Önemli göç duraklarından biri olan Türkiye’de mültecilere yönelik nefret söylemleri zaman zaman ırkçı saldırılara hatta cinayetlere dönüşüyor. Mülteciler, tüm hayatta kalma uğraşlarının yanı sıra bir de emek sömürüsüne uğruyor, kötü barınma koşullarının olduğu yerlerde yaşamaya zorlanıyor, hakları ihlal ediliyor, şiddet görüyor ve hayatlarını kaybediyorlar. Seçim dönemi artan nefret söylemlerinin insanlarda yer ettiği bir ortamda, Halkların Köprüsü Derneği Kurucu Başkanı Prof.Dr. Cem Terzi ile konuştuk. Suriyeliler açısından Türkiye’de yaşamın sanıldığı gibi bir ‘avantaj’ değil hala bir hayatta kalma mücadelesi olduğunu vurgulayan Terzi, mültecilerin iç ve dış siyasette konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılmasının yarattığı tehlikeye dikkat çekti. Son zamanlarda yaşanan Suriyelilere yönelik linç girişimlerinin toplumsal çatışmalar için acil önlem alınmasını gösteren bir alarm niteliğinde olduğunu vurgulayan Terzi, “Eğer mülteci meselesine en başta statü olarak bir çözüm bulunmaz, bu çözümler halka doğru bilgilendirme yaparak devlet tarafından anlatılmaz ise gerilimler hatta çatışmalar kaçınılmaz olacaktır” uyarısını yaptı.
Türkiye’de ‘geçici koruma statüsü’ altında yaşayan yüz binlerce mültecinin kayıt dışı ve güvencesiz koşullarda ‘ucuz işçi’ olarak çalıştırıldığını belirten Terzi, “Türkiye yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli ile dünyadaki en çok mülteci içeren ülke konumundadır. Suriyeliler mülteci olmalarına rağmen son 10 yıldır Türkiye’de ‘geçici koruma statüsü’ altında ‘misafir’ olarak yaşamaktadırlar, kalıcı oturma izinleri yoktur, mülteci statülerinin olmaması onları uluslararası hukuk sisteminin sunduğu hak çerçevesinden mahrum bırakmaktadır. Sınırlı çalışma izni ile resmi belgeli ve sigortalı olarak çalışan çok küçük bir kesim dışında yüz binlerce Suriyeli kayıt dışı, güvencesiz, ağır koşullarda ucuz işçi durumundadır. Çocuk işçilik oranını ciddi biçimde artmıştır, yüz binlerce Suriyeli okul çağındaki çocuk okula gitmemektedir. Suriyelilerle birlikte yaşam için vatandaşlık hakkı, vatandaşlık dışındaki kalıcı oturma izni gibi vatandaşlığa en yakın güvenli hukuki statüler sağlamak konusunda yeterli adım atmamıştır. Sosyal entegrasyon çalışma hayatı, aile birleştirmesi, eğitim, sağlık, barınma, ayrımcılıkla mücadele, kendi kimlik ve kültürünü koruyabilme, siyasete katılma hakkı gibi alanlarında ciddi çalışmalar yapılmamıştır” dedi.
Mültecilerin tüm hayatta kalma uğraşlarının yanında bir de Türkiye’de giderek artan nefret söylemi ve ayrımcılık ile mücadele ettiklerini dile getiren Terzi, “Suriyelilere yönelik yardım ve destek hizmetleri konusunda medyada çıkan haberlerin dili ve başlık seçimleri genellikle olumsuz önyargılarla doludur. Suriyeliler için yapılan yasal düzenlemelerin ayrıntılarına ve mali kaynaklarına yer vermeden, yapılan bu haberler Türkiye vatandaşlarında adaletsizlik algısını pekiştirmektedir. Siyasiler de açık bir ayrımcı diskurla tüm temel insan haklarını çiğneyerek hatta zaman zaman nefret suçu işleyerek Suriyelileri hedef gösteren, olumsuz ön yargıları pekiştiren açıklamalar ile nefret söylemini tepeden aşağı doğru yaymaktan geri durmamaktadırlar. Son zamanlarda yaşanan Suriyelilere yönelik linç girişimleri, toplumsal çatışmalar için acil önlem alınmasını gösteren bir alarm niteliğindedir. Basit çocuk kavgaları bile 10 yıllık öfke hatta kin birikimi ile mahalle kavgalarına dönüşmektedir. Eğer önlem alınmazsa daha büyük sorunlar yaşanacaktır. Son 10 senede ‘misafir’ gözüyle bakılan Suriyelilerin giderek kalıcı olduklarını hem iş hem sosyal yaşamın bir parçası haline geldiklerini toplum aslında anlamış durumdadır. Ama bunun kendi hayatları, yaşam alışkanlıkları, iş imkanları, kazançları, gelirleri gibi pek çok şeyi olumsuz etkilediğini düşünmekteler. Ekonomik kriz nedeniyle iş bulamayan işsizler, ‘Suriyeliler iş buluyor, biz bulamıyoruz, onlar düşük ücretle çalışıyor biz aynı ücretle çalışmadığımız için işsiz kalıyoruz’ demektedirler. Bunlar haksız argümanlar olarak görülmemelidir ama bu sorunların sorumlusu Suriyeliler değildir” ifadelerini kullandı.
HALK SURİYELİLERİ AVANTAJLI GÖRÜYOR
Suriyeliler açısından Türkiye’de yaşamın sanıldığı gibi bir ‘avantaj’ değil hala bir hayatta kalma mücadelesi olduğunu vurgulayan Terzi, “Yerli halk Suriyelileri daha avantajlı görmeye başlamıştır. Suriyelileri hedef gösteren, nefret dili kullanan, yanlış bilgi veren siyasiler, toplumda Suriyeliler hakkında olumsuz ön yargılar oluşmasına yol açmaktadır. Öte taraftan Suriyeliler açısından burada yaşam, bırakın avantajı, hala bir hayatta kalma mücadelesidir. Yarın kaldıkları evlerden atılıp atılmayacakları bile belli olmadan, emeklerini satarak hayatta kalmaya çalışmaktadır. Haklarını, hukuklarını bilmeden, bunları savunamadan yaşamaya çalışmaktadırlar. Eğer mülteci meselesine en başta statü olarak bir çözüm bulunmaz, bu çözümler halka doğru bilgilendirme yaparak devlet tarafından anlatılmaz ise gerilimler hatta çatışmalar kaçınılmaz olacaktır. Her gün bir yerde; bugün çocuk kavgasından, yarın komşu kavgasından bir olay çıkacaktır. Topluma Suriyelilerin misafir olmadığını, artık büyük bir kısmının kalıcı olduğunu anlatmakla, bu insanlara mülteci statüsü vermekle, topluma mültecilerin uluslararası hakları olduğunu anlatmakla bir yerden hakikati söylemeye başlamak lazım. İsteyen Suriyelilere ve diğer mültecilere vatandaşlık hakkı vermek, vatandaşlığa en yakın oturma iznini de içeren yeni statüler oluşturmak gibi birlikte yaşam kurmanın hukuki alt yapısını geliştirmek devletin görevidir” diye konuştu.
SÖYLEMLER GERGİNLİĞİ ARTTIRMAKTA
Mültecilerin iç ve dış siyasette, konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılmasının olumsuzluklara yol açtığına dikkat çeken Terzi, “Devasa bir mesele sürekli askıda tutularak, meselenin adı konmadan ve bir çözüm önerisi geliştirmeden, gerçekler tam olarak toplumla paylaşılmadan şu anda olduğu gibi devam edilmesi artık imkansızdır. Bu yaklaşım, toplumdaki ötekine karşı kuşku, kaygı, öfke hatta nefret duygularının oksijeni olmaktadır. Mültecilerin iç ve dış siyasette, konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılması çok olumsuz bir duruma yol açmaktadır. Bu söylemler toplumun aklını karıştırmakta, gerginliği arttırmaktadır. Toplumda var olan kendisi gibi olmayana, yabancıya/ötekiye, göçmene ya da mülteciye dair önyargı, rekabet duygusu içinde şiddet barındırmakta ve bugün yaşanan ekonomik kriz nedeniyle şiddet kontrolden çıkabilmekte, en korkulana; gerçeğe dönüşmektedir. Bunun önlemenin yolu haksız rekabeti önlemektir. Yokluk, yoksunluk kitleleri kendi adaletini aramaya yönlendirebilmektedir. Devlet sosyal adalet için adım atmazsa ve mülteci meselesini arafta tutmaya devem ederse çatışma kaçınılmaz olacak” açıklamasını yaptı.