Kültür sanat fakiri İzmir!

İzmir kültür sanat faaliyetlerinde kıtlık yaşıyor. Etkinlikler genellikle belediyelerin istekleri doğrultusunda ilerlerken İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerin çok gerisinde kalan kent çözüm arıyor

Haber Giriş Tarihi: 27.05.2024 08:50
Haber Güncellenme Tarihi: 27.05.2024 08:50

SEMİ TEKTAŞ-ÖZEL HABER- Sanat Özgürlüğünü İzleme (SÖZ) Platformu’nun yayınladığı 2023-Türkiye’de Sanatsal İfade Özgürlüğü Yıllık Rapor’da 2023 yılında kültür sanat dünyasının maruz kaldığı sansür, otosansür, cezalar, etkinlik iptalleri, yasaklar, davalar, telif hakları ihlalleri, grev gibi farklı başlıklar incelendi. 35 dernek ve siyasi partinin hedef gösterdiği 41 konser/festival, 2 sergi, 2 edebiyat etkinliği, 2 film gösterimi, 1 tiyatro oyunu ve 1 kitap fuarı iptal edildi veya yasaklandı. Kadın, LGBTİ+ ve hayvan haklarını savundukları gerekçesiyle 5 sanatçı, 1 dergi ve 1 sergi hakaret ve tehditle karşılaştı. Verilere göre etkinlik iptallerinde en çok öne çıkan gerekçe “toplumun birlik ve bütünlüğünü korumak” ve “gençlerin ahlakını bozacak etkinlikler için tedbir almak” oldu. Yani 2023 yılı sanat için facia yılı oldu. İzmir’de bu sansürlerden, iptallerden nasibini aldı. Türkiye, kültür sanat etkinliklerine ulaşmada gelişmiş birçok ülkenin gerisinde kalmış durumda. Özellikle İzmir ise Türkiye’nin en büyük üçüncü kenti olmasına rağmen etkinlik kıtlığı yaşıyor. Genel itibariyle büyükşehir belediyesi etrafında gerçekleşen etkinlikler istenilen seviyeye çıkamıyor. Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği (UASB) Başkanı Şair-Yazar Ümit Yaşar Işıkhan, İzmir’in bu geri kalmışlığını “İzmir, kimlik bunalımını yaşanıyor. İstanbul hem ticaret hem de turizm kenti; Ankara ciddi, asık suratlı bir bürokrat kentidir. İzmir ise, neşeli, oynak, rengarenk, günlük yaşayan ve fazla kaygısı olmayan insanların, liberal kentidir. Ankara ve İstanbul her şeyin üst boyutunu yaşarken; İzmir’de sanat, ‘eh olursa iyi olur’un rahatlığını yaşar” şeklinde ifade ediyor.

ORTADOĞU’DAN GERİDE

Türkiye’nin kültür sanat etkinliklerinde Ortadoğu ülkelerinden bile geride kaldığının altını çizen Işıkhan, Türkiye’nin uluslararası alandaki etkinlik faaliyetlerinde ismin geçmediğinin de eleştirisinde bulunuyor. Işıkhan, “Kültür sanat faaliyetleri konusunda yoksul olduğumuzu, az gelişmiş dediğimiz Ortadoğu ülkelerinin bile gerisinde kaldığımızı söyleyebilirim. Örneğin, 1986 yılında Irak’ın Bağdat kentinde yapılan ‘Mirbed Uluslararası Şiir Festivali’ne katılmıştım. 50 ülkeden ortalama 500 şair ile 14 gün süren festival düzenlenmiş, konuk sanatçılar özel tren veya uçaklarla her gün ülkenin değişik bir kentinde halk ile buluşturuluyordu. Biz ne yapıyoruz. Ahbap çavuş ilişkileriyle yurtdışından çağrılan üç yabancı şair ile yapılan etkinliği abartarak “Uluslararası Şiir Festivali” diyoruz. Ve maalesef belediyelerin bu basitliği kopyalayarak birbirine kötü modeller sunduklarını görüyoruz. Tabi, nitelik ve süreklilik de önemli. Makedonya’da Ohri Gölü kıyısında 100 ülkeden şairlerin katıldığı “Struga Şiir Akşamları” etkinliği1966 yılından beri sürdürülüyor. Bu aşamada ulusal anlamda bazı kentlerimizde uluslararası etkinliklerin yapılıyor olması; maalesef uluslararası alanda marka yaratıldığı, özgün ve farklılık yaratıldığı anlamını kazandırmıyor. Şöyle bir dönüp baktığımızda; ulusal anlamda özgün bir sunumun ve kültür sanat etkinliğimizin olmadığını da görürüz. “Yiğidi öldür ama hakkını yeme” ata sözümüzden hareket edersek, güney illerimizde yıllarca yapılmakta olan Uluslararası Film Festivallerinden söz edebiliriz. Bunca tantanaya rağmen; dünya sinema sektöründe kibrit alevi kadar etkisi olmadı. Çünkü biz bu etkinlikleri laf olsun diye veya birilerine rant sağlasın diye sürdürüyoruz. Çünkü bu ülkede sinema platosu ve evrensel anlamda seyirciyi çekecek sinema sektörü de oluşmadı. Milli sinemadan, arabesk sinemaya en sonunda da televizyona, şimdi de internetin yarattığı sonsuz alan olanakları karşısında, darmadağın olmuş bir sanat molozu ile karşı karşıya kaldık. Plastik sanatlarda 1895 yılında başlayan Venedik Bienali ile eşdeğerde bir etkinliğimiz yok. Peki, dünyada yeni bir şey var mı?  O da tartışılır. Bilişim teknolojisinin, sibernetiğin hayatımızı işgal ettiği bir zaman diliminde, yapay zekanın sanatsal üretime el atması sonucunda, yaratılan farklılıklar karşısında, hepimiz şaşkın durumdayız. Artık hayatımızda yeni kavramlara ve sonsuz olanaklara alan ayırmamız gerekir” diye konuştu.

BU KENT SAHİPSİZ

İzmir’in bir kimlik bunalımı yaşadığını söyleyen Işıkhan, İzmirli sanatçıları da eleştirerek ‘Hep davet bekliyorlar’ ifadesini kullandı. Işıkhan, “Sanat, gücünü o toplumun yaşadığı çelişkilerden alır. Rahat, günü kurtaran ve ciddi, tutarlı talepleri olmayan toplumların hayatı da günü kurtarmanın çerçevesinde çizilir. İzmir sanayi kenti mi? İzmir tarım kenti mi? İzmir turizm kenti mi? Hiçbiri. Bana göre İzmir, kimlik bunalımını yaşanıyor. İstanbul hem ticaret hem de turizm kenti; Ankara ciddi, asık suratlı bir bürokrat kentidir. İzmir ise, neşeli, oynak, rengarenk, günlük yaşayan ve fazla kaygısı olmayan insanların, liberal kentidir. Ankara ve İstanbul her şeyin üst boyutunu yaşarken; İzmir’de sanat, ‘eh olursa iyi olur’un rahatlığını yaşar. Doğal olarak talepleri olmayan, olsa bile ciddiye alınmayan, çelişkilerini bile içine gömen, şımarık mahalle kızı rolündedir. Düşünebiliyor musunuz, İzmir, Türkiye’nin 3. büyük kenti olmasına rağmen ulusal bir gazetesi, TV kanalı ve edebiyat dergisi bile yok. Sanatçıları, kokteyllerde buluşan bu kentin kültür- sanat talepleri, ister istemez kenti yöneten insanların vizyonuna, farklı ilişkilerine veya laf olsun sunumlarına mahkûm kalır. Bu durumdan kurtulabilmenin ilk koşulu, bu kentte yaşayan sanatçıların, alanlara çıkıp görünür olmaları, talep ve önerilerini ciddiye alacak bir yöneticiye ulaşmaları gerekir. Aziz Kocaoğlu döneminde İBB Başkanlığı öncülüğünde gerçekleştirilen “İzmir Sanat Çalıştayı”na 250 konuk davet edilmişti. Bunların içinde on iki İzmirli sanatçımız vardı. Diğerleri başka kentlerden gelenlerdi. Yani, kentin ruhunu temsil eden, İzmir’de yaşayan, ürün veren on iki kişi…Uçaklar, oteller, kokteyller, sekreterler, sevgililer ve bol bol magazin fotoğraflarından sonra herkes malikanelerine çekildi. Ne oldu? Sonuç ne? Hiçbir şey. Bu kent sahipsiz aslında. Şairi, ressamı, müzisyeni, tiyatrocusu pencereden davet bekliyor. Oysa bu kentin ruhunu, geçmişini ve geleceğini inşa eden, bu kentin sanatçılarıdır. Bu kentin gelişmişliği gökdelen sayısı ile değil; hayata anlam katan, kentin ruhunu taşıyan sanatçılarıyla ölçülür. Toplumun geleceğini aydınlatan sanatçılar, günü yorumlayarak yaşadığı çağa im koyandır. Sinema, kütüphane, galeri, amfi tiyatro ve konser salonlarının sayısı, sanata ve sanatçıya verilen değer o kentin gelişmişliğini gösterir. Bu kentte 50 yıldır yazan, çizen ve kültürel hayata emek harcamış biri olarak; elbette bu kentin canına okuyan beton sever belediye başkanlarına daha önce söylediğim gibi, söyleyeceklerim var. Lütfen, bu kentin bütün sanat disiplinlerinden usta sanatçıların yer alacağı Kent Kültür Konseyi’ni kurunuz. Bu konuda hazırladığım uygulama yönetmeliğini verebilirim. Kültür Bakanlığı ile ilgili Belediye Kültür Müdürlerinin de katılımcı olacağı ve bu kentin ruhunu temsil eden, her daldan usta sanatçının yer alacağı Kent Kültür Konseyini kurunuz. Bu anlamda işlerliği konusunda kendilerine brifing de verebilirim” değerlendirmesinde bulundu.

MÜHENDİSTEN KÜLTÜR MÜDÜRÜ

İzmir’deki kültür sanat etkinliğindeki sıkıntıların çözülebilmesi için öncelikle kentte yaşayan bütün sanatçıların envanterinin çıkarılması gerektiğini belirten Işıkhan, çözüm için şöyle konuştu; “Bu kentte kaç ressam, kaç edebiyatçı, kaç müzisyen veya genel olarak kaç sanatçımız var. Verilere göre ihtiyaç duyulan etkinliklerin planlanması gerekir. Kültür sanat etkinliklerinde bilimsel çalışan veya kentin sanatçısını ön planda tutan, örnek gösterilecek bir yerel yönetim olduğunu sanmıyorum. Bu nedenle İzmir dışındaki kentlerde de “kör topal birbirini ağırlar”.  Böyle olduğu için uluslararası arenada “işte bu” diyebileceğimiz marka olmuş bir etkinliğimiz yok. Neden yok? Kültürden haberi olmayan, ders kitapları dışında kitap okumamış, sanatın ortak söylem ve eylem dilinden haberi olmayan kişileri, kültür ve sanattan sorumlu yaparsanız, o kentin kültür ve sanatı konusunda üreteceğiniz politika veya strateji, ancak bu kadar olur. Kendi yerel sanatçısını önemsemeyen, desteklemeyen, yüceltmeyen bir yerel yönetimin bu ülkeye vereceği en büyük zararı vermiş olur. Makine mühendisinden, rehberlik öğretmeninden Kültür Müdürü olur mu? Eh bu kentte olur(!) Olunca da aynı dili konuşamazsınız. O sizi anlamaz ki zaten anlamak da istemez.”

BETON DEĞİL SANAT

Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıların insanların sanata olan ilgisini azalttığını belirten Işıkhan, “Hayat bir bütündür. Yiyecek ekmeği olmayan insanlara kitap alın okuyun, ailecek tiyatroya gidin, sinemaya gidin diyemezsiniz. Elbette, öncelikle ekonomik yapının, kültürel algılanımlara da alt yapı oluşturması gerekir. İşte bu nedenle Kültür Bakanlığı ile Yerel Yönetimlerin asli görevleri arasında hiçbir ayırım yapmadan, bütün vatandaşların kültür sanat ihtiyaçlarının karşılanması yasal bir zorunluluktur. Yani, ilgili Bakanlık veya ilgili Belediye Başkanı bu hizmetleri planlayarak ve en çok ihtiyaç duyulan bölgelerde/mahallelerde halka sunmak zorundadır. Keyfi değil, yasal zorunluluktur. Ancak bütün bu sunumları planlarken; işin uzmanları ve usta sanatçıları ile hareket etmelidir. Ayrıca geleceği inşa etmek adına da özellikle ihtiyaç duyulan bölgelerde; gençlere/çocuklara dönük eğitim ve sunum hizmetlerini de planlamak ve gerçekleştirmek zorundadırlar. Hayatı kurgulayacak olan insandır. Bu nedenle hayatın bütün alanlarında insanı ön planda tutmak zorundayız. Donanımlı, kültürel algısı gelişmiş insanlar daha seçicidir. Nitelikli yaşamı ancak o zaman kurgulanabilir ve yerel veya ulusal başarıdan söz edilebilir. Bu nedenle bir kentin gelişmişliği veya yerel yönetimin başarısı, kentin canına okuyan dikey beton yığınlarıyla değil, o kente anlam ve estetik değer katan sanat, sanatçı ve kültürel algısı gelişmiş insanlarla ölçülebilir” ifadelerini kullandı.