YAREN GÜZELKAN-ÖZEL HABER - Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) kurduğu Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu’nun 34 harften oluşan Ortak Türk Alfabesi önerisi üzerinde geçtiğimiz eylül ayında uzlaşı sağlandı. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’teki zirvede konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da alfabe üzerinde ortak uzlaşının sağlandığını söyledi. Ortak alfabeyi kullanacak ülkeler arasında Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tataristan, KKTC ve Özbekistan yer alıyor. Ortak Türk Alfabesi’nin 2026 yılında kullanılmaya başlanması öngörülüyor. Konuyla ilgili görüşlerine yer verdiğimiz uzmanlar, yöresel ağızda bu harflerin kullanılmasının kabul göreceğini söylerken; eğitim alanında bu harflerin kullanılmasında zorluk yaşanabileceğinden ötürü yeni harf sisteminin uygulanmasında Türk Dil Kurumu’nun (TDK) kapsamlı bir çalışma yapması gerektiğini belirtti.
Sosyolog Sadık Aktaş, 34 harften oluşan Ortak Türk Alfabesi’ni değerlendirerek “Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan ortak alfabenin altına imza atan ülkeler arasında. 34 harften oluşan alfabenin Türkiye Türkçesi’ne katacağı zenginlik; zaten yöresel ağızda kullandığımız seslerdi. Bunun yazı diline de yansıması güzel olur kanaatindeyim” açıklamalarında bulundu. Bu yaklaşımın iki ana başlıkta incelenebileceğini söyleyen Aktaş, “İlk olarak dilbilim, lengüistik ya da dilbilgisi, söz dizimi (sentaks), ses bilgisi (fonetik), ses bilimi (fonoloji), biçimbilim (morfoloji) ve edim bilim gibi çeşitli yönlerden yapısal, anlamsal iletişimde dilin yaptırım gücünü inceleyen bilim dalıdır. Bu anlamda Türkçeye beş yeni harfin eklenmesi ile ilgili belirlemeler bu alan tarafından yapılmalıdır. Türkçe sondan eklemeli dil yapısı ile cinsiyetsiz bir dildir. Kök kelimeden türeyerek zenginleşmiş bir dildir. Kimi araştırmalarda ilk dil olduğu da savunulmaktadır. Her kelimeye anlamını veren insan; toplumsalının sosyalliğinde açığa çıkan ruhsal ilişkilerdir. Bu yüzden kavramların anlamı yöreye göre değişebilmektedir. Örneğin; kara mektup yakın tarihimizde Yemen trajedisini anlatır ama başka bir milliyetten biri kara mektubu kendi diline çevirdiğinde ortaya çıkan anlam sadece siyah mektup olur. Oysa Anadolu da herhangi bir kasabada sorsanız; Yemen’de şehit olanlar için aile fertlerine gönderilen acılı mektup olduğunu bilir. Bu örnek her kavramın anlamını kendi özgün coğrafyasında kazandığını göstermektedir. Bu yüzden eklenecek harflerle kavramlar arasında ki ilişki sosyal ilişkimizin anlam bilimi bakımından da incelenmelidir. Yöresel şivelerde bu harfler ağız da kullanılırken, özellikle İstanbul Türkçesi’nin konuşulduğu kent dilinde zorlanma ve anlam problemi olabilir. Bu konu dil bilimcilerince değerlendirilmelidir. İkinci olarak da siyasi ve politik açıdan bakıldığında; Türkiye kendi özgün coğrafyasının ona kattığı köprü vazifesine göre hareket etmelidir. Elbette aynı dili konuşuyorsak, dil birliği kurmak açısından bir sakıncası da yok. Emperyalist çağda birçok ekonomik ve siyasi birlikler kuruluyorken; dil birliği üzerinden alan açmak kendi mantığı içerisinde tutarlı gibi gözüküyor ama buradaki sıkıntı; ülkemizin yakın tarihinde yaşanan yeşil kuşak teorisi gibi sonradan ılımlı İslam projesine dönüşecek bir sürecin yarattığı tahribatlar göz önünde bulundurulmalıdır. Sonuç olarak; Türk dil ailesi içerisinde dil birliğine gitmek önemli bir sürece işaret etmektedir. Dil benzerliğinin yanında kültürel, eğitim, bilim üzerine de çalışmalar yapmakta iyi olur” dedi.
“Yazı insanlık tarihinin kültürel, teknolojik ve sosyal hayatının tartışmasız en büyük buluşudur” diyerek sözlerine başlayan Türk Eğitim Sen İzmir 3 No’lu Şube Başkanı Ömer Yıldırım, “İsmail Gaspıralı’nın ‘Dilde, fikirde, işte birlik’ düşüncesiyle ortaya koyduğu Türk dünyasının kültürel birlikteliğinin bir nişanesi olarak Türkiye, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın yeni alfabeye geçiş için inisiyatif başlatması yerinde bir karar olmuştur. Türk topluluklarının maziden atiye uzanan kader birliğinde bu proje stratejik bir rol oynayacaktır” dedi. “Yeni harfler dil yapısını veya kelime kullanımını nasıl etkileyebilir” sorusuna yanıt veren Başkan Yıldırım, “Kabul edilen alfabe sistemiyle Türk dilinin ilk ve en önemli kaynağı olan Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan Divan-ü Lügat’it Türk’ten başlayarak dil alanında günümüze kadar kaleme alınan bütün kitaplar ve akademik çalışmalar referans alınacak, böylece sözcüklerin ve dil bilgisi kurallarının ortak bir kullanım kılavuzu oluşturulacaktır. Türk Dil Kurumu bu anlamda Atatürk’ün önderliğinde 12 Temmuz 1932’de başlayan ilk kuruluş ilkeleriyle bütün Türk dünyası içerisinde bu planlamaya en hazır kurumdur. Türk Dil Kurumu’nun yeni eklenen beş harfle ilgili geçmişten gelen birikimi ve sahip olduğu veriler bu sürecin ülkemiz eğitim sistemine uyarlanmasında önemli bir referans olacaktır. Dil yapısı ve kelime kullanımında sorun yaşanmayacağı kanaatindeyiz. Tabi TDK ile Milli Eğitim Bakanlığı, Yüksek Öğretim Kurumu arasında yeni alfabe sisteminin ilgili eğitim programlarına uyarlanmasında, müfredat ve kazanımların düzenlenmesinde bir koordinasyon çalıştayı tertip edilmesinde fayda görüyoruz” açıklamalarında bulundu.
Yeni alfabenin fonem olarak ve dil bilgisi kuralları anlamında çok büyük değişiklikler olmayacağını belirten Yıldırım, yeni sistemin Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı derslerine nasıl yansıyacağını değerlendirdi. Yıldırım, “Dilimizin asli ses ve dil yapısına dönüş kaynaklı olarak bir takım yeni kaideler görülecektir. Özellikle alfabeye yeni eklenen beş sesin bulunduğu sözcüklerin yazım ve telaffuzu ile ilgili başlangıçta bazı güçlükler yaşanabilir. TDK’nın uyum süreci ile ilgili yapacağı çalışmalar bu sürecin kolaylıkla aşılmasında önemli bir merhale olacaktır. Türk Dili ve Edebiyatı ile Türkçe eğitiminde yer alan, üniversitelerdeki Türk Lehçeleri dersinde işlenen fonetik ve sentaks ile ilgili birikimler diğer Türk Topluluklarındaki veriler ile karşılaştırılmalıdır. Ayrıca özellikle bu iki ders merkezli olarak müfredatlar ve kazanımlar yeni alfabe sistemine uyarlanmalıdır. Yeni eklenen beş sesin bulunduğu sözcüklerin yazım kuralları bakımından güncellenmesi gerekiyor. Türk Dil Kurumu bu aşamada yeni sözlükler yayımlamalı, ansiklopedik anlamda da büyük bir çalışma yapılmalıdır. TDK bu aşamada elindeki verilerle çalışmalarını hızlandırıp MEB ve üniversitelerdeki Eğitim ve Edebiyat Fakülteleriyle eğitim ve uyarlama anlamında kapsamlı bir çalıştay planlamalıdır. MEB’e bu hususta çok büyük bir görev düşmektedir. Özellikle yeni yapılan müfredat değişikliğine ek olarak özellikle Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı ve sınıf öğretmenliğindeki eğitim süreçlerine bu değişikler ve kazanımlar eklenmelidir. Aynı süreçle ilgili kazanımları içeren ve müfredat değişikliğini kapsayan ders kitapları yazılmalıdır. Ayrıca atasözleri kitapları, deyimler sözlükleri ve ansiklopedilerin yeni harf sistemine uyarlanmasında TDK ve özel yayın evleri ivedi olarak çalışmalara başlamalıdır” dedi.