Ülkemizde şiddet ne yazık ki vahim bir hal aldı. Buna bir de çocuk istismarı özellikle cansız bedenine ulaşılan Narin Güran vakası eklenince yaşananların ehemmiyeti artıyor!
Peki, kadına ve çocuklara yönelik şiddetin altındaki temel nedenler neler? Yaşanan şiddet topluma ne şekilde yansıyor? Medyanın bu noktada nasıl bir rolü var? Hayat pahalılığı, alım gücünün azalması, işsizlik, eğitimde ve ekonomide kriz derken üzerine bir de böylesine şiddet, cinayet vakalarının ekleniyor olması sosyal patlamalara neden olur mu ya da oluyor mu? Tüm bunların gölgesinde, kimlere hangi görev ve sorumluluklar düşüyor? Birey olarak bizler neler yapmalıyız? Uzman Psikolog Merve Ulcay, yanıtladı.
“Şiddet, çoğu zaman bir ilişkideki güç dengesizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkar” diyerek sözlerine başlayan Ulcay, şunları ekledi: “Ataerkil bir toplumda güç erke atfedilmiştir. Erkeklik ideolojisinde eril tahakkümden bahsedebiliriz. Kadını baskı altına alan, çalıştırmayan, kıyafetine sosyal hayatına karışan, okutmayan bir tahakküm. Erkek tahakküm kurduğunda ancak kendini değerli hissediyor. Ve bu erkek modeli kadının üstüne tahakküm kurduğu gibi çocuğuna da tahakküm kurmaktadır. Toplulukçu kültürümüzden de kaynaklanıyor. Doğu da onur kültürü yaygın. Kişi, töreye aykırı davranıldığında öldürülür ya da cezalandırılır. Grup kimliğinin itibarı üzerine, köyden ya da aileden birinin ‘yüzünü kara çıkarması’ gibi durumda töreye aykırı davranınca bireye ait suç değil de sülaleye, aileye ait suç olarak değerlendiriliyor. En korkutucu olan şeylerden biri de bu oluyor. Kan davalarına kadar gidiyor. Aile içinde olunca da gizleme yoluna gidiliyor.”
Ulcay, açıklamalarının devamında, “Bununla birlikte kadın ve çocukların yasal olarak da korunmadığı bir hukuki düzlemde, şiddet kaçınılmaz olarak vuku bulmaktadır. Narin cinayetinde de toplum olarak adalet arayışına gidilmeseydi, Narin’e bu kadar sahip çıkılmasaydı kimse ceza almadan dava kapatılacaktı belki de. Kadın ve çocuklara yasaların sahip çıktığı bir toplumda, şiddetin karşılığında cezai yaptırımın olacağı bilindiği bir toplumda şiddet, kaçınılması gereken bir davranış olur. Ülkemizde şiddetin vahim bir hal almasının sebebini insanların yasalarla korunmuyor oluşunda olduğunu düşünüyorum. Şiddetin artmasındaki en önemli sebeplerden biri de ‘İstanbul Sözleşmesi’nin iptali. Bireyin şiddete eğilimini etkileyen psikolojik faktörler üzerine uzun uzadıya farklı bir çerçevede konuşulabilir. Ancak ortaya çıkan şiddet davranışıyla devletin, yasaların ne yaptığı bu davranışın ortaya çıkıp çıkmamasını etkiliyor. Ataerkil sistemin yanında bir de yasalar kadın ve çocukları korumadığında güç tamamıyla erkin elinde olmaktadır. Güç ve şiddet arasındaki ilişki kompleks ve çok yönlüdür. Şiddet, sıklıkla güçsüzleştirme veya kontrol amacı taşır. Cezai yaptırımın olmadığı bir ülkede, şiddete eğilimli kişilerin algıladığı gücünün zedelenme ya da sarsılma ihtimali olduğunda şiddet gösterme olasılığı artıyor. Bu nedenledir ki şiddet konusunda adalet sistemi çok önem arz ediyor” bilgisini paylaştı.
Şiddet ve cinayet vakalarının birçoğunda ‘aile’ detayı öne çıkıyor. Kadınlar ve çocuklar genellikle yakınları tarafından zarar görebiliyor. Uzman Psikolog Ulcay, durumu şöyle değerlendirdi: “Aile toplumun en küçük yapı taşıdır. Ailenin amaç, inanç ve değerleri toplum değerlerini yansıtır. Yani aile toplumu, toplum da aileyi yansıtır diyebiliriz. Sosyal sınıf statüsü, kişilik özellikleri, eğitim gibi farklılıklar olabilmekle birlikte ailenin inançlarının kültürel yapılanmalar olduğu da doğrudur. ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ gibi kültürümüzün yansıttığı inançlar nedeniyle aile içinde olan şiddetin ortaya çıkması belki de aile dışından gelen şiddetin ortaya çıkmasına kıyasla daha güç olmaktadır. Şiddetin şiddet olarak tanımlanması ve şiddete karşı duruşun gecikmesi, aile içi şiddetin sürekliliğine neden olabilmektedir.”
Şiddet konusunda bireylerin bilinçlendirilmesi gerektiğini kaydeden Ulcay, “Beraberinde şiddetle karşılaşıldığında nerelere başvuru yapılması gerektiği ve destek mekanizmalarından haberdar edilmesini önemli buluyorum. Yani bu konuda eğitim verilmesi çok önemli. Aile içi şiddetin önüne geçecek önemli unsurlardan bir tanesi ‘kol kırılır yen içinde kalır’ inanışının değişmesi ve şiddetin gerekli kurumlara bildirilmesi önemli. Bu noktadan sonra her zaman üzerine vurgu yaptığımız konu adalet sisteminin iyileştirilmesi, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe girmesi gerekmektedir. Hukuksal bağlamda şiddetin cezai yaptırımı olmadığında aile içi şiddet devam edecektir. Bu nedenle ‘aile’ denilen kavram güven vermiyor demek yerine toplumdaki adalet sistemi güven vermiyor dememiz daha doğru olur” sözlerine dikkat çekti.
TOPLUM NASIL BİR REAKSİYON GÖSTERİYOR?Öte yandan Ulcay, kadın cinayetleri ve çocuk istismarı vakalarının bu kadar artmasının toplumda güven duygusunun azalmasına, böylelikle endişe, kaygı, korku, tedirginlik, huzursuzluk gibi duyguların yaşanmasına neden olduğunu aktardı. Ulcay, “Yalnızca insanlara değil, hayvanlara yönelik yapılan şiddet de benzer duyguların artmasına neden olmaktadır. Güven duygusu ancak adaletin olduğu yerde olur. Eğer adalet yoksa insanlar arası ilişkilerde güvensizlik baş gösterir. Toplumun gelecekteki reaksiyonuna yönelik yorum yapmak güç ancak var olan sisteme karşı inanç, güven ve umudun azaldığını gözlemliyorum” dedi.
CESARETİNİ KIRAR VE ŞİDDET UYGULAYANA GÜÇ ATFEDERTüm bu yaşananlarda medyanın etkisi göz ardı edilemez. Narin Güran vakası üzerinden konuyu detaylandıran Ulcay, “Narin vakasını bu kadar toplumun sahiplenmesini sağlayan sosyal medya oldu. Basın yayın kuruluşlarının bu açıdan şiddetin üstü örtülemeyeceği, peşine düşüleceği vurgusu ve gerçekten de peşini bırakmaması bireylerin yalnız olmadığı algısını yaratmaktadır. Topluma adalet arayışının medya ile yansıtılması gerekmektedir. Sadece şiddet uygulayana vurgu yapılması ve şiddete maruz kalanın mağdur olarak kaldığı bir haber silsilesi bireylerin haklarını savunma konusunda cesaretini kırar ve şiddet uygulayana güç atfeder” mesajını verdi.
TOPLUMSAL VE SOSYAL OLARAK DEVİNİM HALİNDEYİZ
“Hayat kalitesindeki düşüşün, maddi ve manevi olarak yarınımızın ön görülememesi, yolda yürürken ‘başıma bir şey gelir mi?’ düşünceleri güvensizliği, kaygıyı, depresif duygulanımı arttırıyor” ifadelerine yer veren Ulcay, “Toplum karmaşık bir yapı, kültürel yapılar çeşitli. Normları olan topluma nomik toplum denir. Anomi, toplumdaki normların, değer yargıların kaybolması demektir. Bir röportajda geçen ‘sosyal çürüme’ denen şeyi duymuşsunuzdur. Sosyal çürüme, bilimsel literatürde geçmiyor. Aslında bilimsel literatürde karşılığını anomi kapsıyor. Bizim kültürümüzde erdemli, merhametli olmak, komşusu açken tok yatmamak gibi kişisel, toplumsal ve kültürel değerlerin artık önemini yitirmeye, ‘kendi paçasını kurtarmanın’ önemli hale gelmeye başlaması anomiyi düşündürüyor. Bunların sonucunda sosyal patlama olup olmayacağını söylemek zor. Bunun yanı sıra toplum olarak Narin’e bu kadar sahip çıkılması, çocuk olduğu için duyarlı davranılması var olan toplumdaki değerlerimizle ilgili ve kıymetli. Toplumsal ve sosyal olarak devinim halindeyiz diyebilirim” değerlendirmesinde bulundu.
BU COĞRAFYADA KADIN VE ÇOCUK OLMAYI…
Kız çocuklarının okula gitme oranının ve eğitim imkanlarının arttırılması gerektiğini vurgulayan Ulcay, son olarak “Kadın ve çocukların hukuksal ve politik olarak korunması için İstanbul Sözleşmesinin yeniden yürürlüğe girmesi ve bunun için elimizden geleni yapmamız ve destekçisi olmamız gerekmektedir. Ailenin kutsallaştırılmasıyla aile içi şiddetin ortaya çıkması güçleşiyor. Bu nedenle bireyin haklarının korunması için adalet sisteminin düzenlenmesi ve beraberinde hukukun öncelikli hale gelmesi gerekmektedir… Her zaman söylediğim gibi toplum olarak birbirimizi daha çok gözetmek, temasa girmek ve acılarımızı paylaşmayı öncelikli hale getirmemizi önemli buluyorum. Şiddetin önüne geçen düzenlemelerin yapılması bu coğrafyada kadın ve çocuk olmayı kolaylaştırabilir. Bu sebepledir ki umudumuzu ve inancımızı kaybetmemeyi diliyorum” temennisinde bulundu.