ÇAĞLA GENİŞ
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İzmir Şubesi, Dünya Su Günü’nde ‘İzmir Su Raporu’ başlıklı raporunu kamuoyuyla paylaştı. Şube Başkanı Serhat Tanyeri’nin katılımıyla gerçekleşen basın toplantısıyla duyurulan raporda önemli tespitler yer aldı. İzmir’in su yönetimine ilişkin verilerin bulunduğu raporu, ÇMO İzmir Şubesi Teknik Sorumlusu Selma Akdoğan okudu. Akdoğan, arıtma tesisleri ve yatırımları ile TÜİK verileri kapsamında başarılı olan İzmir’in kentin yoğun yapılaşmasına ve planlanamamasına yetişemeyen altyapı eksiklikleri ile de karşı karşıya olduğunu belirtti. İzmir’in içinde bulunduğu havzaların su potansiyeline yönelik çalışmaların İzmir’in su sıkıntısı ve su kıtlığı ile karşı karşıya kalacağını gösterdiğini söyleyen Akdoğan, Gördes Barajı’ndan yüksek maliyet ve işgücü harcanarak su temin etmeye çalışan kentin gelecekteki su kaynağı olan Çamlı Baraj Havzası’nda altın madenciliğinin getirdiği kirlilik riski ile karşı karşıya olduğunu dile getirdi. Akdoğan Efemçukuru’nun ise tüm itirazlara rağmen merkezi idareler tarafından kirlilik riski ile baş başa bırakıldığını ifade etti. Kentte su yönetiminden sorumlu kuruluşlar olan İZSU ve DSİ’nin su kaynakları için farklı yaklaşımlar sergilediğini kaydeden Akdoğan, “Kentin su yönetiminden sorumlu iki kuruluş politikaları İzmirliyi sağlıklı suya ulaşma konusunda tehlikede bırakmaktadır. Suyun yönetiminden sorumlu kurumlar koordinasyon ve işbirliği içerisinde çalışmalıdır” vurgusu yaptı.
ALTYAPI EKSİKLİKLERİNE VURGU
Deprem sonrasında temiz içme ve kullanma suyuna erişimin sağlanamaması, duş, tuvalet gibi ihtiyaçların giderilmemesi ile birlikte oluşan çevre ve sağlık risklerinin, suyun yaşamsal önemini bir kez daha hatırlattığını belirten Akdoğan, “İzmir halen, 23 ileri biyolojik atıksu arıtma tesisi ile ülkemizde Avrupa standartlarında arıtım yapan en fazla tesise sahip olan kent olduğu gibi, ülkemizde kişi başına Avrupa standartlarında en fazla atıksu arıtımının gerçekleştirildiği kenttir. Arıtma tesisleri ve yatırımları ile TÜİK verileri kapsamında başarılı olan İzmir, kentin yoğun yapılaşmasına ve planlanamamasına yetişemeyen altyapı eksiklikleri ile de karşı karşıyadır. Kentin altyapı yatırımlarının yapılaşma sürecine yetişemediği kentin yöneticileri tarafından da ifade edilerek altyapı kaynaklı koku sorununa yönelik planlamalardan bahsedilirken, kentin yapılaşma ve kontrolsüz büyüme sürecinde altyapı yetersizliklerinin planlanamadığı, altyapı ve arıtma tesislerinin kentleşme sürecinde kapasitelerinin yetersiz kaldığı gerçeğini de unutmamak gerekir” dedi.
İZMİR’DE SU KITLIĞI TEHLİKESİ
Suyun tüm dünyada kısıtlı miktarda olduğunun ve temiz su miktarının her geçen gün azaldığının artık bilinen bir gerçek olduğunu hatırlatan Akdoğan, “İzmir’in içinde bulunduğu havzaların su potansiyeline yönelik çalışmalar İzmir’in su sıkıntısı ve su kıtlığı ile karşı karşıya kalacağını göstermektedir. Bu durum, İzmir’de su yönetiminin önemini ortaya koymaktadır. Yeterli suya sahip olamadığı için kilometrelerce ötedeki Gördes Barajı’ndan yüksek maliyet ve işgücü harcanarak su temin etmeye çalışan İzmir; gelecekteki su kaynağı olan Çamlı Baraj Havzasında altın madenciliğinin getirdiği kirlilik riski ile karşı karşıyadır. Kentte su yönetiminden sorumlu kuruluşlar olan İZSU ve DSİ gelecekteki su kaynakları için farklı yaklaşımlar sergilemektedir. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İZSU, Çamlı Barajını zorunluluk olarak görürken, DSİ baraj yapımını öngörmemektedir. Kentin su yönetiminden sorumlu iki kuruluş politikaları İzmirliyi sağlıklı suya ulaşma konusunda tehlikede bırakmaktadır. Bununla birlikte maden işletmesinin mevcut hali ile yarattığı kirlilik mahkeme kararları ve bilirkişi raporları ile ortaya konmasına, iptal edilen ÇED kararlarına rağmen; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ÇED Kapasite Artışına ilişkin ÇED süreci yeniden yürütülmüş ve ÇED Olumlu Kararı yenilenmiştir. Efemçukuru, İzmir kenti yerel yönetimi tarafından kentin su kaynağı olarak tanımlanmaya devam ederken, tüm itirazlara rağmen merkezi idareler tarafından kirlilik riski ile baş başa bırakılmıştır. Manisa’ya içme-kullanma suyu sağlamak üzere inşaatı devam eden Gürdük Barajı ve İzmir kentine içme-kullanma suyu sağlanması planlanan Başlamış Barajı olmak üzere, bölgenin en büyük iki kentine hizmet verecek olan Başlamış Çayı havzasında, Gördes’te Nikel Madeni İşletmesinin yarattığı riskler devam ederken, madenin kapasite artışı talebi onaylanmıştır. Ayrıca, yıllık 1 milyon ton sülfürik asit üretecek olan sülfürik asit fabrikası için de ÇED süreci de olumlu tamamlanmıştır. Konuyla ilgili olarak Odamızın da davacı olduğu hukuki süreç devam etmektedir” ifadelerini kullandı.
KOORDİNASYON İÇİNDE ÇALIŞMALILAR
Madencilik faaliyetlerinin yarattığı çevresel risklere dikkat çeken Akdoğan, suyun yönetiminden sorumlu kurumlara ise şu çağrıyı yaptı: “Kentimizin içme suyu kaynağı olan Tahtalı Baraj Havzası, İZSU Yönetmelikleri ile koruma altında tutulmaya çalışılırken, havzadaki kentleşme ve sanayi baskısı, mevzuat değişiklikleri ile koruma kapsamının yumuşatılmasına neden olurken yaşam kaynaklarımızın da bu baskılara feda edilmesinin önünü açacaktır. Madencilik faaliyetlerinin yarattığı çevresel riskler ve bu projelere verilen ÇED Olumlu kararları ile ilgili Odamızın da içerisinde bulunduğu hukuki süreçler devam ederken diğer taraftan işletmelerin yarattığı olumsuz etkiler de devam etmektedir. Verimli tarım arazilerimiz, su havzalarımız, ormanlarımız, korunması gereken doğal alanlarımız; mevcut ve açılması planlanan çevresel riski son derece yüksek olan tesislerin baskısı altındadır. Mevcut durumu ile karanlık bir tablo olarak karşımıza çıkan su yönetimi; iklim değişikliğinin getirdiği diğer olumsuz süreçlerle de su kaynaklarımızın korunmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göz önüne sermektedir. İklim olaylarındaki değişimler, yağış ve sıcaklık rejimi değişiklikleri, sel, afet, kuraklık süreçleri ile kentlerimiz altyapı eksiklikleri ile su kaynaklarımız da büyük risk altındadır. Suyu doğal hak olmaktan çıkarıp, ticari bir mal haline getirerek sermayeye, küresel piyasaya açan politikalardan vazgeçilmelidir. Betona ve ranta dayalı kentleşme ve büyüme politikaları terk edilmelidir. Kentlerimiz doğayla ve iklimle uyumlu, afetlere dirençli hale dönüştürülmelidir. Suyun yönetiminden sorumlu kurumlar koordinasyon ve işbirliği içerisinde çalışmalıdır.”