AYSELİN UZUN-ÖZEL HABER- İsrail ordusunun geçtiğimiz günlerde Lübnan’daki Hizbullah hedeflerine yönelik havadan ve karadan gerçekleştirdiği saldırısı sonrasında Lübnan’da bazı yerleşim yerleri boşaltıldı. Bu kapsamda savaştan kaçan Lübnanlı mültecilerin bir kısmının Suriye’ye göç etmeye başladığı görüldü. Ancak bu mültecilerin bir sonraki hedefinin Türkiye sınırları olduğu da ön görüler arasında yer alıyor. Böyle bir göç gerçekleşmesi halinde ülkemizde yaşanabilecek sosyolojik, ekonomik ve siyasi sorunlara karşı uyarılarda bulunan uzmanlar, Türkiye’nin mülteci göçüne yönelik izlediği “açık kapı politikası”ndan vazgeçmesi gerektiğini söyledi.
Göç dalgalarının yaratacağı kültür şokunun her iki ülke için de büyük etkilere yol açabileceğini belirten Siyaset Bilimci Dr. Zekiye Seda Sönmez, “Göç dalgası mekânsal bir değişim örneğidir ve farklı sebeplerle ortaya çıkmaktadır. Sadece insanların belli bir bölgeden başka bir yere geçmesi anlamına gelmez aynı zamanda da her iki ülke vatandaşları üzerinde kalıcı şekilde büyük etkiler yaratan bir süreçtir. Toplumsal ve bireysel olarak her şeyi etkiler. Siyasal anlamda da ülke genelinde bütüncül etkilere neden olur. Aslında hayatta kalabilme uğruna bir başka ülkeye giden kişiler aynı zamanda kendi içlerinde de güçlü dayanışma ile göç edilen yerde hayatlarına devam ederler. Suriye göçünde de açık kapı politikası ile modern dünyada pek görülmeyen bir yaklaşım ile ülkemiz tarafından milyonlarca göçle gelen vatandaş kabul edilmiştir. Bu da Türkiye’de ekonomik, sosyal ve siyasal pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir” dedi.
“Lübnan’dan gelecek olan göç dalgası ile ilgili olarak başlangıçta bunun bir dış politika sorunu olarak görülse de Türkiye’nin en önemli iç politika meselesi haline geleceği kesindir” diyerek sözlerine devam eden Sönmez, “Sonuç itibariyle Suriyeli göçmenlerin meselesinde olduğu gibi ilk zamanlar sorunların kısa sürede çözüleceği beklenirken sorunlar daha da yaygınlaşıp derinlik kazanmıştır. Bu süreçte diplomatik bir aktör rolü ile duruma giren Türkiye bu değişim ve dönüşümün kısa sürede ne derece etkileri olacağını hesaba katmalıdır. Sorunlar sadece ekonomik ve sosyal hayata yönelik gibi görülse de aslında siyasal olarak bu alanı etkisi altında alan sorunları beraberinde getirir. Sosyo ekonomik alanın siyasallaşmasına bir anlamda aracılık eden bu göç dalgası böylelikle ülke genelinde yeni bir siyasal ayrışmanın da kapısını aralar. Bu süreç Türkiye’de yeni bir iktidar mücadelesinin önemli bir argümanı haline gelir ki bu da iktidar partisinin büyük şehirlerde seçmen desteği alması sonucunu doğurur. Lübnan Başbakanı’nın da açıkladığı gibi ülkede yerinden edilenlerin sayısı milyona yaklaşmışken ve Lübnan tarihinin en büyük göç dalgasını oluştururken bu da ülkemiz açısından yapısal başta olmak üzere ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal sorunları da beraberinde getirecektir” açıklamasında bulundu.
Lübnan’dan Türkiye’ye yönelik olası mülteci göçünün sosyolojik açıdan başlıca sebeplerine ilişkin konuşan Sosyolog Doç.Dr. İrfan Özet, “Lübnan yakın geçmişe kadar doğu Akdeniz’in en görkemli limanları ve kentsel kültürüne sahipti. Ancak özellikle 1975’lerden 1990’lara kadar uzanan iç savaşta yerleşik nüfusunun önemli bir kısmını kaybetmiş oldu. O dönemler Lübnan’dan sevk edilen bu göç dalgasının kapsadığı alanlarda Türkiye yer almıyordu. Göç, insanlık tarihindeki bir rutini tekrar edercesine etnisite-inanç-mezhepsel ortaklıklar üzerinden yakın görülen ülkelere yöneliktir. Hristiyan nüfus Avrupa ve Amerika’ya yönelirken; Müslüman nüfus, bölgede nispeten çalkantılardan uzak ve gelişmiş körfez ülkelerine yöneliyordu. İç savaşın sona ermesi, Lübnanlılar için göç trafiğinin durması anlamına gelmiyordu. 21. yüzyıla girerken kötü yönetimlere ilaveten Suriye’deki iç savaşın taşıdığı mülteci şoku, Lübnan’daki sosyal, ekonomik istikrarı köklü bir düzeyde bozmaktaydı. Söz konusu travmatik süreçlerle göç seçeneğine başvuran Lübnanlıların güzergâhında Türkiye’nin de yer aldığına dair veriler epey öne çıkmakta. Ancak Türkiye’nin Orta Doğulu komşu ülkelerine nazaran Lübnanlılar, ülke üzerinde demografik bir baskı oluşturma kapasitesinden uzaktı. Tabi İsrail ve Hizbullah eksenindeki savaşın seyri, Lübnanlı göçmenlerle ilgili trendi daha da radikal boyutlara çekebilir” dedi.
GÖÇMEN POLİTİKASI REVİZE EDİLMELİÖzet, Türkiye’nin göçmen merkezli demografiyi massetme kapasitesini çoktan aşmış durumda olduğunu vurgulayarak, “Yönetici kadrolar, her ne kadar göç sahasında farklı maslahatlarla uzun yıllar açık kapı politikası izlese de bu politikanın uygulanma koşulları giderek azalmakta. Aynı zamanda mevcut ekonomik resesyonu, göçmen politikalarıyla iç içe okuyan kentli tabakaların yerel seçimler başta olmak üzere, iktidar üzerinde ortaya koyduğu baskı da peyderpey yükselmekte. Artan konut fiyatlarına ilaveten, istihdam alanlarının esnekleşmesi ve güvensizleşmesiyle giderek prekaryalaşan kentli tabakalardaki protest eğilimler, iktidar çevrelerinin altyapıdan yoksun ve günübirlik göçmen politikalarını köklü bir şekilde revize etmesini gerektirmekte” diye konuştu.
ŞİDDET EYLEMLERİ ARTAR“Mevcut toplumsal zemin, özellikle kozmopolitan metropol alanlarında orta sınıflara özgü güven, istikrar ve rasyonalite kaybının yaşanmasına dönük makro göstergelere sahne olmakta” diyerek sözlerine devam eden Özet, “Gündelik ve kamusal yaşamın belirsizleşmesiyle eş zamanlı olarak, göçmen kitlelere dönük toplumsal kabul eşiğinin sınırlarına gelindiği görünmekte. Yapılan kamuoyu yoklamaları da siyasal-ideolojik eğilimler düzeyinde kutuplaşan kitlelerin, kontrolsüz göç karşıtlığı düzeyinde ortaklaştığı yönündeki rutin verileri ortaya koymakta. Bu eğilimlere ilaveten göçmenlere yönelik barınma, beslenme, istihdam üçgeninde alt yapısal çerçevenin daraldığı gerçekliği de dikkate alındığında, olası bir yeni göç dalgasının tetikleyeceği toplumsal risklerin çapı da artabilmekte. Söz konusu risk ise; üreten sınıflardaki nihilist eğilimlerle, anomik davranış setleriyle, gündelik ve kamusal yaşamda hız kazanabilecek şiddet eylemleriyle varlık kazanabilecektir” şeklinde konuştu.
Ekonomist Ayhan Bülent Toptaş ise ani ve kalabalık sığınmacı akınlarının ülkelerin ekonomileri üzerinde önemli baskılar yaratabildiğini vurgulayarak “İlk aşamada sığınmacıların sınırından giriş yapılan ülkenin devletinin bu sığınmacıların güvenliği, beslenmesi, kontrolü için aldığı tedbirler ülkenin bütçesi üzerinde bir baskı yaratıyor. Sığınmacıların kalış süresi arttıkça tedbirlerin sağlamlaştırılması, gıda, barınak ve altyapı ihtiyaçlarının ev sahibi devlet tarafından karşılanmaya devam edilmesi, kayıt altına alma işlemleri bütçe üzerinde yükü daha da artırıyor. Süre daha da uzadıkça ülkenin sığınılan bölgesinde sonra da ülke genelinde gıda ve barınma talebi yükseliyor. Bu da fiyat artışlarını gündeme getiriyor. Türkiye gibi yüksek enflasyon sorunu yaşayan ülkeler için enflasyonla mücadele anlamında ek yükler ortaya çıkacaktır. Giriş yaptıkları şehirlerde meydana gelebilecek ve sığınmacılar lehine olabilecek demografik değişimin yarattığı gerilimler de bölge ekonomisini olumsuz etkileyebilir. Bazıları bu akımların ucuz iş gücü sağladığını, maliyetleri düşürdüğünü ve ekonomiye fayda sağladığını ileri sürebilir. Ancak bu da vatandaşlarımızın işsiz kalmasına yol açarken, kayıt dışı istihdamın genişlemesine yol açabilir. Son 10 yılda Türkiye’de ekonomi yönetimi sığınmacıların ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri konusunda deneyim kazanmış olmalı. O nedenle artık çok dikkatli adımlar atmak durumundalar” ifadelerine yer verdi.