NURETTİN BAKİ-ÖZEL HABER
Ülkemizi derinden yaralayan, on binlerce insanımızın hayatına mal olan, yüz binlercesini de evsiz bıraktıran Kahramanmaraş merkezli depremlerde, depremzedeleri yapılan yardımlar ayakta tutuyor. Ancak yardımların yapılış biçimi, her yardımın görüntüsünün alınıp sosyal medya mecralarında paylaşılması, yardım miktarının vurgulanması ciddi bir tartışma konusu. Yardım ve dayanışmanın toplum üzerindeki etkilerine dikkat çeken Sosyolog Cemali Akgün, “Dayanışma bir lütuf değildir, yardımlarla depremzedeleri aciz durumda göstermek çeşitli sorunlara yola açabilir” dedi.
KULLANILACAK DİL ÇOK ÖNEMLİ
Depremzedelere yapılan dayanışmanın bir lütufmuş gibi göstermenin sorunlu bir hal alabileceğini belirten Akgün, kullanılacak dilin önemine dikkat çekerek; şu ifadelere yer verdi: “Gündelik anlamında yardım kelimesini kullanmak yanlış olmamakla birlikte, yardım bir acizlik durumunu çağrıştırdığında sorunlu olabilir. Birinin yardıma ihtiyaç olması durumunda aciz ya da muhtaç olduğunu gündelik olarak vurgulayan bir biçimde kullanmak her zaman yanlış olmayabilir. Fakat bu kavramlar, depremzedelere hem kamu kurumları hem de özel kişiler tarafından verilen destek ve yardımlar bir lütufmuş gibi göstermek amacıyla kullanılırsa, etik ve politik açıdan sorunlu bir hal alır. Bu bir minnet ve başına kakma ilişkisi doğurabilir. Öncelikle kamu kurumları açısından bakacak olursak, devletli ya da devletsiz birçok yönetim sistemi zaten fiili ya da yasal olarak halkının ihtiyaçlarını karşılama vaadinde bulunur. Yurttaşlar ya da halk, bir biçimde kaynakların en eşitsiz dağıldığı toplumlarda dahi ortak zenginliğin bir paydaşı olarak görülür. Bu durumda kamu kurumlarının gerçekleştirdiği yardımlar bir lütuf değil görevdir. Hatta kamu kurumları dayanışma göstermez, vaat ettiği üzere halkına her koşulda hizmet eder. Siz bir annenin çocuğuna süt emzirdiği için ya da bir dostun başka bir dostun ihtiyacını karşılayıp iyilik yaptığında bundan sürekli bahsetmesini hoş karşılar mısınız? Fakat şunu da belirtmek gerekir ki, bir devlet ya da yönetim sistemi ile halk arasındaki ilişki bir ebeveyn-çocuk, dostlar arası ilişki değildir.”
‘ACZİYETİ’ VURGULAMAK SORUN YARATABİLİR
Afet sonrası yapılan yardımları insanların acziyetini sürekli dile getirmek, bu afetin açtığı sınavların kökenlerini gizlemek gibi bir işlev de gördüğünü ifade eden Akgün, “Özel kişilere gelecek olursak, bunlardan akla hemen en iş insanları gelir. Bu topraklarda yaşayan birçok kültür ve topluluk tarafından hayırsever olmak önemli bir değer olarak görülür. Hayırsever dendiğinde ilk akla gelen karşılıksız yardım yapan kişidir. Elbette insanlar birine verdiği desteğin ileride kendine de verilmesini beklerler. Bir karşılıklılık ilişkisi bekleyebilir. Yine de hayırseverden beklenen zor durumdaki insanlara yetişmesidir. Aslında hayırsever diğer insanlardan daha güçlü konumda olan birisidir. Hayırsever, başkasını aciz gösteren ve onda minnet yaratan bir amaca sahip olmasa da bir toplumdaki eşitsizliklerin de göstergesidir. Dünyada birçok hayırsever iş insanı, sanatçı, zengin vardır. Bu insanlar Afrika’daki çocuklardan tutun da çocuk işçiliğin önlenmesine kadar birçok faaliyette bulunur. Aslında bütün bu faaliyetler bir sorumluluk duygusu sonucu gelişir. Fakat siz sorumluluk yerine, yardım yaptığınız insanlara içinde bulundukları zor durumların nedeninin kendisi olduğunu, bunun kader olduğunu vurgulamak hoş karşılanmaz. Bu yüzden afet sonrası yapılan yardımları insanların acziyetini sürekli dile getirmek, bu afetin açtığı sınavların kökenlerini gizlemek gibi bir işlev de görüyor. 6 Şubat ve sonrasında gördüğümüz üzere, depremzede halk kendi suçlarıyla aciz düşmediler, aciz hale getirildiler. Bu yüzden, karşıdakinin zor durumunu kader biçimindeki bir acziyet olarak gösteren yardım dili oldukça sorunludur. Politik bir işlev görüyor. Bir doğa olayının bir toplumsal krize, bir afete neden dönüştüğünü saklama işlevi görüyor. Tam da bu noktadan Eduardo Galeano'nun dayanışma kavramı etrafında ifade ettiği üzere yatay ilişkileri ve sorumluluğu ifade eden bir dil kullanmak önemlidir” değerlendirmesinde bulundu.
HER KURUM GÖRÜNÜR OLMAK İSTER AMA…
Özel kurum ve kuruluşlarının deprem sahasında kendilerini görünür kılmaya çalışmasının depremzedelere yalnız olmadıklarını göstermek açısından normal olduğunu dile getiren Akgün, “Sahada çeşitli kamu kurumlarının, sivil toplum kuruluşlarının, siyasi ve toplumsal grupların kendilerini görünür kılmaya çalıştığını hatta reklamını yapmaya çalıştığını görüyoruz. Görünür olmak ve kendini göstermek depremzede halkın kendini yalnız hissetmemesi gibi bir işlev görür. Fakat kamu kurumlarının kendi reklamını sürekli yapması anormal bir duruma işaret eder. Sahada olduğunu göstermek halka moral vermek açısından normaldir, fakat bu zaten kamu kurumlarının görevidir. Bu yasal yükümlülüktür. Diğer gruplara gelince, her siyasal örgüt, toplumsal hareket ve sivil toplum kuruluşu gelecek işbirliklerini garanti altına almak, meşruluk oluşturmak için görünür olmak ister. Bu yüzden reklam yapmaları da oldukça normaldir. Bu sayede, halkın yanında olduğunu göstermeye çalışırlar. Bu yolla biz olma duygusu oluşturulmaya çalışılır. Sonuç itibariyle, dayanışmanın gösterilmesi ve görünür kılınmasıyla kolektif aidiyet üretilir. Fakat bunun bir şova dönüştürülerek halkın aciz ve muhtaç gösterilmesi başka amaçlara hizmet eder. Depremzedelerin uğradığı zararların nedenleri ve nasıl çözüleceği yerine yardım eden ile yardım edilen arasında bağlamından koparılan bir gösteri ortaya çıkar. Şov haline dönüştürülen yardım toplama faaliyetleri sorumlulukların örtülmesi, saklanması, toplumda var olan eşitsizlikler saklanması işlevi görür. Bütün bu söylediklerim televizyonlarda gerçekleşen yardımlar için de geçerli” diye konuştu.