AYSELİN UZUN-ÖZEL HABER - Türkiye’de son yıllarda artan hırsızlık olayları ve özellikle gıda ürünlerinin çalınması, ülkenin girdiği ekonomik çıkmazın beraberinde toplumsal yozlaşmayı da getirdiğini işaret ediyor. Suç oranında meydana gelen bu artış ile birlikte, birçok markette başta bebek ürünleri olmak üzere belirli ürünlerin kilitli fanuslarda raflarda yer aldığı görülüyor. Bu durumun altında yatan başlıca sebebin, hükümet tarafından izlenen yanlış politikalar olduğuna dikkat çeken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Mahir Polat, Türkiye’nin derin yoksullukla mücadele ettiğini ve bunun toplumsal çürümeye neden olduğunu belirtiyor.
CHP’li Polat, Türkiye’de sosyal devlet anlayışının gün geçtikçe yok olduğunun altını çizerek, “Ülkemiz uzunca bir süredir yoksulluk fazından derin yoksulluk fazına geçmiş durumda. İnsanlar, asgari yaşamlarını sürdürebilecekleri kuru ekmeğe muhtaç hale geldiler. Gittikçe daha da artan bir yoksulluk var. Vatandaş temel gıdaya ve evrensel ihtiyaçlarına bile ulaşmakta zorlanıyor. Ülke bu haldeyken devlet, kendi üstüne düşenleri yapamayacak durumda. Sosyal devlet ilkesinin tamamen yok edildiği bir Türkiye’ye doğru gidiyoruz. Toplumun her kesiminden ve her gruptan insanın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve dolayısıyla bu durumdan bir çıkış araması da elbette beraberinde yolsuzluğu ve ahlaki yozlaşmayı da getirebiliyor. Bu bağlamda yoksulluk bütün kötülüklerin anasıdır diyebileceğimiz bir noktadayız. O nedenle Türkiye’nin hızlıca bir normalleşmeye ve bu iktidardan kurtulmaya ihtiyacı var. Biz o yüzden Cumhuriyet Halk Partisi olarak erken seçim talep ediyoruz” açıklamasında bulundu.
Bir toplumun kültürel ve ahlaki bakımdan yozlaşmasının sebeplerini sosyolojik açıdan değerlendiren Sosyolog Doç.Dr. İrfan Özet ise “Sosyolojide buradaki sosyal davranışları tanımlamaya dönük girişimlerde Durkheim’ın anomi ifadesi önemli bir eşiktir. Anomi, oturmuş-yerleşmiş normatif değerlerin hızlı-radikal değişim kültürünün çapı karşısında tıkandığı koşullarda, tipik bir sosyal davranış modeli olarak öne çıkmaktaydı. Durkheim’ın yaşadığı evrede değişim dalgasını, Fransız İhtilali’nin taşıdığı yeni siyasal değerler, endüstriyel devrim, kapitalistleşme ve kentleşme gibi modern dinamikler temsil ediyordu. Geleneksel-kolektif toplum normlarının çözüldüğü bu hızlı değişim karşısında bocalayan bireylerdeki tipik uyumsuzluk, kriminal eylemler gibi anomik davranışlar olarak kendisini göstermekteydi. Tabii modernleşme sürecinde bu tür pratiklerin kapsamı ve derinliğinde her toplumun kendine özgü koşulları etkili olabilmektedir. Günümüz Türkiye’sinde söz konusu davranış setleriyle ilgili olarak özellikle sosyal çürüme kavramsallaştırması revaçta. Krizle girilen 21. yüzyıl, Türkiye için bir yandan da küresel piyasalarda döviz ve sıcak paranın merkezden çevre ülkelere doğru salınımının getirdiği fırsatlara sahne olmaktaydı. Bu evrede öne çıkan çarpıcı hikâyeler, sınıf atlayan, burjuvalaşan ya da en yalın haliyle orta sınıflaşan aktörler etrafındaydı. Ancak 2010 sonrasından itibaren sıcak para ve sermayenin peyderpey merkez ülkelere geri dönüş trendi, söz konusu pembe hikâyenin de sonuna işaret ediyordu” dedi.
Türkiye’nin yaşanan ekonomik kriz ve düzensiz göçmen sayısındaki artış nedeniyle, Latin Amerika ülkelerinden bir farkı kalmadığını söyleyen Özet, “Bugün geldiğimiz noktada enflasyon ve yüksek döviz kuru sarmalında bocalayan kitle dünyası, bir yandan da alışık olmadığımız türden dinamiklerle kuşatılmakta. Adeta Latin Amerika ülkeleri gibi nitelikli nüfus tabakalarını aşama aşama kaybetme, massetme kapasitesinin çok üzerindeki göçmen-mülteci-sığınmacı hattına çekilme; mafyatik ilişkilerin, kayırmacılığın kamusal alana hâkim olması; kurumsallaşmadan uzaklaşmayla otoriterleşme eğilimlerinin eş zamanlı gelişimi söz konusu. Bu tür dinamiklerin kamusal yaşamda tetiklediği potansiyel etkiler, özellikle büyük kentlerde daha çok açığa çıkmakta. Taşraya özgü ön milliyetçi karakterdeki dayanışma ve sosyal sermaye ağlarından yoksun bu tabakaların kentsel yaşama tutunma repertuarlarına maalesef ki kriminal eylemler de sokulabilmekte. En temel ihtiyaç kalemlerini karşılamakta zorlanan bireylerde, özellikle kamusal alanda kayırmacılığın, kuralsızlığın, eşitsizliğin norm haline geldiği tasavvuru da söz konusu eylemlere yönelmelerinde etkili bir arka plan olabilmektedir. Dolayısıyla sosyal çürüme olarak kendisini gösteren bu eylemleri, salt kişisel yönelim mekanizmalarının ötesinde, yapısal faktörleri de dikkate alarak ele almak gerekmektedir” dedi.