Festivalde Ulusal Yarışma kapsamında izleyicilerle buluşan Kabahat filminin gösterimi sonrasında yönetmen Ümran Safter filme dair merak edilenleri cevaplamak için izleyicilerle buluştu. Yaz tatilini geçirmek üzere babaannesinin yaşadığı muhafazakâr Anadolu köyüne giden 13 yaşındaki Reyhan’ın büyüme hikâyesini anlatan ve erkek egemen kurallara karşı var olma savaşını odağına alan film için Ümran Safter: “Kabahat ilk kurmaca filmimiz, ana mekânımız da benim doğduğum ve büyüdüğüm Çankırı’daki Akçavakıf köyü. Oyuncularımızın çoğu amatör, pek çoğu da ilk kez kamera karşısına geçti. Köydeki akraba ve yakınlarım da filmde rol aldı. Oyuncularımız Mina ve Ece’nin ilk deneyimleriydi ama Adana Altın Koza Film Festivali’nde ikisi de ödül kazandı. Hatta dün akşam Mina, Frankfurt Türk Filmleri Festivali’nde Umut Veren Genç Oyuncu Ödülü’nü aldı. Filmin hikâyesi aslında benim çocukken başımdan geçen bir hikâyeydi. Bu hikâyeyi dost sohbetlerinde anlatırken, kısa film mi olsa derken yapımcım Suraj Sharma’nın bu çok güzel bir kurmaca film konusu demesiyle senaryoyu yazdım ve çektik,” dedi.
Özcan Alper: “Filmlerde yapay umut yaratarak yalnızlıklarımızdan kurtulamayız”
Günün bir diğer söyleşisi ise Ulusal Yarışma’da yer alan Karanlık Gece filminin gösterimi sonrasında gerçekleşti. Yönetmen Özcan Alper, 7 yıl önce parçası olduğu bir linç olayının ardından ayrıldığı kasabaya annesiyle vedalaşmak üzere dönen, Berkay Ateş’in canlandırdığı İshak’ın geçmişiyle, vicdanıyla ve suçluluk duygusuyla daha da önemlisi kasaba halkıyla hesaplaşmasını konu alan film sonrası İzmir seyircisiyle buluştu. Filmin kötülük ve linç meseleleri üzerine olduğunu ve Türkiye’nin herhangi bir yerinde geçebileceğini söyleyen Özcan Alper, “Murat Uyurkulak ile birlikte senaryoyu yazarken Türkiye toplumundaki linçe hazır oluş, gündelik hayatımıza sirayet eden ırkçılık meselesi üzerine daha çok düşündük. Daha çok toplumdaki ayrışma, nefret söylemi ve bunun yarattığı sonuçlar üzerine… Bunun Türkiye tarihindeki kökleri ve nedenleri üzerine kendimizce düşünmeye çalıştık. Filmin içindeki hikâye aslında zamansız, şimdinin hikayesi olarak düşünmedim. 100 yıllık bir hikâye olarak da okuyabiliriz. Filmlerde ya da sanatta yapay umut yaratılmasına baştan beri karşı çıktım. Çok da doğru bulmuyorum. Bu seyirciyi manipüle eden bir şey. Bu karanlık salonlardan çıkan seyirci umut yaratabilir. Bunu gerçekten konuştuğu ya da tartışabildiği zaman. Filmlerde yapay umut yaratarak yalnızlıklarımızdan kurtulamayız,” dedi.
Orçun Köksal: “Bu toprakların kaybettiği, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerini anlatmaya çalıştım”
Bu yıl prömiyerini yaptığı İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanan Bars günün izleyiciyle buluşan bir diğer Ulusal Yarışma filmi oldu. Senaryosu ve yönetmenliği Orçun Köksal'a ait film, iki zooloğun soyu tükenmiş olan Anadolu parsına dair bir iz bulabilmek için çıktıkları yolculukta yaşadıklarını konu alıyor. Film sonrası gerçekleşen söyleşide Orçun Köksal, “Anadolu Parsı filmde bir metafor. Bu toprakların kaybettiği, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerini, karakterini ve kültürünü yine bu topraklarda nesli tükenmekte olan bir varlık üzerinden anlatmaya çalıştım. Pars da bu topraklarda binlerce yıl yaşamış en görkemli varlık. Büyüleyici bir hayvan ve onu yitirmek çok acı. Tıpkı bu kültürün, bu toprağın karakterini yitirmek gibi… Motivasyonum buydu. Filmde Emre karakteri batıyı, Veysel karakteri doğuyu temsil ediyor. Biri taşrada biri metropolde yetişmiş. İkisinin ortak bir gayesi var. Parsı aramakla başlayan bu yolculuk git gide onların da kendilerini ve bildiklerini sorgulamasına dönüşüyor. Filmin başka bir derdi daha var, filmin ciddi bir sistem eleştirisi var, bürokrasi ile bir problemi var. Karakterlerimiz sürekli buna takılmalarına rağmen gayelerine ulaşmaya çalışıyorlar,” dedi.
Görüntü yönetmeni Orçun Özkılınç ise; iyi bir ön çalışma yaptıklarını, 15 gün mekânları gezdiklerini ve 10 gün kadar da masa başında çalıştıklarını söyledi ve “Benim önemsediğim sinematografi aslında senaryoya hizmet eden, görüntülerin güzel olmasından öte hikâyeyle beraber çalışması önemli. Orçun’un ve senaryonun ne istediği konusunda birlikte ilerledik. Birbirimizi anlayarak bu sonuca ulaştık,” dedi.
Mauro Conte: “Müzik ve sanat yaşamı iyileştirebilir”
Festivalde bu yıl ilk kez düzenlenen Uluslararası Yarışma kapsamında gösterilen Gabriele Guidi imzalı Terezin filmi sonrasında başrolde yer alan Mauro Conte izleyicilerle bir araya geldi. İtalyan klarnetçi Antonio ile Çek kemancı Martina'nın 2. Dünya Savaşı sırasında Prag'da başlayan, Terezin Gettosu olarak da bilinen kötü̈ şöhretli Theresienstadt toplama kampında devam eden aşklarını, kampın daha önce görülmemiş yanları, kamptaki diğer besteciler, ressamlar, heykeltıraşlar, şairler ve yazarların hikayesi ile harmanlayan Terezin, o günlerdeki Orta Avrupa ruhunu da keşfe çıkıyor. Filmde Antonio karakterine hayat veren Mauro Conte film sonrası gerçekleşen söyleşide “Yönetmenin film için yola çıkış noktası bir gazete haberiydi. 7 yıl boyunca haber üzerinde çalıştı. Müziğe tutkusu olan bir yönetmen. Müzik ve sanat yaşamı iyileştirebilir. Sorunlarla karşılaştığımızda onlara karşı mücadele etme gücü verebilir müzik, genel anlamda sanat. Ne yazık ki Terezin kampındaki pek çok sanatçı ve müzisyen yaşamını kaybetti. Yaşasalardı Avrupa kültürünü etkileyecek değiştirecek boyutta işler yapabilecekleri düşünülüyordu. Ama ne yazık ki bu hikâyeyi pek bilen yok. Terezin’i Hitler modern bir kamp olarak göstermek istediği için genellikle kampta ressamlar, müzisyenler, yönetmenler bulunmaktaydı. Film İtalya’da 3 gün önce ilk kez gösterildi ve buradan sonra Amerika yolculuğu var oradaki festivaller için. Film, şu anda ziyaret edebileceğiniz gerçek bir mekânda çekildi. Orada çalışmak benim için gerçekten etkileyici ve zordu,” dedi.
Sevin Okyay ve Murat Meriç’le keyifli sohbet: Sinemada Müziğin İşlevi
Vecdi Sayar moderatörlüğünde festivalde bu yıl Emek Ödülü alan sinema yazarı, çevirmen, radyo ve tv programcısı Sevin Okyay ile müzik yazarı Murat Meriç’in konuşmacı olduğu Sinemada Müziğin İşlevi adlı söyleşi İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde düzenlendi. Sevin Okyay ve Murat Meriç’in müzik ve sinemaya olan ilgilerinin başlangıç süreçlerini ve mesleğe nasıl adım attıklarını anlatmalarıyla başlayan söyleşide, müziğin filme katkısı ne olmalı, her filmde mutlaka müzik olması gerekir mi ya da müziğin filmin önüne geçmesi mümkün mü gibi konular tartışmaya açıldı.
Sevin Okyay, film müziği hazırlanırken tüm süreçte ve ekip olarak çalışmanın önemine dikkat çekerken, “Ben müzik olmayınca yine de bir eksiklik hissediyorum, ama bazen de sesi çok iyi kullanıyorlar. Filmle müzik bir bütünlük oluşturduysa zevkle izleyebiliyorsun. Bazen hiç senaryoyu görmeden müzik yapılıyor. Bence bu tamamen yanlış bir şey. Filmin müziğini yapacak kişi sinopsisi de okumalı, film bittikten sonra da filmi izlemeli ki o arada hikâyenin akışına göre bir şeyler yaratsın. Kurgucu ya da yönetmenle birlikte çalışmalı ve ortak bir şey çıkmalı,” dedi.
Müzik aşkının çocukken izlediği Rocky, Jaws, Top Gun ve The Wall gibi filmlerle damarlarına girdiğini söyleyen Murat Meriç filmlerde müzik kullanımı konusunda, “Bu bir cesaret işi, kullanmamayı ya da kullanmayı tercih edebilir. Müzikle doldurmayı ve örmeyi ve hatta filmin içinde kullandığı şarkılarla filmin adından söz ettirmeyi de hedefleyebilir. Bu tamamen yönetmenin tercihi. Aslında Türkiye sinema tarihinin en başına gittiğimizde müzikallerle başladığını görüyoruz. Muhsin Ertuğrul 1933’te Leblebici Horhor, Cici Kızım, Karım Beni Aldatıyor’u çekmiş. Sesli çekilen ve şarkılı filmler bunlar. Zaten Türkiye’de sinemada ilk kez şarkı kullanımına bu filmlerde rastlıyoruz. 1950’lerde Lüküs Hayat var. O çok önemli. 1970’li yıllarda da bir sürü müzikal var. 80’li yıllarda, memleketin karanlığı sinemanın ve müziğin üstüne sinince ki 80’li yıllarda yapılmış çok iyi şeyler olmakla birlikte aslında bir bereketten söz etmek pek mümkün değil,” dedi.
Müzik Temalı Kısa Film Projeleri izleyicilerle buluştu
Geçtiğimiz yıl düzenlenen Müzik Temalı Kısa Film Proje Yarışması’na başvuran 67 projeden arasından seçici kurul tarafından seçilen ve Proje Geliştirme Atölyesine katıldıktan sonra çekimleri tamamlanan 10 film, festival kapsamında Kısaca Müzik programı altında beyazperdedeydi. İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleşen film gösteriminin ardından Seçici Kurul’da bulunan belgesel film yönetmeni Hilmi Etikan, Prof. Dr. Lale Kabadayı, belgesel yapımcısı Tahsin İşbilen ve festival direktörü Vecdi Sayar izleyicilerle projelere dair görüşlerini paylaştı. Proje ile hedeflerinin sinema yapmayı isteyen gençleri özendirmek olduğuna dikkat çeken Vecdi Sayar, “Çok farklı projeler başvurdu. Seçtiğimiz 10 proje tamamlanmış olarak karşımıza geldi. Filmleri izledikten sonra bütün arkadaşlarımın sinemacı olacağına hatta olduğuna inanıyorum,” dedi.
Sayar’ın ardından söz alan Prof. Dr. Lale Kabadayı, “Çok zekice buldum filmleri, o yüzden buradaki yönetmen arkadaşların hepsini tebrik ediyorum. Vecdi bey ilk kez bize geçen sene geldiğinde nasıl filmler çıkacağına dair ümidimiz vardı ama bu kadar yaratıcı filmleri açıkçası ben beklemiyordum,” dedi. Ekip çalışmasına vurgu yapan Hilmi Etikan: “Film çekmek ve tamamlamak kolay iş değil, ekip çalışması olarak hepsi ellerinden gelen her şeyi göstermişler,” dedi. Konuşmanın devamında gençlerin daha sıkı çalışması gerektiğini söylerken, başarılı projeler devam ettikçe desteğin de devam edeceğini belirtti. Kurulun bir diğer üyesi Tahsin İşbilen de filmlerden övgüyle bahsetti ve “Atölye sonucunda hedeflediğiniz 10 tane filme ulaşıyorsanız bu atölye zaten başarılı bir atölye olmuştur. Arkadaşlarımızı tebrik ederim, gerçekten çok güzel filmler,” dedi. HABER MERKEZİ