KEMAL ÖZKURT – ÖZEL HABER - Tarım ve hayvancılık sektörü, ithalatın etkisiyle her geçen yıl daha fazla dışa bağımlı hale geliyor. 2010 yılından bu yana kesintisiz devam eden et ithalatı, sektörü ithalata dayalı bir yapıya dönüştürürken, her bakanın vaatleri çözümden uzak bir tabloyu beraberinde getirdi. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın, 2024 yılı bütçe teklifinin görüşüldüğü Plan ve Bütçe Komisyonu’nda dile getirdiği “Et ithalatını gündemden çıkaracağız” açıklaması, geçmişteki benzer vaatlerin ötesine geçemedi. Tarımsal üretimi planlama çalışmalarında ise hayvancılık ve su ürünleri için 2024-2026 dönemini kapsayan destek kararnamesi, 2025-2027 dönemine ilişkin 3 yıllık bitkisel üretim destekleri gibi kararlar, sektöre dair desteklerin sürdürüleceğini işaret etse de mevcut bağımlılık yapısının değiştirmediği gibi her yıl ekim ayında ‘bu yıl ne ekeceğiz’ kaygısında olan çiftçinin kafasını daha çok karıştırdı. Uygulanan tarım politikaları sebebiyle çiftçilerin neoliberal politikalarla sermaye bağımlılığına sürüklendiğini belirten Çiftçi-Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu, “Çiftçiler, otlakların özelleştirilmesi ve yerel tohumların dışlanması nedeniyle sermayeye bağımlı hale getiriliyor. Bu süreç, üreticilerin hayvancılığı ve tarımı bırakma riskini artırıyor” dedi.
Neoliberal tarım politikaları ve bunları uygulayan hükümetlerin, tarımsal üretim içinde bulunan çiftçileri, köylüleri sözleşmeli üretim gibi yöntemlerle ailelerinin ve kendilerinin emeklerinin yanı sıra tarlalarını, araçlarını, gelirlerini kiralayarak iliklerine kadar sömürüp tamamen işçi yapmak istediğini belirten Çobanoğlu, “AK Parti hükümeti de yıllardır bu amaç için hareket etmekte, ‘Milli Tarım Projesi’ adı altında sundukları modelde, ‘Tarımsal üretim destekleri’ adı altında verdiği bütün destekler ise dolaylı olarak sermaye sınıfına verilmiş desteklerdir. Çünkü bu destekler de ‘sertifikalı tohum’ kullanmak şart koşulmaktadır. Yani üretici kendi yerel tohumunu kullanırsa destek alamamakta, şirketlerden para ile tohum alırsa ancak o zaman desteklerden yararlanabilmektedir” diye konuştu.
CANLI HAYVAN SAYISI AZALIYOR2010’dan bu yana sektörde yedi farklı bakan görev aldı ve hayvancılıkla ilgili projeler sundu. Ancak vaatlerin büyük kısmı sonuçsuz kaldı. TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin büyükbaş hayvan varlığı 2018’deki 17,2 milyondan 2023’te 16,6 milyona gerileyerek son 6 yılın en düşük seviyesine indi. Haziran 2023 itibarıyla sığır sayısı bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 0,2 azalarak 16,4 milyon baş, manda sayısı ise yüzde 2 düşerek 159 bin baş oldu. Küçükbaş hayvan sayısı ise 2023’te yüzde 6,9 azalarak 52,3 milyon başa geriledi; koyun sayısı yüzde 5,9 azalarak 42 milyon, keçi sayısı yüzde 11 azalarak 10,3 milyon oldu. Haziran itibarıyla koyun ve keçi sayısında sınırlı bir artış görüldü.
2023 yılı itibariyle, Türkiye’nin et ithalatı 700 bin tonun üzerine çıktı. Et ithalatının en fazla yapıldığı ülke, Brezilya ve Arjantin gibi Güney Amerika ülkeleri. 2023’te et ithalatı, toplam hayvancılık ithalatının yüzde 40’ını oluşturdu. Türkiye’nin bu ithalat bağımlılığı, döviz kurlarındaki dalgalanmalara bağlı olarak daha da artabiliyor. Türkiye, bu ülkelerden aldığı sığır etleriyle büyük bir ithalat kalemi oluşturuyor. Ayrıca, yüksek yem maliyetleri ve üreticilere yönelik finansal desteklerin sınırlı olması, yerli üreticilerin zorluklar yaşamasına sebep oluyor. Tarım Bakanlığı, 2024 yılı itibariyle hayvancılık sektörünü yeniden canlandırmak amacıyla teşvik paketleri açıklasa da bu çözümlerin daha çok kısa vadeli ve sektördeki yapısal sorunları çözmeye yönelik olmadı. Türkiye’deki yem maliyetlerinin büyük oranda ithalata dayalı olması ve mera alanlarının azalması, yerli üretimin sürdürülebilirliğini engelliyor.
Hayvansal üretimde çiftçilerin müşterek kullanımına açık alanlar olan otlak ve meraların değişik yöntemlerle bilinçli olarak müşterek kullanıma kapatıldığını ve özelleştirildiğini söyleyen Çobanoğlu, “Bununla birlikte Avrupa Birliği (AB) hibe destekleri ile ‘daha verimli ırk’ adı altında ithal hayvan ithal edilerek Türkiye’nin yerel ırkları azaltıldı. Türkiye’deki genel ot popülasyonu ise özellikle küçükbaş hayvanların beslenmesine daha uygundur ve daha az yem tüketir. Diğer yandan bu coğrafyada gelişmemiş hayvan ırkları ise hazır ve yapay yemlere daha bağımlıdır. Bu nedenle özellikle bu hayvan ırkları Türkiye’ye gönderilmiş ve doğal olarak otlağı olmayan veya ihtiyacı kadar yem yetiştirecek tarlası olmayan çiftçiler hazır yem girdisine yani iç veya dış sermayeye bağımlı hale getirilmiştir. Dolayısıyla bundan sonraki süreç hayvan yetiştiricilerin de tıpkı bitkisel üretim yapan küçük çiftçilerin yeterli geliri elde edemeyince üretimi bırakmak, tarlalarını satmak zorunda kalmaları gibi onlarda hayvanlarını büyük çiftliklere satmak, hayvancılığı bırakmak zorunda kalacaklar” dedi.
Tarımda uygulanan politikalar sebebiyle çiftçiler fakirleşirken sermaye sahiplerinin zenginleştiğini belirten Çobanoğlu, “Biz tarımsal üretimi ‘sektör’ olarak görmüyoruz. Tarımsal üretim kendi içine bitkisel üretim ve hayvansal üretim olarak ayrılır. İkisinin birlikte ele alınışını da ‘Tarımsal Üretim’ denir. Tarım sektörü denildiğinde ise bu ikili üretimin yanı sıra hayvan yemi, tohum, kimyasal gübre ve zehir üreten fabrikalar, bu kimyasal gübre ve zehirleri satan bayiler, aracılar, tüccarlar girer. Deyim yerindeyse sınıfsal ilişki açısından bir tarafta bitkisel ve hayvansal üretim yapan köylüler ve çiftçiler yani emekçiler, diğer tarafta da bu emekçilerin sırtından para kazanan tüccarlar, fabrikalar, bu fabrikaların kimyasallarını, yemlerini satan sermaye vardır. Yani şu anda ekonomik olarak zorlanan kesim çiftçiler ve köylülerdir. Sermaye kesimi emekçilerin sırtından para kazanabildiği ölçüde büyümekte, güçlenmekte ve kendilerine daha da güçlendirecek yöntemler, ortaklar bulmaktadır. Krizi yaşayanlar tarımsal üretim yaparak gıda üretenler ve düşük gelirli tüketicilerdir” ifadelerini kullandı.
Tarımsal üretimin çiftçiler ve köylüler lehine gelişebilmesi için öncelikle geçmişte IMF, Dünya Bankası ve DTÖ tarafından dayatılarak uygulamaya konulan mevcut tarım politikalarından vazgeçilmesi gerektiğini ifade eden Çobanoğlu, “Bunun yerine iç hukuk düzenlemesi yapılarak Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda kabul edilen ‘Birleşmiş Milletler Köylüler ve Kırsal Alanda Çalışan Diğer Kişilerin Hakları Bildirgesi’ doğrultusunda Türkiye’de tarım politikalarının yeniden şekillendirilmesi gerektiğini savunuyoruz” dedi.