Uyuz, bitlenme, mantar enfeksiyonu: Türkiye’ye yayılabilir
SULTAN GÜMÜŞ KAYA/RÖPORTAJ
Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı Prof.Dr. Ahmet Saltık, deprem sahasında yaşanan ve yaşanabilecek olan salgın hastalıkları gazetemiz aracılığıyla kamuoyuna aktardı. Gerçekleştirdiğimiz röportajda Prof.Dr. Saltık, çadır- konteyner evlerde insanların çok kalabalık yaşadığını dolayısıyla kişi başına 3,5 metre kare alan dahi sağlanamadığını kaydetti. Yakın temas ve hijyen sorunu nedeniyle uyuz, bitlenme ve kimi mantar enfeksiyonlarının görülebileceğini aktaran Saltık, Kovid-19 pandemisinin de bu süreçte artabileceğini vurguladı.
Öte yandan, yaşanan nüfus hareketliliği dolayısıyla bölgede çıkabilecek bulaşıcı hastalıkların tüm Türkiye’ye yayılabileceğine de dikkat çeken Prof.Dr. Ahmet Saltık, “Türkiye nüfusunun yüzde 90-95’i deprem kuşağında yaşamakta. Bu doğa gerçekliğine uygun bir toplumsal düzen kurmak zorundayız” dedi.
KİŞİ BAŞINA 3,5 METRE KARE ALAN…
10 kentimizde yaşanan deprem yıkımının salgın hastalıkları da birlikte getirdiği belirtiliyor. Durumun bu denli vahim bir tabloya yol açmasının nedenlerini aktarabilir misiniz?
Bulaşıcı – salgın hastalıklar, afetlerin ardından ciddi sorun kaynağıdır. Bu hastalıkların kökenlerine göre irdelenmesi uygun olur. Depremin ardından hava yolu, yakın temas, su ve yiyecekler, yaralanmalar, çevre koşulları bulaşıcı hastalık salgınları için başlıca kaynaklardır. Maraş ve yöresi ile birlikte 10 kentimizi çok olumsuz etkileyen şiddetli deprem, 13 milyona varan büyük bir nüfusu tehdit etmiştir. 110 bin km2 alana yayılan depremin ardından bu büyük nüfus kitlesinin temel gereksinimlerini hızla karşılamak kolay değildir. İlk iş yıkıntı altında kalan insanların – hayvanların yaşamlarını kurtarmaktır. Ardından, yaşamda kalanların yaşam güvenliğini sağlamak gelir. Bu amaçla, ağır kış koşulları da gözetilerek barınma ve beslenme öncelik alınmalıdır. Bölgede yeterli barınma koşulları gereken hızda sağlanamamıştır. Çadırlar yetersiz, konteyner evler çok çok azdır. Yararlanılabilecek kapalı mekan, deprem çok şiddetli olduğundan yok gibidir. Dolayısıyla sağlanan çadır- konteyner evlerde insanlar çok kalabalık yaşamaktadırlar. Kişi başına 3,5 m2 alan sağlanamıyor.
Aynı zamanda Sağlık Hukuku uzmanısınız. Bu doğrultuda deprem sahasında başlıca hangi salgın hastalıkların boy göstereceğini düşünüyorsunuz?
Kapalı alanda kalabalık yaşam, özellikle hava yolu ile bulaşan hastalıklar için risk etmenidir. Üst ve alt solunum yolu bulaşları (enfeksiyonları) kolaylıkla yayılabilir. Tonsillit, farenjit, sinüzit, soğuk algınlığı (nezle), grip, zatürre, verem, kızamık, Kovid-19 başta olmak üzere! Zatürre, bebek-çocuk ve yaşlılarda ağır giderek ölümlere yol açabilmektedir. Ağır kış koşulları, yetersiz beslenme üst ve salt solunum yolları bulaşlarını artırıcı ve ağırlaştırıcıdır. Ayrıca enkaz tozlarının solunması gerek yöre halkında gerek arama-kurtarma emekçilerinde kimi sorunlara yol açabilecektir. Yıkımlarda Histoplasma Capsulatum mantar enfeksiyonu alınabilir. Yakın temas ve hijyen sorunu nedeniyle uyuz, bitlenme, kimi mantar enfeksiyonları görülür.
KOVİD-19 BU SÜREÇTE ARTABİLİR!
Halihazırda bir Kovid-19 pandemisi ile savaşırken, göçük altındaki kentlerde yaşanan ya da yaşanacak olan salgın hastalıklar, durumu daha da kritik bir duruma dönüştürür mü?
Birden çok bulaşıcı hastalık ne yazık ki eşzamanlı olarak yaşanabilir. Kovid-19 da bu süreçte artabilir. Hem kapalı ortamlarda kalabalık yaşam, hem stres ve beslenme, barınma, uyuma, giyinme yetersizlikleri tetikleyici olabilir. Kovid-19 aşılarının anımsatma dozlarının yapılması uygun olur. Halkın sürekli sağlık eğitimi çok değerli. Bulaşıcı hastalıklar için erken tanı kritik. Bu amaçla erken tanı-uyarı sistemlerinin kurulması gerekli.
Deprem dolayısıyla Türkiye’yi halk sağlığı bakımından nasıl sorunlar bekliyor?
Bölgede çıkabilecek bulaşıcı hastalık salgınları Türkiye’ye yayılabilir. Tersine, ülkemizin değişik yerlerinden bölgeye de kimi bulaşıcı hastalıklar taşınabilir. Çünkü ciddi boyutta bir nüfus hareketliliği söz konusudur. Bölgede sağlık hizmetlerinin basamaklandırılarak (Birinci – İkinci – Üçüncü Basamak) etkinlikle sürdürülmesi gerekecektir. Özellikle 0-6 yaş çocukların aşılanması önemlidir. Çöken sağlık altyapısı ayağa kaldırılmalıdır. İnsan gücü bakımından bölge desteklenmeli ve rotasyonla görev verilmelidir. Sağlık hizmetleri kamusal sorumluluk ve temel insan hakkıdır. Neo-liberal küreselleşme dayatması ile son 20 yıldır sağlıkta dönüşüm adı altında özellikle hızlandırılan sağlıkta özelleştirmenin durdurulması gerekmektedir. Ardışık afetler akıldan çıkarılmadan, kamusal sağlık sektörü tüm boyutlarıyla ülkemizde güçlendirilmek durumundadır. Koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyen, Dünya Sağlık Örgütü’nün tek tip – tek sağlık anlayışı ekseninde bir ulusal – kamusal sağlık sistemine gereksinim ivedidir.
DERS ALARAK SORUNLARI AŞACAĞIZ
Bu noktada yetkili kurum ve kuruluşlara nasıl bir görev düşüyor? İvedi olarak yapılması gerekenler nelerdir?
Afetlere müdahale başlıca AFAD’a verilmiş durumda. Eski sivil savunma örgütleri bu kuruma devredildi. KIZILAY da epey geriye çekildi. 7269 sayılı yasa gerekli düzenlemeleri içeriyor. Ancak AFAD çok yetersiz kaldı. 2 ila 3. günü izleyerek sınırlı katkı sağlanmıştır. Onlarca ülkeden gelen dış yardım, ülkemizin her yerinden koşan kişi ve kurumlar afette risk azaltımı için ciddi ve özverili çalışmalar sergilemiştir… Bir OHAL Bölge Valiliği, bölgesel düzeyde eşgüdüm için yerinde olacaktır. TBMM’de özel oturumlarda sorun değerlendirilmeli, bir Araştırma Komisyonu kurulmalı, demokratik biçimde halkın katılımıyla yol alınmalıdır. Afette ve sonuçlarında sorumluluğu olan tüm kişi ve kurumların bağımsız-tarafsız yargı organınca adil ve hızla yargılanarak hak ettikleri yaptırımlara çarptırılmaları büyük önem taşımaktadır. Bölgeden göç önlenmelidir. Depremzede nüfusun yaşam koşulları iyileştirilmelidir. Barınma, giyim, beslenme, çevre sağlığı koşulları, tuvalet, su, atıklar, geçim, eğitim, sağlık, psiko-sosyal destek çok önemlidir.
Son olarak neler eklemek istersiniz?
Türkiye nüfusunun yüzde 90-95’i deprem kuşağında yaşamakta. Bu doğa gerçekliğine uygun bir toplumsal düzen kurmak zorundayız. İlk olarak ulusal nüfus planlaması ile nüfus artış hızını azaltmak, aile planlaması yapmak zorundayız… İmar affını unutmak, yapı denetim mevzuatını güncelleyerek ödünsüz uygulamak gerek. En önemlisi de ülke genelinde yeniden kadastral planlama yaparak kentsel yerleşim yerlerini gerekirse güvenli zeminlere taşımak, yerleşime uygun olmayan alanları tarıma, meralara, otlak ve yaylaklara ayırmak gerek… Bu afetler asla kader değildir! Japonya başta olmak üzere depremle son derece başarılı savaşım veren ülke örnekleri vardır. İstanbul’dan başlayarak hızla, kentsel dönüşüm ulusal seferberlikle birkaç yılda tamamlanmalıdır. Bu adımlar ulusal bir politika zeminine oturtulmalı, günlük siyaset dışına çıkarılmalıdır. Kırdan kente göç durdurulmalı, tersi teşvik edilmelidir. Nüfus ülke coğrafyasına elden geldiğince dengeli dağıtılmalıdır. Sığınmacılar hızla ülkelerine geri gönderilmeli, özellikle Hatay’ın demografik yapısı korunmalıdır. Seçimlerin ertelenmesi için bu afet gerekçe yapılamaz, Anayasada salt savaş erteleme nedenidir. Afetle savaşım gündelik politikaya asla alet edilmemeli, ulusal birlik korunmalıdır. Ulusal dayanışma, bilimsel akılcılıkla ve ders alarak bu sorunları da aşacağız, umutsuzluk yok!