçek bir intihar değil. Ya cinayet ya da kadını zorlayarak, baskıyla ölmesini sağlıyorlar. Kolay kolay kimse intihar etmiyor. Ben bunları yazarsam okurlarım çok etkileniyor. Okurlarım üzülürse ben de çok üzülürüm dedim. Ancak bir süre sonra baktım ki etrafta her an her şey oluyor ve benim artık yazmam gerekti. ‘Issız Erkekler Korosu’ na koydum Yusuf’un hikayesini. O zamnlar cinayetler bu kadar civcivlenmemişti. Bu kitapta dişi sineğin bile içeri sokulmadığı bir pansiyonda geçiyor. Sırf erkek alıyor Recep. Senede bir gün bir fasıl yapılıyor ve oradaki erkekler katılıyorlar. Herbirinin kendine özgü sevdiği ve söylediği bir şarkı var. Bu eserde 75 tane Türk Sanat Müziği’ni araştırdım ve 35 tanesine yer verdim. Bestesi, güftesi, sözleri o kitapta var. Yusuf pansiyona geldiğinde yer istiyor. Postalları çamur içindeki delikanlı pansiyona alınır ve derki ‘akşam bir fasıl var gel sen de buna katıl’. Ve çamurun nereden bulaştığını soruyor. Mezarlık çamuru bu der Yusuf. Sen hiç mezarlık çamuru gördün mü? Der ve odasına gider. Akşam fasıla geldiğinde her sınıf ve tipten erkeğin olduğunu görür. Bir tanesi de gariban Yusuf işte. Fasılda Recep’ten bir şarkı ister Yusuf... O şarkı da eller kadir kıymet bilmiyor anne şarkısıdır. Recep şarkının arabesk olmasından dolayı şarkının söylenmesini kabul etmiyor ama Yusuf acının ortak dil olduğunu ve zenginin de fakirin de acı çektiğini hatırlatarak şarkının söylenmesini sağlıyor. Ben de arabeski çok sevmem ama eller kadir kıymet bilmiyor anneyi Kibariye’den dinleyip de ruhsuz kalan insan bana uzaktır. Herkes Yusuf’un ne olacağını merak ediyor. Geçenlerde bana siz gündemi mi takip ediyorsunuz diye bir soru sordular ben de hayır cevabını verdim. Gündem beni takip ediyor ne yazık ki... Ne zaman ben bu  kitapları yazdım çocuk gelişnlerle ilgili çalışmalar ortaya döküldü. Bu cinayetler zaten vardı. Çocuk gelinlerin hepsini yazmadım. Taziye evinde doğduğu ve kız olarak dünyaya geldiği için adı Keder konulan kız çocuğu babanın gözüne bir diken olarak gözüktüğü için büyük kızını istemeye gelen erkeğe 14 yaşındaki küçük kızını veriyor. Çocuk gelini ben herkesten önce tanıdım çünkü eşimin anneannesi çocuk gelindi. Kaç yaşında evlendi dersiniz? Nihat dede ailesinden kopmak istemeyen biri. O zamanla Makbule 6 yaşında. Ben Makbule’nin büyümesini beklerim diyor. Ve gerçekten de bekliyor. Ve ona çikolatalar, şekerler, oyuncaklar alarak büyütüyor. 12 yaş oralarda evlenmek için normal bir yaş olduğu için nikahları kıyılmış ve evlenmişler. Makbule ergen olamdan gelin olmuş maalesef. Hiç şikayet etmezdi çünkü Anadolu kadını bunları şikayet konusu etmiyor. İşte bu benim içimi acıtıyor. Hiç farkında bile değil. Arada çok fazla yaş farkı olduğu için genç yaşta da dul kalmış ikinci bir tramva. Ben bunları gördüm. Bunları kendisi ile konuşmuş bir insanım. Aslında erkekleri tepeye çıkaran kadınlar. Gelin Güneydoğu’da facia ezilir, arkasından kendisi bir erkek çocuk doğurabilirse kıdem kazanır ve kendisi kayınvalide olduğunda  bu sefer de kendi gelini ezen acımasız bir kaynan olur. Oğlan çok pohpohlandığı için de kadın değersiz kabul edilir.  Ve bu böylece sürüp gider. 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.