AYSELİN UZUN-ÖZEL HABER- Geçtiğimiz günlerde Niğde’nin ardından, Ankara’nın Altındağ ilçesinde meydana gelen ve yaklaşık 80 köpeğin vahşice katledildiği olaya ilişkin tartışmalar sürüyor. Olaydan Altındağ Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü sorumlu tutulurken, Veteriner İşleri Müdürü Emre Çınar, köpeklerin tamamının trafik kazası ve hastalık gibi sebeplerden doğal yollarla yaşamını yitirdiğini öne sürüyor. Bu söylenenlerin mümkün olamayacağını belirten uzmanlar ise köpeklerin kasten öldürüldüğü şüphesi üzerinde duruyor. Benzeri olayların ülke geneline yayılma tehlikesine karşı uyarılarda bulunan İzmir Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Aylin Aras Öztürk, “Bazı kesimler nasıl olsa öldürmeye izin çıktı gözüyle bakarak köpekleri vahşice katlediyor” diye konuştu. Sosyolog Doç. Dr. İrfan Özet ise “Toplumsal bellekte bir tortu halinde yerleşmiş linç kültürü, modern bürokrasinin açtığı yasal-kanuni zeminle birleştiğinde, Altındağ’daki gibi insanlık dışı manzaralar önümüze çıkabilmekte” dedi
Yasa’da yapılan değişikliklerin hayvanları korumaktan çok uzak olduğunu vurgulayan Aras, “Her ne kadar Hayvanları Koruma Yasası’nda sokak hayvanlarının toplanmasına yönelik düzenleme yapılsa da böylesi bir öldürme biçiminin yasalara da aykırı. Eğer bir ötenazi kararı verilecekse bunu bir veteriner hekim verecek. Ayrıca bu sadece yasaklı ırklar ve hasta köpekleri kapsayacak. Gömülme işlemlerinin ise insan sağlığına uygun şekilde yapılması lazım. Bu katliamda anladığımız üzere 80’e yakın hayvan var ve her biri acı çektirilerek öldürülmüş. Bazılarının kafasının kesildiğini, midelerinin dışarıya çıkarıldığını görüyoruz. Aralarında gebe köpekler de var. Yani anlıyoruz ki bu yasa yanlış anlatıldığından bu tip olayların önünü açıyor. Çünkü bazı kesimler nasıl olsa öldürmeye izin çıktı gözüyle bakarak köpekleri vahşice katlediyor. Aslında yasaya göre öldürme en son çare ve belli şartları var. Bu veterinerlerin taktirine bırakılmış durumda. Yasayı yanlış anlayıp, ondan güç alarak ceza almayacaklarını düşünüyorlar. Tabi biz bu konuda İzmir Barosu Hayvan Hakları Komisyonu olarak da suç duyurusunda bulunuyoruz. Biz kesinlikle bunun peşini bırakmayacağız. Bu olayda suçluların öldürdükleri her hayvan için ayrı ayrı cezalandırılmaları gerekiyor. Çünkü burada bir toplu ölüm olsa bile her bir hayvana yapılan eziyet ve işkenceden, görevi kötüye kullanmadan ceza almaları gerekiyor. Çevre ve insan sağlığına aykırı şekilde yapılan gömme işleminden de ayrıca işlem yapılmalı. Şimdi hayvanların otopsileri yapılıyor, onun sonucuna göre değerlendirme yapılacak ancak hayvanların birkaç gün önce öldürüldükleri düşünülüyor. Çünkü üzerlerinde hala taze kanlar var. Bu da demek oluyor ki bu hayvanlar yasadan sonra öldürülmüş. Yani çok tehlikeli bir sürecin içine girmiş bulunmaktayız. Acilen bunu yapanlar hakkında etkin bir soruşturma yapılmalı, suçlular cezalarını çekmeli. Ayrıca yasa ile yapılan değişiklikler hayvanları korumaktan çok uzak bundan acilen bu yasadan geri dönülmeli” diye konuştu.
İzmir’de benzeri olayların yaşanmaması adına Hayvan Hakları Komisyonu olarak, belediyelerin barınaklarını ziyaret edip yazılar gönderdiklerini dile getiren Aras, “Böyle üzücü durumların bir daha yaşanmaması için barınak ziyaretleri yapıyoruz. Belediye başkanlarıyla sürekli iletişim halindeyiz. Şimdiye kadar, Dikili, Foça ve Kemalpaşa başta olmak üzere birçok belediye barınağını gezdik. Maalesef bunların içinde kötü durumda olan barınaklar da vardı. Hayvanların kötü şartlarda yaşadıklarını gördük. Sağlıklı giren köpeklerin burada sağlıklı bir şekilde yaşamanı devam ettirme şansı yok” şeklinde konuştu.
Türkiye’de sokak hayvanlarına karşı artan şiddet olaylarını sosyolojik bakımdan ele alan İrfan Özet ise “Altındağ’daki olay, geleneksel zamanlardan modern dönemlere kolektif belleğimizde yer etmiş şiddet kültürünün tekrar kendini hatırlattığı travmatik bir deneyimdir. Tabi şiddeti herhangi bir toplumsal grubun ya da kamusal problemin hal edilmesinde başlıca araç olarak gören grupların yalnız bize has olmadığını belirtmek gerek. Ancak Altındağ’daki korkunç olay üzerinden kolektif şiddetin de bu toplumdaki belirli kesimler üzerinden dip dalga halinde varlığını koruduğunu söylememiz gerekiyor.
Öncelikle geleneksel toplumların bir rutini halindeki linç kültürü, modern zamanlarda da farklı temsiller ve adresler üzerinden varlığını sürdürmekte. Modernitenin yekpare, tekil, homojen toplum tasarımlarının potansiyel olarak dışında kalmış topluluklara ilişkin uygulamalar, 20. yüzyıldan bugünlere korkunç miraslar bıraktı. Bu anlamda azınlıklara, göçmenlere, inanç gruplarına, yaşam tarzı yönünden farklılık arz eden kitlelere yönelik merkezileşme politikaları, maalesef arındırma hatta yok etme yöntemleri üzerinden yürüdü. Bu tür imha politikalarının bir boyutunu da devlet aygıtı ya da politik toplumla bütünleşmiş grupların yeltendiği sınır tanımaz, radikal şiddet eylemleri oluşturuyordu. Ortak bir kamusal alan bilincinden yoksun; kamusal alanı farklı kültür, kimlik gruplarıyla birlikte canlılarla da bir bütün olarak değerlendirme kapasitesinden yoksun bu grupların beğenmedikleri ya da tehdit olarak gördükleri varlıklarla ilgili rutin başvuru kaynağı şiddet olmuştur. Tabi bu tür radikal eylemlere yeltenmelerinde, içeriği muğlak bir düzeyde tanımlanmış kanun ya da yasaların varlığını da dikkate almak gerekir. Dolayısıyla toplumsal bellekte bir tortu halinde yerleşmiş linç kültürü, modern bürokrasinin açtığı yasal-kanuni zeminle birleştiğinde, Altındağ’daki gibi insanlık dışı manzaralar önümüze çıkabilmekte” ifadelerini kullandı.