Dünya Çocuk Hakları Günü’nde çocukları anlayamamak
SEMİ TEKTAŞ-ÖZEL HABER - Bugün 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü, üzerinde yaşadığımız dünya ise çocukların özgürce yaşaması için uygun değil. Açlık ile boğuşan, savaşlar ve yoksulluk altında ezilen, ailelerinden uzakta yaşamak zorunda kalan; aileleri, yakınları tarafından tacize uğrayan, katledilen, suça sürüklenen ve özgürlüğünden mahrum kalan çocukların sayısı her geçen gün artmaya devam ediyor. Verilere göre Türkiye hapishanelerinde 12-18 yaş arası 165’i kız çocuğu olmak üzere toplamda 3 bin 690 çocuk bulunurken, 16 bin 39 kadın mahkûmun yanında ise 0-6 yaş grubundan en az 759 çocuk yaşıyor. Gelişme çağında, sosyal yaşamı tanımada geri planda kalan bu çocukların dezavantajlı olarak sosyal yaşama başlaması tartışılması gereken bir konu... İzmir Barosu Başkan Yardımcısı Çocuk Hakları Merkezi’nden Sorumlu Yürütme Kurulu Üyesi Avukat Zöhre Dalkıran, 0-6 yaş grubundan 759 çocuğun sosyal yaşama adapte edilmesi için gereken alanın sağlanması gerektiğini dile getirirken, Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Sevda Alankuş ise çocuğun sosyal yaşamda yaşadığı zorluklara dikkat çekti.
ÇOCUKLAR DAHA AĞIRINI YAŞIYOR
İzmir Barosu Başkan Yardımcısı Çocuk Hakları Merkezi’nden Sorumlu Yürütme Kurulu Üyesi Avukat Zöhre Dalkıran, hapishanede kalan 16 bin 39 kadının yanında bulunan 759 çocuğun yetişkinlerden daha fazla sıkıntı yaşadığını belirterek “Mevcut dosyalardan yaptığımız bilgi ediniminden bir çıkarımda bulunabiliriz. Suça sürüklenen çocukların çok büyük bir kesimi hem kendileri hem de aile olarak ekonomik yoksunluk yaşayanlar. Dolayısıyla sosyal ekonomik durumlarıyla hukukla uyuşmazlık içine girmeleri söz konusu oluyor. Biz suç ile çocuk kelimesini aynı cümlede kullanmak istemiyoruz. O yüzden böyle hukuki itilafın tarafı olmuş çocuk, hukuki uyuşmazlığa karışmış çocuk gibi tabirlerin daha uygun olacağını düşünüyoruz. Hiçbir çocuğun hapishanede olmaması gerekiyor. Okullarında, parklarında ve evlerinde güvenli bir şekilde yaşaması gerekiyor. Mecburen oralarda kalıyorlarsa da çocuk dostu bir yaklaşımla oraların, çocuklarının yaşayabileceği yerler haline gelmesi gerekiyor. Ama ilk öncelik çocukların okullarında, parklarda ve evlerinde güvenli bir şekilde yaşaması. Bütün mekanizmanın buna göre kurgulanması lazım. Bütün toplumsal ceza hukuku sistemimiz, medeni kanun sistemimiz, Çocukları Koruma Kanunumuz hepsi bu perspektiften olmalı. Ama maalesef ki hapishanede yaşayan bu çocuklar bir yetişkinin yaşadığı sıkıntıları bir çocuk olarak belki daha ağırını yaşıyor. Eğitimden ve oyun alanlarında mahrum bir şekilde, akranlarıyla bir arada olamamasından dolayı hem ruhsal gelişimleri hem de fiziksel gelişimleri çok ciddi zarara uğruyor” değerlendiresinde bulundu.
YETERİNCE KONUŞAMADIKLARIMIZA BAKIN
Çocukların sosyal yaşamda yaşadığı sorunlara değinen Alankuş, “Yakınlarda yeni bir kitap çevrildi, ismi ‘Çocuk Düşmanlığı’, yazarı Elisabeth Young-Bruehl. Kitabın çevirmeni, yazarın İngilizce’de ‘childism’ olarak kullandığı kavramı ‘çocuk düşmanlığı’ olarak çevrilmiş. Literatürde bu kavramın henüz yaygın kullanımı yok benim bildiğim, ancak farkındalıklarımız değişen iletişim ve sosyalleşme biçimleri içinde artıyor ve kavramlarımız bazen mevcut durumları açıklamada yetersiz kalıyor. Yazar kavramı, çocukları mülklerimiz olarak görüp, haklarının tanınmaması olarak tanımlıyor ve kavramın mutlaka çocuklara nefreti çağrıştırmaması gerektiğini de söylüyor. Eğer bu son bir yıldır konuştuklarımız olmasaydı ben de çocukların uğradığı istismarları, emek sömürüsünü, ‘tasarruf tedbirleriyle’ açıklanan hijyen sorunlarını, derin yoksulluğun sonucu olarak iyi beslenemeyen çocuklara okullarda bir öğün yemek bile verilememesini, çocuk pornografisini haberlerde izlediğimiz ağır vakalar ile karşımıza çıkmasaydı bu kavramı kullanırken tereddüt ederdim. Ama şu konuştuklarımıza ya da aslında yeterince konuşamadıklarımıza bakın, İzmir’de bir özel okulda bir çocuk akran zorbalığı nedeniyle intihar ediyor; 8 yaşında bir kız çocuğu öldürülüyor ve cansız bedeninin bulunmasından bu yana neredeyse 3 ay geçtiği halde, bütün bir köy ağızbirliği etmişçesine ve çok muhtemelen ailenin bir veya iki erkeğini korumak için ağzını açıp faili itiraf etmiyor. Aşağı yukarı aynı sıralarda 2 yaşındaki bir kız bebek cinsel istismar nedeniyle hayatını kaybediyor. Ev diyemeyeceğimiz bir barakada 5 çocuğuyla yaşam mücadelesi veren bir kadın, evinden yarım saat uzaklaştığında elektrik sobasından çıkan yangın nedeniyle en büyüğü 5 yaşında 5 çocuk hayatını kaybediyor” diye konuştu.
ZENGİN’E TEPKİ
AK Parti Milletvekili Özlem Zengin’in Selçuk’ta yaşanan olay hakkında söylediği sözlere tepki gösteren Alankuş, çocukların yaşadığı yoksulluğa vurgu yaparak “Bir hiyerarşi zinciri içerisinde aslında hepimizin sorumlu olduğu bu ölümlerde liste başında gelmesi gereken iktidar kanadından kadın milletvekili, ‘Her şeyin yoksulluğa bağlanamayacağı, annenin hayat biçimine de bakılması gerektiği’ gibi bir yorumda bulunabiliyor. X’de yapılan yorumlarda o kadar çocuğu niye doğurmuş o zaman denilebiliyor. Beterin beteri de var, basının ‘Yenidoğan çetesi’ olarak adlandırdığı adını başka türlü koyamadığım vahşettin zanlıları yenidoğan birimindeki çocuklar üzerinden para kazanabilmek için ‘çekin fişini’ diyebiliyor ve daha kim bilir neler işiteceğiz. İşte bu ortamda tam da Dünya Çocuk Hakları Günü’nde çocuklara yönelik hak ihlallerinin adını artık yazarın çağrısına katılarak ‘çocuk düşmanlığı’ olarak koymakta bir beis yok diyorum. Kitap ABD odaklı ancak kanımca genel durumu özetliyor. Şunu da ekleyeyim, ırkçılık da dahil her düşmanlaştırıcı ideolojide olduğu gibi çocuk düşmanlığının da toplumsal cinsiyet ve sınıf boyutu var. Yani kız çocuklarının mağduriyeti daha katlı bir mağduriyet Narin örneğinde olduğu gibi, burada işte iddia edeyim, öldürülen bir oğlan çocuk olsaydı faili çoktan bulunmuştu. Ya da soba faciası nedeniyle çıkan yangın 5 çocuklu bir kadının barakasında değil de orta sınıf bir aile de elektrik kaçağı nedeniyle çıkmış olsaydı kimse öncelikle anneyi suçlamaz veya niye ‘5 çocuk yaptınız o zaman’ demezdi. Yani her konuda olduğu gibi bu konuda da çifte standartla yargılıyoruz ve çocuk düşmanlığı altında da ‘yaşçılık’ altında olduğu gibi kadın düşmanlığını yeniden üretiyoruz. Derin yoksulluktan da yoksulları sorumlu tutuyoruz” değerlendirmesinde bulundu.
MEDYANIN GÖREVİ
Alankuş, çocuk hakları konusunda medyanın görevine de vurgu yaparak “Dünya nüfusunun üçte birini çocuklar oluşturuyor, bugün Dünya Çocuk Hakları Günü ve Türkiye’nin de imzaladığı Çocuk Hakları Sözleşmesi 1989 yılında kabul edildiğinden bu yana 35 yıl geçmiş, bu sözleşme her konuda ‘çocuğun yüce menfaatinin’ esas alınması gerektiğini söylüyor ancak durumumuz bu. Son olarak bir iletişimci sıfatıyla şöyle söyleyeyim, habercilere ‘çocuk düşmanlığına’ giren çocukları eksik-yurttaş olarak gören her hak ihlalini ve ihmali, istismarı pro-aktif ve sorumlu, çocuk odaklı bir gazetecilikle takip etmeleri gerekiyor” sözlerini tamamladı.