Acı yolculukta ilk durak: Karantina Adası ve tahaffuzhane

Yüzyıllarca yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda kalan bir halk: Girit mübadillerinin acı yolculuğunun ilk durağı Karantina Adası’ndaki tahaffuzhaneydi. Ada, 101 yıldır mübadillerin zihninde halen zorunlu göçün imgesi

Haber Giriş Tarihi: 03.12.2024 14:56
Haber Güncellenme Tarihi: 03.12.2024 14:56

YUSUF ÇAĞIRTEKİN - Yüzyıllarca yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda kalan bir halk: Girit mübadilleri… Lozan Antlaşması kapsamında zorunlu mübadele ile Girit’ten hareket eden gemilerden ilki 3 Aralık 1923 günü İzmir’in Urla ilçesinde bulunan ve dünyada bu vasfa sahip 3 adadan biri olan Karantina Adası’na demir attı. Evlerini, mallarını, mülklerini, komşularını, annelerinin, babalarının veya çocuklarının mezarlarını bırakarak Türkiye’ye gelen mübadillerin acı yolculuğunda ilk durak adadaki tahaffuzhane oldu. Zorlu koşullarda yaklaşık 10 gün boyunca yolculuk yapan mübadiller, adaya vardıklarında bulaşıcı hastalık taşıma ihtimallerine karşı ilk önce cinsiyetine göre farklı alanlara alındı. İlaçlı sularla ve sabunlarla yıkandılar. Nalın ve peştemallerle kıyafetlerinin kurumasını beklediler zorlu kış şartlarında… 15 günlük zorunlu karantinada kalma süresi sonunda Girit’te yaptıkları işe göre farklı soyadları aldılar ve farklı şehirlere gönderildiler. Bu acı olayın sonunda bazı aileler bölündü. Aile fertlerinden ayrılan mübadiller yıllarca ailelerini aradı. 101. yılında mübadelenin acılarına tanık olmuş ve yurtlarını terk etmiş mübadilleri ilk ağırlayan Karantina Adası’nı ve mübadillerin yaşadığı zorlukları anlatan İzmir Giritliler Derneği Başkanı Adnan Kavur, “Bir Girit göçmeni ve Girit Mübadilleri Derneği olarak; biz oranın müze olmasını istiyoruz” dedi.

1 BUÇUK MİLYON İNSANI KAPSIYOR

Mübadele konusunun çok geniş bir konu olduğunu ifade eden Kavur, “Yunanistan anakarasında ve adalarda yaşayan tüm Müslümanlarla, Türkiye Cumhuriyeti’nin anakarasında yaşayan Ortodoks Rumları ilgilendiren bir mübadeleydi. Karşılıklı değişimdi. Mübadelenin tek şartı dindi. Ortodoks olanlarla Müslümanları etkiledi fakat farklı dine mensupları etkilemedi. Girit mübadelesinde ilk gelen gemi olan Bahri Cedit gemisi 3 Aralık 1923’te Urla açıklarına Karantina Adası’na demir atıyor. Tabi Girit’ten kaçarak gelenler de var. 1894’te başlıyor kaçışlar. Genellikle dağ köylerinde zulümler başladığı için orada başlıyor kaçışlar. Sürecin sonunda zorunlu denetimli mübadele süreci başlıyor. Hanya, Resmo, Kandiye gibi büyük şehirlerden gemilerle toplu takaslar başlıyor. Araştırmacı Ayşe Nükhet Adıyeke’nin araştırmalarına göre 1894 ile 1923 arasında kaçarak gelenlerin sayısı yaklaşık 60 bin civarında. Sadece Girit adasından 3 Aralık 1923’ten sonra 1925’e kadar mübadele ile gelenlerin sayısı ise 40 bin kişi. Yunanistan anakarası ve diğer adaları da hesaba katarsak yaklaşık 1 buçuk milyon kişiyi kapsıyor bu mübadele konusu” şeklinde konuştu.

İLK İSTEDİKLERİ ŞEY TÜTÜNDÜ…

İlk gelen geminin dönemin Ahenk Gazetesi tarafınca haberleştirildiğini söyleyen Kavur, “Nükhet Hoca onu, Türkçeye çevirdi. Orada şöyle yazıyor: Anakaraya gelenler tahaffuzhaneye ilk çıktıklarında, onları karşılayan görevlilerden ilk istedikleri şey tütünmüş. Gemide günlerce kaldılar ve adada da bulamadıkları için tütün istemişler. Bu tür toplu göçlerde gemiyle gelenler anakaraya çıkmadan önce ilk başta mutlaka tahaffuzhaneye, yani Urla Karantina adasından giriş yapmak zorundadır. Orası bir ada olduğu için gelen kişi adaya ayak bastığı anda tahaffuzhanenin içine girdiğinde cinsiyetine göre iki farklı bölüme ayrılır. Orada üzerindeki kıyafetleri tamamen çıkarırlar. Dönme dolaplar vardır, o dolapların içine koyarlar. Kendilerine verilen nalın, peştemal ve temizlik malzemelerini alırlar ve duşlara girerler. Duşlarda ilaçlı sabunlarla ve ilaçlı sularla yıkanırlar. Daha sonra muayene olup, 15 gün adada tutulurlardı. Herhangi bir bulaşıcı hastalığı varsa adadan çıkmaması ve tedavisinin orda yapılması için. Herhangi bir hastalığı yoksa da 15 gün sonra anakaraya çıkabilirlerdi” dedi.

MÜZE OLMASINI İSTİYORUZ

Adaya gelenlerin yaşadıklarını anlatan Kavur, “Kıyafetleri çıkardıktan sonra bir dönme dolaba koyuyorlardı. Dolap döndüğünde tahaffuzhanenin steril alanına geçiyordu eşyalar. Yüklü getirilen eşyalar da raylı taşıyıcıların üzerine konur, bu eşyalar da tahaffuzhane içerisindeki cihazların içerisine alınarak yüksek tazyikli buharla steril hale getirilirlerdi. Kişiye temiz olarak çıktığında teslim edilirdi. Bir söz vardır: ‘Ne dolaplar çeviriyorsunuz’ deyimi de buradan gelir. Tahaffuzhane içinde kıyafetlerin konduğu ve temiz alana yönlendirildiği dönme dolabın iki ucunda birbirini seven iki kişi varmış. Birbirlerine mektup gönderiyormuş dönen dolapla. Görevlinin biri fark edince: ‘Siz burada ne dolaplar çeviriyorsunuz bakayım’ demiş ve bu deyimin böylelikle ilk kez buradan çıktığı söylenir. Doktor muayenesinden geçenler, 15 gününü sorunsuz bir şekilde tamamlayan sağlıklı olanlara görevliler birtakım sorular yöneltiyordu. Girit’te ne iş yaptıkları soruluyordu. Balıkçı olduğunu söyleyenler; İzmir ve diğer sahili olan illere gönderildi. Hayvancılık, çiftçilik vs. gibi işler yapanlar ise Manisa, Beydağ, Aydın yani İzmir’in ve Ege’nin iç kısımlarına dağıtılıyordu. Tüccar, sanayici vs. ise İzmir’in merkezde Rumların çıkarıldığı alanlara yerleşmişler. Adada ölenler ise adanın içinde bulunan mezarlığa gömülmüşler. Dünyada üç tane böyle ada vardır. Bir tanesi Dubrovnik’te bir tanesi Amerika’da ve üçüncüsü ise bizde. Her yıl 3 Aralık’ta izin alarak Karantina Adası’nda anma etkinlikleri düzenledik. Bir Girit göçmeni ve Girit Mübadilleri Derneği olarak; biz oranın müze olmasını istiyoruz. Farklı amaçlarda kullanılmasını istiyoruz. Yolculuğa gelince acıydı. Sonuçta yüzyıllarca yaşadığın bir alanı terk ettin. Çocuğunuzun, ananızın, babanızın veya başka bir akrabanızın mezarları var orada. Her şeyi, hayatınızı bırakıyorsunuz, buraya geliyorsunuz” dedi.

AİLELER BÖLÜNDÜ

Yolculuklar sırasında birçok aile ferdi farklı gemilerle taşındıkları için parçalandı ve aile bölünmeleri oluştu. Aile bölünmeleri meselesini anlatan Kavur, “Mübadele sırasında göçmenleri taşıyan gemilerde; birinci gemiye insanlar yükleniyor. Sizin ailenizden 3 kişi binebildi. Geminin kapasitesi dolunca ailenizden kalanlar binemedi. Bir sonraki gemiyle geleceksiniz diyorlar. Fakat bu kez de o dönem lakaplar olduğu için buraya gelenlere bir de soyadı verdiler. Mesela Girit adasında lakabın Kavuris, sana Kavur diye soyadı veriyorlar. İkinci gelen gemide yani akrabalarının kalan kısmının geldiği gemide bu sefer lakabını değil başka bir şey soruyorlar, mesleğini soruyorlar çiftçiydim deyince senin soyadın Çiftçioğlu demişler. Soyadı kaydı yapılıyor, başka da bir bilgi yok. Bu sebeple aile kopuklukları oluyor. Farklı, art niyetli bir düşünceden oluşmuyor. Bir de gemilerin farklı rotalara gitmesiyle de aile bölünmeleri yaşanıyor. Mersin Tarsus’a giden gemiler oldu, Kos adasına giden, Rodos adasına gemiler oldu ve orada kalan mübadiller oldu. Esas aile bölünmesi ise şöyle oldu: Orada 300-400 yıl yaşadığı alanları terk etmek istemeyenler vardı. Buradan da oraya gitmek istemeyenler vardı. Buradan gitmek istemeyenlerden bahsedelim. Diyelim ki burada 100 kişilik Ortodoks bir aile var. Bunların 90’ı gitmek istiyor. Burada kalabilmesi için din değiştirmesi ve Müslüman olması gerekiyor. Din değiştirmek istemiyor. Bunlardan bir aile ben din değiştirebilirim diyor. Oradakiler de aynı şekilde. Din değiştiren ve buraya gelmek istemeyen Müslümanlar oldu. Böylece aile bölünmeleri yaşandı” dedi.

1 EKMEĞE 1 ALTIN İSTENDİ!

Mübadele ile gelenlerin buradaki sosyal hayata uyumunun hiç de kolay olmadığına vurgu yapan Kavur, “Mesela Girit’ten geldiniz, burada Cunda adasında size Rumlardan kalan bir taştan ev verdiler. Zaten evin içinde hiçbir şey kalmamış. Sizin geldiğinizde elinizde sadece yorgan, bir iki kap kacak ya da üç beş altınınız varsa onları getirdiniz. Türkçeyi doğru dürüst konuşamıyorlar çünkü adada Yunan dilinin Osmanlıca ile harmanlaması ile oluşan bir dil konuşuluyor. Hemen bir iş bulamıyorlar ya da orada balıkçılık yapan biri hemen burada da balıkçılık yapamıyor çünkü teknesi yok. Anakaradakiler mübadele ile gelenleri kendi vatandaşı gibi görmüyor ilk etapta. Sanki bir Rum vatandaşı gibi görüyorlar. Ekmek alacaklar. Bir somun ekmeğe bir altın istiyor buradakiler. Buradaki vatandaşlar, mübadilleri kabulleninceye kadar büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Ben küçükken bile bir Giritli burada bir otobüste Giritçe konuşunca biletçi bağırırdı. Türkçe konuş, niye Yunanca konuşuyorsun diye kızardı. Adam bilmiyor ki Türkçeyi ne yapsın. Öğreninceye kadar bildiği dili kullanıyor. Girit adasının Osmanlı adası olduğunu anlayamadılar.  Mübadele ile ilgili dikkat çeken bir diğer husus ise; buraya gelenler bir gün geri döneceklerine inanarak geldiler. Bu yüzden anahtarlarını ya komşularına bırakarak geldiler ya da kapılarının yan tarafına asmışlar. Mübadele 1923’te başlıyor. Fakat mübadele imzalanırken; 1916’da gelen aileleri de mübadil sayıyorlar. Mesela 1916’da gelen bir aile, kaçarak geldi. İlk geldiğinde göçmen olarak görünüyordu. Sen mübadil olmadığın için Girit’te bıraktıkların malların karşılığında buradan bir tane ev bile verilmedi. Bu insanlar çok büyük zorluklar yaşadı. 1923’te gelenler mallarının karşılığını buradan aldılar. 1916 ile 1923 arasında gelenler mübadil sayıldıklarını bilmedikleri için hiçbir şey alamadılar” ifadelerini kullandı.