[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#diyabet

diyabet haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, diyabet haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Aşırı kilo ve şeker hastalığına dikkat: Görme kaybı yaşayabilirsiniz! Haber

Aşırı kilo ve şeker hastalığına dikkat: Görme kaybı yaşayabilirsiniz!

Özellikle Tip 2 şeker hastalığına bağlı olarak genellikle ileri yaşlarda rastlanan diyabetik retinopatinin sinsi bir şekilde ilerlediğini kaydeden Erakgün, hastalığın genelde ileri safhalarda fark edildiğini ve görme kayıplarına yol açabildiğini ifade etti. Diyabet hastalığının vücudun genel sağlığının yanı sıra; gözleri de olumsuz olarak etkilediğini aktaran Prof. Dr. Tansu Erakgün, “Diyabet, beyin, böbrek ve gözlerdeki küçük damar sistemlerini etkileyerek hastalıklara neden olur. Diyabetik retinopati kendini hemen belli etmez. Kişi görme konusunda bir sorun hissetmese bile uzun yıllar sonunda görme kaybı yaşayabilir. Hatta hastalığın ilerleyişine göre kör bile olabilir. Hastalık kendini belli edecek bulgular verince geç kalınmış oluyor. Tedavide ancak kısmi bir düzelme veya mevcut göz durumunun korunması sağlanıyor. Bu nedenle şeker hastalığı bulunanlar mutlaka düzenli olarak göz kontrolünden geçmelidir” dedi. Diyabetik retinopati genelde iki gözde birden görülüyor Prof. Dr. Tansu Erakgün, diyabetik retinopatinin görme merkezinde kanama ve ödeme yol açması yüzünden görüş kaybına hatta körlüğe neden olabileceğini kaydetti. Erakgün, “Vücudumuz gözdeki oksijen yetersizliğini telafi etmek için istenmeyen yeni damar oluşumuna yol açıyor. Bunun sonucunda sağlıklı olmayan ve kırılgan yapıdaki damarlar kanamaya neden oluyor. Diyabetik retinopati genelde iki gözde birden görülüyor. Kimi durumlarda farklı gözlerde asimetrik gelişim de gösterebiliyor. Belli bir hasar derecesini aşınca ancak kısmi tedavi olabiliyor. Diyabetik retinopatide belli tanı yöntemleri kullanılarak bir takım kriterlere göre tedavi planlanıyor. OCT ve göz anjiyosu ile görme merkezinde ödem ve istenmeyen damar oluşumları ortaya konuyor. Görme merkezinde ödem gelişmiş ise iğne tedavisi uygulanıyor. Bu tedavi özellikle son 15 yılda sıklıkla başvurduğumuz bir yöntem. İğne tedavisi kanamayı durduruyor ve görme merkezindeki ödemi de kurutuyor. Tedavi sürecinde duruma göre bu işlem tekrarlanabiliyor. Bir diğer uygulanan yöntem ise Yeşil Argon Lazer tedavisi. Lazerle retinanın oksijen ihtiyacı azaltılıp yeni damar oluşmasının önüne geçiliyor. İleri derecedeki süreçlerde ise vitrektomi yöntemiyle ameliyat gerçekleştiriliyor. Vitrektomi ile göz içinde oluşan kanama temizleniyor. Kanamaya yol açan damarlar ve zar oluşumu da tedavi ediliyor” şeklinde konuştu. Düzenli aralıklarla muayene olmaları gerekiyor Diyabetik retinopatinin tamamen tedavi edilebilen bir hastalık olmadığını belirten Prof. Dr. Tansu Erakgün, “Vücutta diyabet rahatsızlığı devam ettikçe bu hastalık da ilerleyebilir veya tekrar edebilir. Diyabet, sıklıkla obezite, sağlıksız beslenme, aşırı kilo, hipertansiyon ile birliktelik gösterir. Bu nedenle diyabetin yanı sıra; obezite, hipertansiyon ile sağlıksız beslenmenin önüne geçilmeli ve kontrollü bir şekilde kilo verilmelidir. Yaşam tarzı değişikliği bu hastalığın tedavisinde önem taşımaktadır. Çok küçük yaşlarda ve gençlerde de diyabetin bir türü olan Tip 1 diyabet görülebilir. Bu nedenle diyabetik retinopati erken bir yaşta, örneğin 20'li yaşlarda ortaya çıkabiliyor. Aynı tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor. Hastanın gençliği nedeniyle önünde uzun bir yaşam olduğu göz önüne alındığında bu hastalığı kontrol altına alarak mücadele etmesi gerekiyor. Bu hastalık ülkemizde de sıklıkla görülüyor. Şeker rahatsızlığı bulunanların herhangi bir görme şikayeti bulunmasa bile bu konuda bilinçli bir şekilde hareket etmeleri ve düzenli aralıklarla muayene olmaları gerekiyor” dedi.

Metabolik cerrahi ile diyabetin etkilerini en aza indirmek mümkün Haber

Metabolik cerrahi ile diyabetin etkilerini en aza indirmek mümkün

Tip 2 diyabetin kronik olduğu ve belirti göstermediği için sinsi bir hastalık olduğunu aktaran Op. Dr. Mehmet Deniz, hastalığın kontrol altına alınmadığı durumda tüm sistemleri harap ederek yaşamı tehdit eden pek çok sağlık sıkıntısına neden olduğunu ifade etti. Tip 2 diyabetin tedavisinde ilk basamak diyet ve egzersiz programıdır Op. Dr. Deniz, hastalığın tanı ve tedavisi ile ilgili, “Tip 2 diyabet (şeker hastalığı) hastanın yaşam konforunu son derece bozmaktadır. Kronik yorgunluk, hayattan keyif alamama, halsizlik gibi genel yakınmalar başta olmak üzere kalp damar sistemi, göz, böbrek, sinir sistemi gibi pek çok hayati sisteme geriye dönüşü olmayan hasarlar vererek hastanın hayatını son derece olumsuz etkilemektedir. Tip 2 diyabetin tedavisinde ilk basamak diyet ve egzersiz programıdır. Özellikle başlangıç döneminde olan diyabette hayat tarzının değişikliği son derece etkili olmaktadır. İleri aşamalarda ise ilaç ve insülin iğne tedavileri devreye girmektedir. Son dönemde yeni jenerasyon ilaç ve insülin tedavilerine rağmen başarı oranı maalesef -15 düzeyini geçememektedir. Üstelik birçok hasta günde 4 kere kendine insülin iğnesi yapmak zorunda, birçok ilacı sabah öğlen akşam içmek zorunda iken; sonuç yeterince maalesef yüz güldürücü olamamaktadır” dedi. Ameliyatlar karın içine minik deliklerden girilerek yapılmaktadır Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Mehmet Deniz, Tip 2 diyabet hastaları için bu uyumu oldukça zor ilaçlar, iğneler dışında diyabetin güçlü şekilde kontrol altına alınması için Metabolik cerrahiye uygun hastalarda % 70’lerin üzerinde başarı oranı elde edildiğini vurguladı. Op. Dr. Mehmet Deniz, “Metabolik cerrahinin asıl amacı vücutta bulunan insülinin doğru şekilde kullanılmasını sağlamak üzerinedir. Bilindiği üzere tip 2 diyabet hastalarında insülin rezervi yeterli iken hücresel düzeyde gelişen direnç nedeni ile kan şekeri kontrol altına alınamamaktadır. İşte aslında var olan bu insülini doğru kullanarak tip 2 diyabeti ortadan kaldırmaktadır. Metabolik cerrahinin tüm ameliyatları laparoskopik yöntemle karın içine minik deliklerden girilerek yapılmaktadır. Önce midedeki açlık hormonu salgılayan bölge devre dışı bırakılmakta, ardından ince bağırsağın ileum denilen son kısmı mideye yada oniki parmak bağırsağına getirilerek insülin benzeri hormonların gıda ile bir an önce karşılaşması sağlanmış olmaktadır. Böylece alınan gıdadaki şeker kana karıştığında, kan şekerinin ani yükselmesine fırsat vermeden kontrol altına alınmış olmaktadır. Operasyon tamamlandıktan sonra ince bağırsağın ilgili bölümünden eskiye nazaran daha fazla salgılanan hormonun pankreas üzerindeki baskıyı kaldırması ile insülin salgılama hızı ciddi oranda artar ve şeker hastalığı son bulur. Tip 2 diyabet hastalarının erken dönemde bu operasyonu geçirmeleri önemlidir” dedi. Bütün tip 2 diyabet hastalarının yaşam tarzlarına son derece dikkat etmeleri gerektiğini vurgulayan Op. Dr. Deniz, hastaların diyet ve egzersiz programlarına uymaları, verilen tedavileri yerine getirmelerinin önemine değindi, tüm bunlara rağmen hastalık ilerliyor ya da kontrol altına alınamıyorsa metabolik cerrahi uzmanına başvurulması gerektiğini de aktardı.

Diyabet Kampı’nda hastalık yönetimi eğitimi Haber

Diyabet Kampı’nda hastalık yönetimi eğitimi

Yakın Doğu Üniversitesi DESAM Araştırma Enstitüsü, Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi ve Kıbrıs Türk Diyabet Derneği iş birliğiyle gerçekleşen kampta katılımcılar; uzmanlar ile diyabet yönetimi, fizyoterapi ve beslenme gibi alanlarda eğitim aldı. Katılımcılar kampta kendi deneyimlerini paylaşma ve benzer sağlık sorunları yaşayan diğer bireylerle iletişim kurma fırsatı elde etti. Bununla beraber uzmanlarla birebir iletişim kurup daha verimli bir öğrenme sürecini de deneyimlediler. Diyabet Kampında pratik uygulamalar “Halk Sağlığı Haftası” kapsamında gerçekleşen Diyabet Kampı, katılımcılara sadece teorik bilgi vermedi, aynı zamanda günlük hayatta bu bilgilerin uygulanması için pratik imkanlar da sundu. Kamp boyunca, Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Tuba Yerlikaya “Diyabet ve Fizyoterapi” konusunu anlatırken, Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden Doç. Dr. Mustafa Hoca, “Diyabet ve Beslenme” üzerine sunum gerçekleştirdi. Yrd. Doç. Dr. Müjgan Kuşi ise diyabet yönetiminde besin tüketiminin önemi üzerine katılımcılara bilgiler verdi. Diyetisyen Gizem Oymacı, “Glisemik İndeks ve Öğün Planlama Rehberi” başlıklı sunumuyla kan şekeri kontrolü için dengeli beslenmenin nasıl yapılacağını aktardı. Podiatrist Kayra Besim de “Ayak Bakımı ve Sağlığımız” sunumu ile diyabetli bireylerin ayak sağlığını koruma yöntemlerini anlattı.

Şeker hastaları için Ramazan ayı tavsiyeleri Haber

Şeker hastaları için Ramazan ayı tavsiyeleri

Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Pınar Şişman, şeker hastalarının gün içinde az ve sık yemek yemelerinin, kan şekeri seviyelerini kontrol altında tutmaları açısından büyük önem taşıdığını vurgulayarak şunları söyledi: "Şeker hastalığının başlangıç aşamasında olan ve düşük kan şekeri seviyesine neden olmayan ilaçlar kullanan hastalar, doktorlarının onayıyla oruç tutabilirler. Ancak, diyabet hastalarında uzun süreli açlık kan şekeri seviyelerini tehlikeli düşüşlere sokabilir. Ancak, bu risk her diyabet hastası için farklıdır. Bu nedenle, oruç tutma kararı vermeden önce hasta, doktoru tarafından değerlendirilmelidir. Oruç tutma kararı alınırken, hastanın diyabet tipi, kullandığı ilaçlar, genel sağlık durumu, eşlik eden hipertansiyon, kalp hastalığı gibi diğer hastalıklar da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu kararı alırken, hastaların mutlaka doktorlarıyla birlikte hareket etmeleri gerekmektedir." Tip 2 diyabet hastalarında oruç tutma kararının kişinin bireysel özelliklerine göre verildiğini belirten Şişman, "İnsülin ya da insülin salgılatıcı ilaç kullanan tip 2 diyabet hastalarının, uzun süren açlık süresince hipoglisemi (şeker düşüklüğü) riski daha yüksektir. Diyabeti hafif olan, kan şekeri ölçümleri düzenli olan ve doktoru tarafından teyit edilen, insülin ya da insülin salgılatıcı ilaçları kullanmayan diyabet hastalarının, doktor onayı alındıktan sonra oruç tutmasında bir sakınca yoktur" dedi. Endokrinoloji Uzmanı Dr. Pınar Şişman, oruç tutmak isteyen diyabetli hastalara şu önerilerde bulundu: "Oruç tutmak istiyorsanız, öncelikle takip ve tedavinizi yapan hekiminizle görüşüp, oruç tutmanızın uygun olup olmadığını öğrenin. Düzenli olarak parmaktan kan şeker ölçümlerinizi yapın. Unutmayın, kan şekerini ölçmek orucu bozmaz. Hipoglisemi riskini artıracağı için yoğun egzersizlerden kaçının. Hipoglisemi ihtimaline karşı yanınızda meyve suyu gibi şekerli bir gıda bulundurun. Ramazan boyunca beslenmenize daha fazla özen gösterin. Sahurda posadan zengin ve uzun süre tok tutacak gıdaları tercih edin. Çavdar veya tam buğday ekmeği, az yağlı peynir, yumurta, zeytin, bol yeşillik, bir bardak süt veya ayran ve bir porsiyon meyve uygun bir seçenek olabilir. Orucunuzu salata ve bir kâse çorba ile açıp, 10-15 dakika ara verdikten sonra yemeğe devam ederek ani şeker yükselmelerinden kaçınabilirsiniz. Gece ara öğününde ise gün boyu yeterince tüketemediğiniz meyve, süt veya yoğurt, az miktarda fındık, badem, ceviz gibi besin gruplarına yer verin. Sıvı ihtiyacınızı karşılayabilmek için iftardan sonra bol su içmek yanında, şekersiz komposto, ayran, süt, şekersiz çay gibi içecekleri de tercih edebilirsiniz."

Dünya Diyabet Günü’ne dikkat çekmek için yürüdüler Haber

Dünya Diyabet Günü’ne dikkat çekmek için yürüdüler

Hayat Hastanesi tarafından geleneksel hale getirilen ve bu yıl 5’ncisi gerçekleşen diyabet yürüyüşüne katılan Hayat Hastanesi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Başhekimi Uzm. Dr. Fatih Özkul, yönetim kurulu üyeleri, doktorlar ve çok sayıda vatandaş, diyabet hastalığına dikkat çekmek için ellerinde balonlar ve pankartlarla yürüdü. Barış Kadın Bando Takımı'nın çaldığı marşlar eşliğindeki yürüyüş Cumhuriyet Caddesi'nden başlayıp, Zafer Plaza Meydanı'nda son buldu. Diyabetin Türkiye'de görülme sıklığı gittikçe artan, ciddi organ yetmezliğine yol açan ve hayat kalitesini olumsuz etkileyen bir hastalık olduğunu belirten Uzm. Dr. Fatih Özkul, adı şeker olan hastalığın artık Türk halkının ağız tadını bozduğunu ifade etti. Özkul, “Diyabet yaşam kalitesini olumsuz etkileyen ve tedavisi, takibi aksatıldığında da körlük, kalp damar hastalıkları, böbrek yetmezliği ve uzuv kaybına kadar sorunlara yol açabilen bir hastalıktır” dedi. Özkul konuşmasını şöyle sürdürdü: “Doktorlarımızla, sağlık çalışanlarımız ile bu konuya dikkat çekip, farkındalık oluşturmaya çalışırken, aynı zamanda bakanlık tarafından düzenlenen ‘Her gün 10 bin adım’ projesine destek sağlamak istedik. Diyabet hastalığıyla ilgili bilgilendirme broşürleri ve sağlıklı beslenmenin ve diyabet simgesi olan yeşil elmaları dağıtarak, farkındalık oluşturuyoruz. Hayat Hastanesi olarak bu tür farkındalıkları önemsiyoruz.’’ Vatandaşın da coşkuyla katıldığı yürüyüş sonunda vatandaşlara elma dağıtılarak program sona erdi. Bu haber de ilginizi çekebilir: Diyabet görme kaybına neden oluyor

Diyabet görme kaybına neden oluyor Haber

Diyabet görme kaybına neden oluyor

Göz Hastalıkları hekimi Prof. Dr. Selçuk Sızmaz, halk arasında yaygın olarak bilinen adıyla “şeker”, tıbbi literatürdeki adıyla “Diabetes mellitus” hastalığının, kanda glukoz (şeker) düzeylerinin kontrolsüz olarak yükselmesi ile seyreden bir hastalık olduğunu ifade ederek, kan şeker düzeyinin uzun süreler normalin üzerinde kalmasının damar sistemi, böbrek ve göz gibi organlarda hasar ile sonlandığını söyledi. Tüm dünyada endüstriyel gıda tüketimin artması ve bunun yanında değişen yaşam tarzına bağlı olarak bireylerin hareketlerinin azalması, obezitenin ve buna bağlı metabolik hastalıkların da yaygınlaşmasına yol açtığını belirten Prof. Dr. Sızmaz, şeker hastalığının, oluş mekanizmasına göre, Tip 1 ve Tip 2 olarak ayrı tipleri bulunduğunu; Tip 1'in genellikle genç, Tip 2'nin ise ileri yaşlarda meydana geldiğini anlattı. Prof. Dr. Sızmaz, şeker hastalığında gözün kornea, göz dışı kasları hareket ettiren sinirler ve görme siniri gibi farklı dokularında etkilenme olmakla birlikte, hastalığın gözdeki en önemli komplikasyonunun görme işlevinin ilk meydana geldiği doku olan retinada oluşan hasar olduğunu ve buna da “diyabetik retinopati” denildiğini ifade etti. “Tedavisiz kalırsa durum giderek kötüleşir” Hastalığın ilk evrelerinde retinada kanamalar ve damar yapısında bozulmalar görüldüğüne değinen Prof. Dr. Sızmaz, “Tedavisiz kalırsa, yeni damar oluşumlarının meydana gelmesi ile durum daha da kötüleşir. Tabloya hastalığın herhangi bir döneminde görme noktasında (sarı nokta) ödem oluşumu eklenebilir. Görme noktasında oluşan ödem görme düzeyinin çok ciddi şekilde düşmesine yol açacaktır. Hastalık tedavisiz kalırsa göz içine kanama, sinir tabakasında (retina) yırtılma ve ayrılma ve tedaviye dirençli göz tansiyonu yüksekliği gibi durumlar gelişebilir ve süreç kalıcı görme kaybı ile sonlanabilir” diye konuştu. Diyabetik retinopatinin Tip 1 diyabet hastalarında hastalığın başlangıcından daha uzun bir süre sonra ortaya çıkmakla birlikte daha şiddetli seyrettiğini ifade eden Prof. Dr. Sızmaz, Tip 2 diyabet hastalarında ise bu durumun tam tersi olduğunu, bulguların tanıdan nispeten kısa süre sonra ortaya çıktığını ancak daha hafif seyrettiğini anlattı. Kan şeker düzeyinin, bu hastalığın şiddeti açısından çok önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sızmaz, “Şeker düzeyleri yüksek olan hastalarda hastalık şiddetli seyretmekte ve hızla kalıcı görme kaybı meydana gelme riski bulunmaktadır. Şeker düzeyi de kontrol için tek başına yeterli değildir; hastaların kan basıncı, böbrek fonksiyonu, kan yağları (kolesterol ve trigliserit) ve kan hücreleri değerleri yönünden de sıkı kontrol altında olması gerekmektedir” dedi. “Retinopati yoksa yılda 1 kez göz muayenesi gerekir” Sızmaz, hastalığın meydana gelişinin gecikmesi ve seyrinin yavaşlaması için bahsedilen kontrollerin çok önemli olduğunu, bunlara ek olarak, şeker hastalarının düzenli göz kontrollerinin yapılmasının erken tanı ve tedavi fırsatı sunduğunu sözlerine ekledi. Retinopati görülmeyen şeker hastalarının yılda 1 kez, retinopati ortaya çıkarsa hastalığın şiddetine göre göz doktorunun önerileri doğrultusunda muayene gerektiğini belirten Prof. Dr. Sızmaz, “Her seferinde ayrıntılı göz muayenesi yapılmalıdır. Retinopati başladıktan sonra optik koherens tomografi ve retina anjiyografisi gibi tetkikler de bulguların şiddetine göre planlanmalıdır. Her iki yöntemde de X ışını kullanımı söz konusu değildir. Sistemler optik prensiplere dayanarak çalışmaktadırlar. Optik koherens tomografi ile retinanın tabakaları daha ayrıntılı incelenebilmekte, hastalığın seyrine dair net veriler elde edilebilmektedir. Retina anjiyografisi de retina damarlarının durumunu ve retinanın dolaşımını göstermektedir. Sanılanın aksine, retina anjiyografisinin tedavi edici özelliği bulunmamaktadır” diye konuştu. “Lazer ve enjeksiyon uygulamaları kör etmez” Prof. Dr. Sızmaz, hastalığın ilerleyerek körlükle sonlanmasını önlemek için hastanın hem dahili hem de göz yönünden sıkı kontrol altında olması gerektiğinin altını çizerek, damarsal oluşumlar için lazer uygulamaları, sarı noktadaki ödemin tedavisi için göze enjeksiyon uygulamalarının tercih edildiğini; özellikle takiplerini düzenli yaptıran hastaların tedavisinde başarılı sonuçlar alındığını kaydetti. Son olarak doğru bilinen yanlışlara değinen Sızmaz, “Göz içine enjeksiyon ve lazer halihazırda şekere bağlı göz tutulumunun etkin tedavi yöntemleridir. Hastalar bazen bu tedavilerin körlükle sonuçlandığına dair yanlış algılara kapılmaktadırlar. Altını çizerek söylemek gerekirse; kör eden lazer veya enjeksiyon değil, kötü şeker kontrolü ve yetersiz tedavidir. Uygun takip ve tedavi altında çalışma yaşamından kopmayan çok sayıda hastamız da vardır” dedi. BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Uzmanından çocuklara görme bozukluğu uyarısı

Diyabette takdir edilecek durumdayız Haber

Diyabette takdir edilecek durumdayız

Halk Sağlığı ve İç Hastalıkları Uzmanı, Karadeniz Diyabet Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. M. Emin Dinççağ, diyabet hastalığıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Türkiye'nin diyabetle mücadelede takdir edilecek bir konumda olduğunu ifade eden Dr. Emin Dinççağ, "Cumhuriyet'in kuruluşunun 100. yılını kutlarken pek çok alanda değerlendirmeler yapıp, ne kadar yol aldığımızı anlamaya çalışıyoruz. 100 yıllık geçmişimizde diyabet alanında da geldiğimiz nokta takdir edilecek bir durumdur. Dünyanın pek çok ülkesi ile karşılaştırıldığında diyabet alanında hastalığın farkındalığı, tanı ve tedavisi, gerekli ilaç ve malzeme, yetişmiş insan gücü, sağlık kurumları, sivil toplum örgütleri, araştırma ve geliştirme açısından ihmal edilemeyecek başarılarımızın olduğu ve ileri ülkeler ile rekabet edebilecek düzeyde olduğumuzu görüyoruz. 1955 yılında Türk Diyabet Cemiyeti’nin kurulması ile ivme kazanan diyabet çalışmaları, Prof. Dr. Şevki Yener ve Dr. İhsan Aksen gibi diyabet alanında ilgili hocalar vasıtasıyla uluslararası münasebetler ile geliştirilmeye çalışılmıştır. Geçtiğimiz yüzyılda, diyabet alanında önemli gelişmeler olmuş, diyabet farkındalığı ve tedavisi ülkemizde de bir çok standardın üzerinde gerçekleşmiştir. Dünyada da ülkemizde de diyabet farkındalığı yüzde 40-45 civarındadır. Diyabet, bulaşıcı olmayan hastalıklar arasında önemli yer tutmaktadır. Yaşadığımız çağın en önemli halk sağlığı problemidir. Uluslararası Diyabet Federasyonu 2019 yılı, 20-79 yaş aralığında 463 milyon insanın tahmini diyabetli olduğunu belirtmektedir. Bozulmuş glikoz toleransı (gizli şeker hastalığı) olanlar ilave edilirse bu rakamın çok büyük olduğu tahmin edilebilir. Ülkemizde de yüzde 14 kişinin diyabetli olduğu ve Avrupa'da en fazla diyabetlinin Türkiye'de olduğu bilinmektedir" diye konuştu. Diyabete bağlı ölümlerin HIV/AIDS, tüberküloz ve sıtma kaynaklı ölümlerden daha fazla olduğunu belirten Dinççağ, "Diyabet hastalığında arzu ettiğimiz tedavi değerlerine ulaşabilmek için, ilaç, gereç, hekim, sağlık kurumu ve bunlara ulaşım kolaydır. Diyabet alanında çalışan sivil toplum kuruluşları ve diyabet bilinci dünya devletleri ile yarışabilecek olgunluktadır ve gurur vericidir. Diyabet tedavisi alanında kırsal kesim ile kent merkezleri arasında fark olmasına rağmen diyabet alanında sınıfı geçiyoruz. Kırsal alandaki diyabet takibinin daha iyi yapılabilmesi için halk sağlığı hemşireliğinin geliştirilmesi ve kırsal alanda daha çok hizmet vermesi, diyabette akran eğitiminin sağlanması, diyabetli yakınların eğitimi, diyabet alanında seviyemizi daha ileriye taşıyabilecektir. İleri teknolojilerden yararlanmalıyız. Sensör gibi kan şekeri ölçümlerinde az kullandığımız modern yöntemler pahalı olması nedeniyle gelecekte daha çok kullanılabilirse diyabet tedavisinde daha ileri düzeyde olmamız mümkündür" şeklinde konuştu. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Gebelik öncesi hastalıkları tespit etmek mümkün mü?

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.