Levent Üzümcü: Korkunç bir ekonomide yaralara merhem oluyoruz

Derinleşen ekonomik sorunların tiyatro sahnesine etkisini değerlendiren Genel Sanat Yönetmeni Üzümcü, “Korkunç bir ekonomi yönetiminin açtığı yaralara merhem olmaya çalışıyoruz. Fakat o yaralar başta bizi etkiliyor” dedi

Haber Giriş Tarihi: 29.11.2024 12:37
Haber Güncellenme Tarihi: 29.11.2024 12:37

SEMİ TEKTAŞ / SULTAN GÜMÜŞ KAYA – RÖPORTAJ

Ülkedeki şiddet iklimi, genel politik ortamın varlığı, derinleşen ekonomik sorunların sahneye etkisi ve ötesi….  İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İzBBŞT) Genel Sanat Yönetmeni Levent Üzümcü ile Şehir Tiyatrolarını konuştuk.

Tiyatro emekçilerinin elinde sihirli bir değneğin olmadığını vurgulayan Üzümcü, “Aslına bakarsanız beklentimizi de tiyatrodan çok yüksek tutuyoruz. Tiyatro toplumları değiştiremez. Açık açık bunu söylüyorum, tiyatronun böyle bir gücü yoktur. Ama değişecek, ileriye gidecek. Doğrunun, dürüstün peşinde koşacak toplumlar ise tiyatrosuz olmaz” sözlerine dikkat çekti.

Yaklaşık 3 aydır görevdesiniz. Süreci değerlendirebilir misiniz? Hem halk hem de tiyatrocular tarafından nasıl karşılandınız?

Genellikle bu tarz sorulara sadece gördüğüm yerden cevap verebiliyorum. Çünkü çok fazla yerel basını takip edemiyorum. Bundan dolayı insanların ne söyleyip ne yazdıklarını daha geniş bir çerçeveden izleyebilme fırsatım olmadı. Ama onun dışında gördüğüm kadarıyla herkes her zaman olduğu gibi sadece benim mesleğime duyduğum saygıdan ötürü değil aynı zamanda oradan kazandığım insanlar, sevenler, beğenenler görüşlerine katkı olabilmek amacıyla onların pencerelerine yeni bir bakış açısı verebilmek uğruna insanlarla bir ilişki kurduğu oluyor. Çünkü sadece sizi oyunculuğunuzdan değil, aynı zamanda böyle karışık bir ülkede durduğunuz yerden ötürü ne kadar takdir ettiklerini söylemeye ihtiyacı hissediyorlar. Bu da onları yalnız hissetmelerinin önüne geçen bir şey. Bundan dolayı ancak etrafımdakilerden ölçümlediğim bazı olgular var. İyi olduğunu görüyorum ama bazı soruların cevaplarını da karşı tarafa sormak lazım. ‘Nasıl bir babasınız?’ sorusunu bana değil, kendi çocuklarıma sorulmasını daha doğru buluyorum.

ZAMAN ZAMAN HÜZÜNLERE ŞAHİT OLDU

Sayın Yücel Erten’in görev süreci sorunundan, tiyatronun başarısı veyahut sıkıntılar gündeme getirilemedi. Tiyatrocular sizce mutlu muydu ve temel sorunları nelerdi?  

Burada üç yıllık bir süreç vardı. O süreç buranın kuruluşuyla şekillenen bir süreçti. Onun getirdiği dinamikler, sıkıntılar, yükler, zaman zaman mutluluklara, zaman zaman hüzünlere şahit oldu. Ama bunları yaşayan ben değilim. Bunu burada yaşayan, çalışan herkese sormak lazım. Süreçler genellikle bizim mesleğimizde sıkıntılı oluyor. Aşmalar, geçmeler, yer değiştirmeler, atanmalar… Her zaman da böyle ola gelmiştir. Yapıcı olmayan eleştirilerle karşı karşıya kaldığınız zaman siz de kendinizce ya bunlara kendinizi kapatıyorsunuz -ki benim tercih ettiğim yöntem bu oluyor- ya da bu çarkın içine girip, gerçekte yapmanız gerekenlere ayıracağınız enerjiyi orada sarf etmeniz gerekiyor. Her ne yaşandı ise bunun sıkıntıları da var, mutlulukları da var, kadro üzerindeki pozitif ve negatif yanları da var ama dediğim gibi sorunun muhatabı ben değilim.

Bir röportajınızda ‘Seyircinin güncel hayatına dokunulmasında, seyirci sayılarına baktığımızda biraz geride kaldık” demişsiniz… Peki, İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları şu an ne durumda?

Bu tabi ki 3 aylık bir durum değil. Ben İzmir'den ayrıldığımda tarihler 1991 yılını gösteriyordu. Ama bu İzmir'den gitmek anlamına gelmedi. Ben Eskişehir'e gittim, konservatuar okudum. Kıyı Ege'nin köylüsüyüz. Ne hayatımı buradan kopardım ne de mesleğimi. Hem mesleğimi yaptım hem de hayatımı idame ettirdim. Ve İzmir seyircisi benim sadece dünden tanıdığım bir seyirci değil, bir parçası olduğum da bir şey. Fuar açık havada bir efsane olarak nitelendirilen Deve Kuşu Kabare’ler izlendi. Kültürpark dolup taşardı, yer bulunamazdı. O zamanın gazeteleri gerçekten gazeteyken bu tiyatro oyunları için kuponlar verirlerdi. Söz konusu tiyatrolar parası olmayana da açıktı, günlük gazete alana da… Gazeteciler, ‘Benim gazetemden 30 gün boyunca kupon kesersen, ben de sana 45 gün sonra oynayacak olan şu oyunda iki kişilik davetiye vereceğim’ diyordu. Sadece ansiklopedi vermedi gazeteler, tiyatro bileti de verdi. Ama dediğim gibi o zaman onlar gazeteydiler.

O YARALAR BAŞTA BİZİ ETKİLİYOR

Sanatın özellikle İstanbul’a sıkışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazı sorular güdüleyici sorular oluyor. Ben bu soruya cevap vermeyi kabul ettiğim zaman İzmir'in sanatsal yönden geride kaldığını da kabul etmiş oluyorum. Ama ben oradan bakmıyorum. Sanatın yeteri kadar ulaştırılamaması olarak görüyorum. Sanatı topluma ulaştırmakla görevli kamu kurumları -keza bunlardan bir tanesi de biziz- görevini iyi yapması önemli. Sadece burada iyi oyun sergilemesi anlamına gelmez. Bir kamu tiyatrosunun bir işi iyi yapabilmesi için gelecekteki seyircilerini de şimdiden yetiştirmesi gerekir. Tiyatroyu hiç bilmeyene, hayatı boyunca hiç tiyatro oyunu izlememiş olan insanlara tiyatroyu taşıması, götürmesi gerekir. Bu bir görevdir. Bu görevin oluşu ile ilgili konuşulabilir. Bu görevin ne kadar ve nasıl hakkı ile yerine getirildiği üzerine konuşulabilir. Ama onun dışında ben İzmir'in sanatsal yönden geride kaldığını düşünmüyorum.

Şehir Tiyatrosunun repertuarı bazı kesimler tarafından ‘eski’ denilerek sık sık eleştirilirdi. Bu 3 yıl içerisinde bizi farklı repertuarlar bekliyor mu?

Elimizden geldiğince korkunç bir ekonomi yönetiminin açtığı yaralara merhem olmaya çalışıyoruz. Fakat o yaralar başta bizi etkiliyor. Çünkü kamu tiyatrosu diyebilmek için özel tiyatroların yapmaya cesaret edemeyecekleri oyunları yapmalıyız. O yüzden biz dünya klasikleri oynarız. Çünkü bir özel tiyatronun bugün itibariyle büyük bir prodüksiyonun altına girebilmesi pek mümkün değil. Belki büyük bir yatırımcı bulup şov amaçlı böyle bir şey yapabilirler ama o kadarla sınırlı olur. Fakat oynanacak oyunların içerisinde de yine ‘Üç Kız Kardeş’ ya da ‘Macbeth’ yok ve olma ihtimali çok düşük. Tiyatro, edebiyatın sahne üzerinden seslendirildiği, dünyanın bütün sanatlarına açık tek sanattır. Onun içindir ki ben isterim tiyatro daha geniş kitlelere ulaşabilsin. Bunların yollarını araştırmak, ilgili akımların örneklerini elimizden geldiğince seyirciye sunmak bizim görevimiz. Eski oyun, yeni oyun bunlar tabi ki görecedir. Kimine eski gelen bir oyun, kimine güncel gelebilir. Ben, Ilan Hatsor’un yazdığı ‘Maskeliler’ adlı oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosunda oynadım. Oyun, Birinci İntifada dönemini konu alıyordu. Biz o oyunu oynarken, bir anda İkinci İntifada patladı ve Birinci İntifada unutulmuştu. Eski dedikleri, ‘artık İsrail, Filistin mi kaldı?’ yahut ‘Birinci İntifada mı kaldı?’ dedikleri oyunları oynadık ve İkinci İntifada üstüne patladı. Tiyatroda, doğru tiyatro eserinin, doğru söylenmiş sözün, doğru yere basılmış bir parmağın mutlaka karşılığı vardır. Onun için hiçbir oyun için eski ya da yeni diyemem.

BİZ BURADA BİR BÜROYU YÖNETMİYORUZ

Anladığımız kadarıyla oyuncular sizin için sadece bir tiyatro oyuncusu değil onlar aynı zamanda geleceğin yönetmenleri… Bu kıymetli düşüncelerin oyuncularda karşılığı nedir? Onların beklentileri, hayalleri, rüyaları neler?

Bir kere tiyatroda çalışabilmek için tiyatronun kültürüne hâkim olmanız lazım. Bizler saksıda yetişmiyoruz. Dört yıl konservatif bir eğitim alıyoruz. Kapalı bir sistemde eğitim alıyoruz. Bu eğitimi alıyoruz ve bu eğitime uymaya çalışıyoruz. Aldığımız eğitimin akademik boyutlarını yaşatmaya çalışıyoruz. Bir yandan akademik boyutu bir yandan da dışarıda özel boyutu söz konusu. Özel tiyatrolar var. Orada alaylı arkadaşlarımız, meslektaşlarımız da var. Onların da akademik olmayan yorumları var. Ya da bizden çok daha akademik olanları var. Bizim aklımıza gelmeyecek derecede bilgi sahibi ya da özel bir tiyatro akımının takipçisi olmuş olanlar var. Her ucu vardır. Önemli olan da buradaki oyunlarda tiyatro kültüründen gelen insanları yönetmen olarak kullanmaktır. Çünkü tiyatro kültürünün tanımları açıktır. Mesleki ilişkilenmeleri açıktır. Biz burada bir büroyu yönetmiyoruz; tiyatro oyunu yönetiyoruz. İnsanlar bütün gün boyunca sandalyede oturup, hafta sonunu düşleyip evlerine gitmiyor. Biz hafta sonu da oynuyoruz. O insanların düşünü kurdukları akşam yemeğinden sonra gidecekleri etkinliğiz biz. Olaya biraz böyle bakılması gerekiyor. Bizim kendimize özgü bir durumumuz var. Bir yönetmenin bunlara da hâkim olması lazım. Bir yönetmenin bunları da bilmesi lazım. O yüzdendir ki ben ne zaman olursa olsun, nasıl olursa olsun tiyatro sanatının içerisinden gelmiş, onun emekçisi olan insanların bir süre sonra eğer ilgileri ve istekleri varsa yönetmen olmalarının önünü açmak isterim.

Sanatı halka ulaştırabilmek çoğu zaman güç olmuştur. Siz İzmir’de bunu başarabilecek misiniz?

Kapitalizmin çok iyi kullandığı bir silah ve bizim de bazen üstümüzde hissettiği bir silah… Caz sanatına da yaptılar aynısını. Şöyle bir algı yaratılıyor; Sanat pahalı bir şeydir. Evet, sanat pahalı bir şeydir. Ama sana pahalı değildir. Özelinde senin cebine pahalı değildir. Ödenekli sanat kuruluşlarından bahsediyorum. Bizler o yüzden burada bütün halktan toplanılan verginin payımıza düşen kısmıyla tiyatro eserleri sergiliyoruz. Türkiye'de birinin parası olmadığı için özel bir tiyatroda izleyemeyeceği oyunları burada üç kuruşa sahnelemek gerekiyor. Biz bir kooperatifiz. Budur asıl görev. Asıl dikkat edilmesi gereken şey de budur. Ödenekli sanat kurumlarının halkla buluşmasında en temel hikâye de budur. ‘Lütfen geliniz, biz burada size yüksek kalitede, yüksek standartta, olması gerektiği gibi çok iyi oyunlar sunuyoruz’ diyoruz. Buyurun gelin izleyin ve bu oyunlar gerçekten de sizin alım gücünüzün karşılayabileceği oyunlar. Burada yaptığımız oyunu yüksek maliyetlerle çıkarıyoruz. Ama dediğim gibi bu bütün halkın zaten verdiği vergiden bizim payımıza düşen kısım. O paranın hakkını sonuna kadar savunmalıyız. Biz kamu tiyatrosu yapıyoruz. Bir doktor devlet hastanesinde başka, özel hastanede başka bir usulle çalışabilir mi? Meslek ahlakına uyar mı? Devlet hastanesinde hastalarla kurduğu ilişki başka, özel hastanede başka olabilir mi? Kim gelirse gelsin, ben kamu tiyatrosunda mesleğimin gereklerini yerine getiriyorum.

LİYAKAT ÖLDÜRÜLMÜŞ, HUKUK ÖLDÜRÜLMÜŞ

İsmet İnönü Sahnesinden sonra Karşıyaka Hikmet Şimşek'te bir sahne oluşturmayı hedeflediğinizi belirtmiştiniz… Kentin ana arterlerinin ötesinde perdenizi kırsala / köylere de taşımayı planlıyor musunuz?

Evet, bununla ilgili bir meddah çalışmamız da var. Tek kişilik bir gösteri olduğu için meddah gösterisi, bir de izleyeni olsun diye tiyatronun bütün aktörlerini birbirleriyle eşliyorum. Bir yönetmen, bir diğeri oyuncu ve tam tersi oluyorlar. Meddah gösterisi hazırlıyorlar. Tek kişilik bir gösteri yapmanın oyunculuğa katkısı çok büyüktür. Biraz kazan kazan gibi olacak. Türkiye Kahveciler Kıraathaneciler ve Büfeciler Federasyonu ile bir araya geliniyor, muhtarlarla konuşuluyor. Köy kahvelerine bu meddah gösterilerini martta, Ramazan Ayında götüreceğiz. İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne ait olsun ya da olmasın ulaşabildiğimiz bütün illere, ilçelere götüreceğiz. Dikili’ye gittiysek, Ayvalık’a da gideceğiz. Bu etkinliği her yere ulaştırmaya çalışıyoruz. Çünkü elimde bu işi yapacak, yapmaya gönüllü, hepsi akademik 56 meslek emekçi kardeşimiz, arkadaşımız var. Bunu hep birlikte yapacağız. Düşünsenize iyi bir organizasyon halinde bir günde 56 köy kahvesi demek. Ve biz kendi reklamımızı yapmak için gitmiyoruz. Sadece ‘Biz şehir tiyatrosu olarak İzmir'den kalktık, geldik’ diyeceğiz. Halk gelecek, anlatacak, hikâyeyi dinleyecek ve gidecek. Bunu aynı zamanda okullara da adapte etmeye çalışıyorum. Ama tabi ki Türkiye'de kutuplaşma korkunç bir noktaya geldi. İlk kopardıkları bakanlıklardan biri de Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) oldu. Yıllardan beri üstüne düşündükleri bir durum, çünkü yetiştirecekleri modelin oradan ve öyle yetiştirilebileceğine inandılar. Bu aslında çok beyhude bir çaba. Çünkü eğitim aile içidir ama ona da hükmetmeleri çok zor.

Ülkedeki şiddet iklimi, genel politik ortamın varlığı, derinleşen ekonomik sorunların koltuklara ve sahneye etkisi kaçınılmaz. Peki, tiyatro emekçileri olarak endişeli misiniz?

Bazen yaşanılan problemler sizi çok aşan şeyler oluyor. Burada hukukun aşındırılmasından ötürü hukuksuzluğa mahkûm edilmiş, su gibi, hava gibi çok temel bir ihtiyacından ayrı bırakılmış bir toplumdan bahsediyoruz. Türkiye hiçbir şekilde ve hiçbir yönden iyi yönetilmiyor. Dış politikamız korkunç, iç siyasetimiz berbat durumda. Devletin yönetilmesi gerekiyor. Ama onların ellerinde böyle bir malzeme de kalmadı. Liyakat öldürülmüş, hukuk öldürülmüş, koca ülkenin kaderi 1-2 kişinin dudaklarının arasına bırakılmış, sıkışmış kalmış. Bu sorunlar bizi çok aşıyor. Burada bazen şöyle bir hataya kapılıyoruz. Bizim elimizde sihirli bir değnek yok. Ben isterdim ki bir tane tiyatro oyunu oynayalım ve insanlar her şeyin farkına varıp, ertesi günü yapmış oldukları hatalarla yüzleşsinler ve bir daha aynı hataları yapmasınlar. Ama böyle bir şey yok. Sanat dediğiniz şey bir otoyol yapmak değildir. Sanata yaptığınız yatırımların karşılığını bulacağınız bir dünya demek. İlk önce sanata nasıl yatırım yapacağınızı bileceksiniz ve o yatırımı takip edecek nesiller yetiştirmelisiniz. Keşke benim elimde sihirli bir değnek olsa da bir Ramazan ayı boyunca gittiğim bütün köylerde oynadığım meddah gösterileriyle o köylülerin hayatına bakışlarını olumlu, pozitif ve köklü bir şekilde değiştirebilsem ama yok. Aslına bakarsanız beklentimizi de tiyatrodan çok yüksek tutuyoruz. Tiyatro toplumları değiştiremez. Açık açık bunu söylüyorum, tiyatronun böyle bir gücü yoktur. Ama değişecek, ileriye gidecek. Doğrunun, dürüstün peşinde koşacak toplumlar ise tiyatrosuz olmaz. O toplum tiyatrosuz bir yere gelemez.

O TEPKİYİ VERENLER PARALI ORDULAR

Beşiktaş’taki patlamadan sonra, 'İstiyorlar ki gerçekler hiç konuşulmasın, bir tane siyasi bedel ödemesin, kınayarak, lânetleyerek, namuslu insanlara küfrederek terör bitsin!' ifadelerini kullanmıştınız ve o dönemden itibaren sık sık gündeme getirildiniz... Kişiliğiniz itibariyle politik bir duruşunuz var. Bu kapsamda AK Parti kanadı, Şehir Tiyatrolarının başına getirilmenize epey tepki gösterdi. Neler söylemek istersiniz?

Aslına bakarsanız yazdığım her şeyin her zaman arkasındayım. Çok yüksek yerlerden, bazen çok yüksek sıkıntılar nedeniyle görmediğim bir şeyi dile getirmiş olmaktan ötürü sıkıntı yaşadığım oldu. tweet silmek zorunda kaldığım oldu. Ama eğer ben bir tweeti silmiyorsam ve orada onu gerçekten tutuyorsam onun anlamı değişmemiştir çünkü bunlar evrenseldir. Bazı şeylerin evrensel olarak bildiğiniz ilkelerinizle çatışması zaman içerisinde herkese büyük ders olmaktadır. Türkiye karmakarışık bir durumda. Bu kadar geniş büyük manevraların yapıldığı bir ülkede insanların söylediklerinin arkasında durması evrensel ise mümkün olabilir.

Hocam söz konusu tweeti bugün atsaydınız sizce aynı tepkiyi alır mıydınız?

O tepkiyi verenler paralı ordular. O tepkiyi vermeleri için maaş alıyorlar. Benim çomar olarak adlandırdığım insanlar onlar. Çünkü etmedik laf bırakmıyorlar bizlere. Bir ağza bakıyorlar. O ağız o kadar hızlı dönüşler yapıyor ki, onlar artık bugün küfür ettikleriyle birlikte kol kola girip halay çekiyorlar.

ÖZERK TİYATROLARIN VARLIĞI

Sıraladığımız tüm bu olumsuz nedenlerin gölgesinde tiyatrocular artık kendi alternatif alanlarını yaratmaya başladı. Aba altından sopa gösterenlerin sebep olduğu özerk tiyatronun varlığını nasıl karşılıyorsunuz?  

Aslına bakarsanız tiyatro bir parçada sizin dünya görüşünüzü yansıttığınız bir yerdir. Hayata karşı bir bakışınız vardır ve ne mutlu ki mesleğiniz yoluyla bunu aktarabiliyorsunuzdur. Bir bankaya gitseniz, bankada size ödemeyi yapan memure ‘buyurun paranızın üstü’ der, ancak sonrasında ‘Ben insan hakları ihlallerinin karşısındayım’ dese olur mu? Biz hem işimizi yapıyoruz hem de ne söylemek istersek sahne üzerinden söylüyoruz. Tabi ki yazılı ve kabul görmüş metinler üzerinden bunu değerlendiriyorum. Aklımıza her geleni söylemiyoruz. Ve sözün gücüne inanıyorum. Bu sözün özelde, kamu da hiç fark etmeyeceğini düşünüyorum. Hayata bakışınızı dile getirdikten sonra ne olursa olsun kimisi yaşamak için, kimi hem söylemek hem de söyledikleriyle yaşamak için, kimi eğlendirmek için, kimi sadece eğlendirmek için, kimi de sadece güldürmek için bu işi yapıyor. Hepsine sonsuz saygınlığımız var.

Sayın Üzümcü, Şehir Tiyatrolarının önümüzdeki üç yılında hem sizleri hem de biz izleyicileri hangi çalışmalar bekliyor? Müjdeleriniz var mı?

Hayır, müjde verebilecek bir gerçekliğin içinde yaşamadığımı bilmenizi isterim. Ama oyuncularımızın, sahne emekçilerimizin, herkesin, bütün tiyatro emekçilerinin mutlu olacakları, kendilerini iyi hissedecekleri bu ortamın içerisinde, bu başarılarının tadını doya doya çıkarabilecekleri bir tiyatro, bir repertuar olacak. Olabildiğince herkes yaptığı işten onur duyacak, gurur duyacak, mutlu olacak. Seyircimiz de olabildiğince buradan mutlu ayrılacak.