SEMİ TEKTAŞ-ÖZEL HABER - Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü... Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2024 yılı ilk 10 ayı verilerine göre; 204 kadın eşi, babası, sevgilisi, birlikte yaşadığı erkek, birlikte olmak istemediği ve tanımadığı kişiler tarafından evde, işte, sokakta sosyal yaşamın her alanında katledildi. Ayrıca, şüpheli kadın ölümleri geçen yıla göre artış göstererek 276’ya yükseldi. Toplumun her alanında yükselen şiddetin ilk hedefleri kadın ve çocuklar oluyor. Siyaset mekanizmasının kadına yönelik şiddette sorunun kaynağına değil sonuca odaklanması ise en büyük tepki noktası. İzmir Barosu Genel Sekreteri ve Çocuk Hakları Merkezi’nden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Zöhre Dalkıran, kadına yönelik şiddet ve şiddeti ortaya çıkaran nedenler ile mücadele edilmesi gerektiğinin altını çizerken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir İl Kadın Kolları Başkanı Zahide Kurun ise kadınlara uygulanan psikolojik şiddetin önlenebilmesi gerektiğini ifade etti. Kadına yönelik şiddette ortak serzeniş: politika eksikliği…
Kadına yönelik şiddetin nedenlerinin sorgulanması gerektiğini belirten Dalkıran, kadına atfedilen toplumsal rollerden de kurtulmamız gerektiğinin altını çizdi. Dalkıran, “Kadına yönelik şiddetin nedenleriyle, şiddeti ortaya çıkaran sebeplerle mücadele etme noktasında sorunumuz var. Çünkü biz ‘Şiddet ortaya çıktıktan sonra bu şiddetle ilgili ne yapılabilir?’ diye kafa yoruyoruz. Ama o şiddeti doğuran toplumsal cinsiyet temelli, şiddeti ortadan kaldırabilecek bir politik duruşumuz yok. Kadına yönelik şiddetin kökenlerine inmemiz gerekiyor. Sebeplerini ortadan kaldırmamız gerekiyor. Nedenleriyle mücadele etmemiz lazım. Bunun da en önemli olgusu toplumsal cinsiyet rolleri. Kadına; ikinci sınıf, itaat eden, söz dinleyen, kutsal aileyi ayakta tutan roller biçiliyor. Bütün bu roller yerine getirilirken o şiddete ses çıkarmayan bir model haline geliyoruz. Biz bununla mücadele etmediğimiz, bu toplumsal cinsiyet rolünün de doğru olmadığını ve bu nedenle şiddete maruz kaldığımızı kabul etmediğimiz sürece bu şiddet sarmalı devam edecektir. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin nedeniyle mücadele etmeniz gerekiyor; önlemek için uğraşmanız gerekiyor. Ortaya çıkan sonuçları da ortadan kaldırmak ya da sonuçlarını kadın lehine düzenlemek için bir bütüncül politika gütmek lazım. Ama maalesef ki bizde öyle değil. Şiddet gören kadını konuk evine yerleştirelim, geçici bir süre onu şiddetsiz bir ortamdan uzak tutmaya çalışalım gibi sadece günü kurtaran çözümler peşinde koşuyoruz. Oysa şiddetin nedenlerini ortadan kaldırmamız lazım. Önlemek için çok etkin bir mücadele yürütmemiz gerekiyor. Adil bir yargılanma yapılmalı ve cezasızlıkla sonuçlanmayan yargılamaların yapılması gerekiyor. O verilen cezalarında infaz edilmesi gerekiyor ki bir caydırıcılığı olsun. Şiddette maruz kalmış olan kadını toplumsal yaşama güçlendirilmiş olarak yeniden kazandırmamız gerekiyor. O şiddet sarmalına bir daha girmeyeceği şekilde donatmamız gerekiyor. Ekonomik olarak ayakta durması, psikolojik olarak desteklenmesi, toplumsal alanda yer alabilmesi ve gerçekten kendini güvende hissedebileceği bir birey olabileceğini hissettireceğimiz bir olanak sunmamız gerekiyor” dedi.
Kadına yönelik şiddette sorunun kaynağına inilmesi gerektiğini söyleyen Kurun, şiddetin psikolojik boyutuna dikkat çekti. Kurun, “Öncelikle sorunun kaynağını bilmek gerekiyor. Bu sorunun da en büyük kaynaklarından bir tanesi politika, siyaset. Çünkü siyasette kullanılan şiddet ve ataerkil dil kadına olan bakış açısını da değiştiriyor. Bununla birlikte şiddetin sadece siyasi boyutları değil, ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim ve coğrafi boyutları da var. Bazen sadece fiziksel şiddeti şiddet olarak kabul ediyoruz. Yeri geliyor kadın örf, adet, gelenek, görenek ya da toplumsal baskıdan dolayı şiddet gördüğünü söyleyemiyor. Bazen şiddet gördüğünün bile farkında olamayabiliyor. Şiddet sadece fiziksel değildir, şiddet sadece görünür değildir. Bunun yanında en ufak bir hak ihlali dahi şiddete girer. Psikolojik olarak mobingler de her türlü baskıda şiddete girer. Bunları öncelikle bilmek, tanımak gerekiyor ve ondan sonra nasıl çözüm üretileceğinin yollarına bakılmalıdır. Öncelikle eğitim çok büyük bir faktör. Bakış açımızın değişmesi, empati yapma gücümüzün daha güçlü olması, görünür olması gerekir. Toplumun o ataerkil dili, özellikle siyasetin o kadına bakış açısındaki o şiddet dilini mutlaka bir kenara bırakması ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gösteren bir dile sahip olması gerekiyor. Söylemlerini ve eylemlerini de bu şekilde geliştirmesi gerekiyor. Bu çözüm önerilerinin yanında bir de hukuki boyutu var. Hukuki olarak da belki Türk Ceza Kanunu’ndaki cezalar oldukça ağır olabilir. Ancak ne kadar uygulanıyor bunu tartışmak gerekiyor. İndirim cezaları, iyi hal cezaları gerçekten olması gerektiği gibi mi uygulanıyor? Yoksa dost, ahbap, tanıdık, belki de adaletin gücü değil de güçlünün adaleti sistemi içerisinde bu ceza kanunları gerçekten uygulanabiliyor mu? Buna bakmak gerekiyor. Cezai yaptırımların uygulanması gerekiyor. Cezaların yaptırım gücü uygulandığında mutlaka şiddet daha da azalacak” değerlendirmesinde bulundu.
Toplumsal cinsiyet eşitliği kapsamında eğitimin aileden itibaren verilmesi gerektiğini dile getiren Kurun, erkeklerin şiddette yoksulluğu bir meşrulaştırma biçimi olarak kullandığını belirtti. Kurun, “Eğitim derken sadece okullarda verilen eğitimlerden bahsetmiyorum. Elbette öğretmenlerin, öğrencilere katacağı eğitim çok önemli ama aynı zamanda ailedeki eğitim de çok önemli. Bu sadece annelerin vereceği eğitim değil, anne ve babaların, ebeveynlerin vereceği bir eğitimden bahsediyorum. Bir ailedeki kız ve erkek çocuklarına bakış açıları, yaklaşımları farklı oluyor. Erkek çocuğu daha güçlü bir figür, kız çocuğu ise daha mazlum gösteriliyor. Kadın ve erkeğin aile içerisinde çocukluğundan başlayan ‘Erkek ister, kız çocuğu’ yapar söyleminden vazgeçilmediği sürece bu toplumsal cinsiyet rolleri kaynaklı sorunlar devam eder. Kadın ve erkeğin çocuk yaştan itibaren eşit olduğu anlatılmalı, göstermelidir. Doğru söylem ile anlatıldığında mutlaka yetişkin birer birey olduklarında da kadın erkek eşitliğine inan bireyler olarak karşımıza çıkacaklar. Diğer önemli bir husus ise yoksulluk. Genelde erkek yoksulluğu bir maske olarak kullanıyor. ‘Yoksulluktan strese girdim, ne yaptığımı bilmiyorum, ekonomik sıkıntılar nedeniyle şiddet uyguladım, çok özür dilerim, affımı istiyorum’ gibi sözler kullanıyor şiddet uyguladıktan sonra. Fakat kadın da aynı yoksulluğu yaşarken şiddet göstermiyor. Erkek direkt şiddete yönelirken kadın daha makul çareler aramaya yöneliyor” ifadelerini kullandı.
Artan şiddetlere yönelik toplumsal anlamda tepki gösterilmesi gerektiğini söyleyen Kurun, “Şiddetin, dili, dini, ırkı, mezhebi, rengi olmaz. Şiddet her halükârda şiddettir. Mevcut siyaset sisteminde ataerkil dil çok fazla kullanılıyor. Şiddet normalleştiriliyor ve esas acı olanda bu. Olağanlaştırılarak suçlular masumlaştırılıyor, kadınlar, şiddete uğrayan kişiler sanki suçluymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor. İzmir Büyükşehir Belediye Meclis üyesi Latif Aydemir'in söylemiş olduğu ‘Öldüren kadar da ölen de suçludur’ söylemi bu cinayetleri normalleştirmeye yöneliktir. Ölen kişi ya kılık kıyafetiyle ya görüntüsüyle ya cinsel tercihlerinden dolayı bir nevi ölümü ya da şiddeti hak etmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Toplumun her kesimi sadece siyasi partiler olarak değil, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla bu şiddete topyekûn dur denilmesi gerekiyor. Hayvanlarla ilgili bir yasa çıkarıldı ve hayvanlar katledildi, doğa katledildi. Herhangi bir canlıya zarar verildiğinde bu şiddetin boyutu ve şekli değişiyor. Ancak şiddet daha da güçlü ve daha şiddetli bir şekilde uygulanır hale geliyor. Son gelinen noktada da surlardan kadınların bedenleri parçalanıp atılıyor, bedenleri yakılıyor, bedenleri bir valizin içine koyulup çöp konteynerlerine atılıyor ya da küçücük çocuklar çuvalın içine koyup derelere atılıyor. Artık şiddetin boyutu idrak edebileceğimizin çok çok üzerine çıkmış bulunuyor. Herkesin aynı anda güçlü bir şekilde ses çıkartması ve karşı durması gerekiyor. Nasıl ki Latif Aydemir İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi'ne bir sonraki toplantısına geldiğinde orada güçlü bir eylem yapıldı, meclise alınmadı, bu bir örnektir. Her alanda bunların daha güçlü bir şekilde yapılması gerekiyor” diyerek sözlerini tamamladı.