[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#ekonomik kriz

ekonomik kriz haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, ekonomik kriz haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Dar gelirli için eğitim ulaşılamaz hale geldi Haber

Dar gelirli için eğitim ulaşılamaz hale geldi

KEMAL ÖZKURT-ÖZEL HABER- Türkiye’nin içinde bulunduğu zorlu ekonomik koşulları eğitime erişimi her gün daha da zorlaştırıyor. 2024-2025 eğitim-öğretim yılının başlamasına bir aydan az bir süre kala yüksek kayıt ücretleri ve artan akaryakıt maliyetleri sebep gösterilerek servis ücretlerine yapılan yüzde 60 oranındaki zamlar; veliler arasında büyük bir endişe yaratıyor. Şirket haline dönen devlet okulları Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’ndan alamadığı destekler nedeniyle okulun giderlerini karşılamak için velilerden kayıt ücreti ve okul ihtiyaçları adı altında binlerce lira topluyor. Sağlıklı eğitim ekonomik durumu iyi olanların daha kolay erişebildiği bir hak haline gelirken, dar gelirli aileler çocuklarının eğitimini sürdürebilmek için ciddi maddi fedakarlıklar yapmak zorunda kalıyor. MEB’in üzerine düşen kamusal görevi yerine getirmediğini ve okullarda toplanan kayıt ücretlerinin kanunlara aykırı olduğunu ifade eden Eğitim Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Nafiz Ceylan, “Eğitim öğretim kamusal bir görevdir. Devlet bu görevi yerine getirmelidir fakat bugünkü siyasal iktidar işin kolayına kaçıyor. Bunların yaptığı bir kanunsuzluktur ve bu duruma bir an önce son verilmelidir” dedi. MEB SESSİZ KALIYOR Alınan kayıt ücretlerinin Milli Eğitim Bakanlığı’nın kamusal görevini yapmayarak okul giderlerini karşılamadığı için okul müdürleri tarafından toplandığını ifade eden Ceylan, “Kayıt ücretini toplamak hiçbir okul müdürünün görevi değil fakat bu kadar tasarruf tedbirlerinin uygulandığı bir eğitim sisteminde müdürlerin okulun giderlerini karşılamak için bulduğu bir çaredir. Bunun en kolay yolu da veliye sorun çıkartarak kayıt ücreti adı altında para toplamaktır. Çünkü çocuğunun eğitimini düşünen veli masraftan kaçmıyor. Okulun uzak olması veliye zaten ekstra bir yük bindiriyor. Ama yakın olan bir okul olsa bile kâğıt parası, temizlik parsı veya kurs parası diye ekstra masraflar çıkartılıyor. MEB’den okullarda kayır ücreti alınmayacak demesini bekliyoruz ama okulların açılmasına kısa bir süre kala ne bir yazı yazıldı ne de bir basın açıklaması var. Çünkü onlarda biliyor ki okulların hepsinde bu kayıt ücretleri toplanıyor. Bu yüzden kendilerine ekstra maddi bir yük bindirmek istemiyorlar” diye konuştu. YAPTIKLARI KANUNSUZLUKTUR Milli Eğitim Bakanlığı’nın üzerine düşen kamusal görevi yerine getirmediğini belirterek kayıt ücretlerinin yasalara aykırı olduğunu sözlerine ekleyen Ceylan, “MEB okullara para gönderemeyeceğini bildiği için okul müdürlerine kendi başınızın çaresine bakın diyor. Bu durum karşısında hiçbir vatandaşımız da hakkını arayamıyor. Çünkü hak aradığında çocuğunun okulda mobbinge uğrayacağını, ayrıştırılacağını düşünüyor. Kanunen bunlar yasak. Bunların yaptığı bir kanunsuzluktur. O paraların toplandıktan sonra nelere harcandığını, birçok okul müdürünün farklı şekilde paraları değerlendirildiğini de biliyoruz. Biz kayıt ücretlerinin toplanmasına karşıyız. Eğitim öğretim kamusal bir görevdir. Devlet bu görevi yerine getirmelidir. Bugünkü siyasal iktidar işin kolayına kaçıyor. Okul müdürlerinin para toplamasına ses çıkarmıyor. Bu bir yanlışlıktır, kanunsuzluktur. Bu duruma bir an önce son verilmelidir” ifadelerini kullandı. KIZ ÇOCUKLARI EĞİTİMDEN KOPUYOR Servis ücretlerine yapılan zamların yanı sıra ücretsiz servislerin de kaldırılma riski olduğunun ve bunun da özellikle kırsalda yaşayan kız çocuklarının okuldan koparılmasına sebep olacağını belirten Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu ve İnsan Hakları Aktivisti Hacer Foggo, “Bu durum özellikle kız çocuklarının okula gitmemesine neden olacak çünkü aileler her gün mahalleden kentin merkezine kız çocuklarının gönderilmesini riskli bulacak. Öte yandan, okul öncesi eğitimlerde ayda 650 TL para istiyorlar. Bu da ailelerin artık çocuklarını anasınıfına gönderemeyeceği anlamına geliyor. Çocuk işçiliği yüzde 22,1’e yükseldi. Bu oran çocukların ne kadar çok okuldan koptuğunun göstergesidir. Alınan yüksek kayıt ücretleri, servis ücretleri gibi bütün bu yapılan zamlar bu oranın yükselmesine sebep olacak. Çocuklar bu maliyetler karşısında ya okulu bırakacak ya da Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) gibi okullara yönelecekler. MESEM’lerde zaten bildiğimiz gibi bir denetim veya kontrol yok. Çocuk yoksulluğunun artması demek 5-10 yıl sonra bu çocukların o yoksulluk döngüsünden çıkamamasına neden olacak” dedi.

Ekonomist Civelek: Bugünleri arayacağız! Seçim sonrasında ekonomiyi neler bekliyor? Haber

Ekonomist Civelek: Bugünleri arayacağız! Seçim sonrasında ekonomiyi neler bekliyor?

ÖZEL HABER- Türkiye, uzun süredir devam eden ekonomik krizin gölgesinde bir yılda ikinci kez sandık başına gidiyor. Artan maliyetler, sabitlenemeyen döviz kurları hem ülke hem de vatandaş ekonomisinde büyük bir kara delik açmaya devam ediyor. Seçim sürecinde adayların ve siyasilerin vaatlerinin temelinde ekonomiye ilişkin sözler yatarken vatandaşın gözü seçim sonrası ekonomisine çevrildi. Türkiye’de milyonlarca vatandaş seçim sonrasında ekonomide rahatlama olup olmayacağını merak ederken Ekonomist Uğur Civelek, mevcut ekonomi politikaları ve seçim sonrası senaryolarını İLKSES’e değerlendirdi. EĞER TÜM MALİYETLER BU KESİME YIKILACAKSA… Seçimlerin maliyetlerine rağmen yapılarının zorunlu olduğunu belirten Civelek, önemli olanın maliyetlerin yüklendiği kesim olduğuna dikkat çekerek “Seçimler bir şekilde yapılacak. Maliyetinin ne olduğu çok önemli değil. Ama şu var. Ekonomide yapılması gerekenler yapılmıyorsa, bambaşka maliyetler oluşuyorsa, sorunlar ağırlaşıyorsa, çözüm maliyetlerinin belli bir kesimin sırtına yıkılması söz konusuysa o zaman çok ağır bedellerin ödenmesi gerekebilir. Türkiye olağandışı bir süreçten geçiyor. Seçimden sonra neler olacak göreceğiz. Muhtemelen enerji fiyatlarında zam olacak. Türkiye’de istatistiklerin gerçeği gösterdiğini düşünmüyorum. Orta sınıf yok olmuş durumda ve nüfusun yüzde 70’ten fazlası yoksulluk sınırının altında. Eğer tüm maliyetler bu kesime yıkılacaksa Türkiye yönetilmesi zor bir ülke haline gelir. Ben Ortodoks politikaların da işe yarayacağını düşünmüyorum” dedi. TÜRKİYE, YÜKSEK FAİZLE DE SORUNLARINI ÇÖZEMEZ Özelikle seçim arifesinde döviz büroları önünde artan kuyruklara değinen Civelek, iktidarın kur bastırma çabasını işaret ederek “Seçimden sonra alınacak önemler ne olur, öncesinde yapılanlar nedir? Türkiye uzun süredir kur artışını döviz satarak bastırmaya çalışıyor. 2018 yılından beri bu şekilde anormal bir rezerv kaybedildi ve para politikası aşırı şekilde gevşek tutuldu. Yeni bir ekonomi yönetimi var yaklaşık 6 aydır. Seçimden sonra ne olacak göreceğiz. Düşünülen şu… Artık döviz satarak bastırmak yerine daha yüksek faiz, Ortodoks tedbirlerle kur bastırılacak ve enflasyon geriletilecek beklentisi var bazı kesimlerde. Son 6-7 yıldır uygulanan politikalar kurları çok besledi. Bun engellemek için döviz satıldı. Kur Korumalı Mevduat gibi ucube bir sistem uygulamaya konuldu. Kamunun sırtına büyü maiyetler bindirildi. Şimdi bu maliyetler başka kesimlere transfer edilmeye çalışılacak. Gelir dağılımındaki bozulmaya bakarak konuşuyorum. Türkiye, yüksek faizle de sorunlarını çözemez. Yoksulluk sınırının altındakilere tüm maliyeti yüklemeye çalışarak da istikrara kavuşamaz. Küreselcilerin, finansçıların söylemlerinin çözüm olacağını düşünmeyen taraftayım” diye konuştu. MALİYETLERİN YOKSULLARIN SIRTINA YÜKLENMESİYLE ÇÖZÜLEMEZ Ekonominin düzelmesi için maliyetlerin dağılımına dikkat edilmesi gerektiğinin altını çizen Civelek “Yapılması gerekenler nedir? Bütçe dengesi, cari denge, tasarruf-yatırı dengesi bozuk. Bunlar nasıl düzeltilecek? Bunun bir maliyeti var. Ben bu maliyeti artık yoksulların sırtına yükleyerek çözebileceklerine inanmıyorum. Yüksek gelir grubunun sırtına yıkmak zorundalar. Ama bu da bu piyasa ve demokrasi standartlarında olacak iş değil. Tabi Türkiye seçimden sonra da topu taca atacak. Çözüm oluyormuş gibi kendi kendini aldatacak, sorunları ağırlaştırmaya devam edecek” ifadelerini kullandı. TÜRKİYE’NİN BÜTÇE DENGESİNİN DİKİŞ TUTMASINI BEKLEMİYORUM Seçim sonrasında ekonomi için olumsuz tablo çizen Civelek, sürdürülen politikalarla her gün daha da kötüye gidileceğini ifade ederek şunları söyledi; “Biz seçimden sonra bu günleri arayacağız. Her gelen yıl bir öncekini aratıyordu. Böyle de olmaya devam edecek. Ben Türkiye’nin bütçe dengesinin dikiş tutmasını beklemiyorum. Yoksulluk sınırı altında bu yoğunlaşmanın Türkiye’deki bankaların kredi kalitesini düşüreceğini düşünüyorum. Bu kurla ihracatçıların da nefes alması imkânsız. İnsanlar da muhtemelen bunu görüp döviz üstüne döviz alıyor. Son 6 aydır olan bu. Mehmet Şimşek de bunu durdurmanın yollarını arıyor ama bulamıyor.”

Tane hesabına geçilecek: Beslenme çantaları yine boş kalacak Haber

Tane hesabına geçilecek: Beslenme çantaları yine boş kalacak

2018 yılında ayak sesleri duyulan ve son 1-2 yıldır buhran haline gelen ekonomik krizin hayatın her alanındaki artçıları devam ediyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ekonomide reel ve akılcı politikalara dönüleceğini duyurmasının ardından günaşırı art arda gelen zamların faturası yine vatandaşın sırtına yüklendi. Zamların en önemli yansıması pazar tezgahlarına olurken art arda gelen akaryakıt zamları pazarın ateşini daha da yükseltti. Konuya ilişkin İLKSES’e konuşan İzmir Pazarcılar Odası Başkanı Hamdi Erişen, yaz aylarında hissedilmeyen artışın havaların soğumasıyla birlikte kendini hissettirmeye başladığını ve tarla ürünlerinin bitmesiyle artışın katlanacağını söyledi. Erişen, artan fiyatlar nedeniyle hali hazırda yeterli beslenemeyen öğrencilerin beslenme çantalarının yine boş kalacağını belirtti. ÇARESİ YOK, FİYATLAR YÜKSELECEK Kış aylarıyla birlikte sera ürünlerine geçileceğini belirten Erişen, özellikle marul ve portakal gibi ürünlerde artış olacağını ifade ederek “Pazarda şu an sıkıntı var ve daha da sıkıntı olacak gibi görünüyor. 10 günde bir mazota zam geliyor zaten ve mazot her şeyin başı. Şimdi biraz iyi durumdayız. Çünkü İzmir bölgesinde yetiştirilen ürünler daha bitmedi. Havalar henüz soğumadı. Ama sonbahar ve kışa doğru çok sıkıntı çekeceğiz. Çünkü uzaktan gelecek ürünler. Biz halen tarla malı yiyoruz. Ama havaların soğumasıyla birlikte sera ürünleri yiyeceğiz Çevremizdeki tarla ürünleri bitecek ve Antalya, Mersin ve Adana gibi üretim yerlerinden gelmeye başlayacak ürünler. Orada da fiyatlar değişecek çünkü bütün ülke oraya yönelecek. Mesela marulun fiyatı yükselecek Antalya seradan geleceği için. Elmalar artacak. Yarın öbür gün gelmeye başlar ilk part, buzhaneye konulur. Diğerleri yılbaşından sonra çıkarılmaya başlanır onun da fiyatları yükselir. Portakal da yine aynı şekilde artacak. Şimdiden fiyatlar için bir şey söyleyemeyiz ama kesinlikle yükselecek fiyatlar. Çaresi yok. Yılbaşından sonra insanlar taneyle almaya başlayacak gibi geliyor” dedi. ÇOLUK ÇOCUK AÇ KALIYOR Akaryakıt fiyatlarındaki artışın da pazardaki fiyatları katlayacağına dikkat çeken Erişen, öğrencilerin beslenme çantalarını hatırlatarak “Mazotun fiyatı 15 liralardan 40 liralara yükseldiğinde şoförün aylığı, sigortası artar. Vergiler, parça ve motor masrafları artar. Bunların üstüne daha da ekleniyor. Mal hale geliyor orada da komisyonu, vergisi var. Pazarcı ürününü pazara getirmek için kamyonet tutuyor, bir de yanında çalışanı varsa… Çok zor oluyor. Durum böyle olunca pazar fiyatlarına da yansır. Millet isyanda çoluk çocuğuna bir şey alamıyor. Beslenme çantaları yine boş kalacak. Öyle olur mu! İki çocuğun varsa en azından 100 lira harçlık gidiyor günde. Sıkıntı var! Daha da artacak! Faiz açıklanınca yine zam gelecek. Zengin daha zengin, fakir daha fakir… Pazarcı kardeşlerimizin satışları da etkilendi bu artışlardan. Satışlar düştü. Önceden 15-20 kasa domates alıyorsa şimdi en fazla 10 kasa alıyor. Soruyorum, ‘Satılmıyor ki’ diyor. Bu sene yaz meyveleri de sıkıntılı oldu. Meyveler yandılar. Kış da sıkıntılı olacak” diye konuştu. GECE PAZARA GELİP KIRIK SALATALIK TOPLUYORLAR Erişen, Gübre ve ilaç fiyatlarındaki artış ile seracılık faaliyetlerinin de gözle görülür derecede azaldığının altını çizerken yoksulluğun geldiği noktayı tanık olduğu anlarla açıklayarak şunları söyledi; “Seracılık da bitmeye başladı. Ürünler az olacak. Benim tanıdıklarım var Antalya’da serada. Adamlar ağlıyorlar artık ‘Gübre alamıyoruz, ilaç alamıyoruz’ diye. Gübrenin torbası bin 500 lira olmuş, nasıl alacak! Sera dediğimizde ısıtması da var. Sobası, odunu… Serada yatıp kalkıyor. Hepsi masraf. Artık insanlar kışlık konserve bile yapamıyor. Pazara gelenler zaten alt tabaka. Parası olan markete gidiyor zaten. Fakir olan ne yapsın! İnsanlar artık gece pazara gelip kırık salatalık, yumuşak sebze meyve toplayıp yıkayıp çocuk çocuğuna yemek yapıyor. Gözlerimle gördüm bunları. Bu insanlar dilenci değil, hanımefendi beyefendi diyeceğimiz insanlar.” BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Beslenme hakkı masaya yatırıldı: Çocukların dörtte biri okula aç gidiyor!

Ekonomik kriz gençleri mutsuz ediyor Haber

Ekonomik kriz gençleri mutsuz ediyor

YAREN GÜZELKAN-ÖZEL HABER Ülkemizde yaşanan ekonomik kriz, ardı arkası kesilmeyen zamlar toplumu derinden sarsmasına neden oldu. İnsanlar artık hayat güvencelerini nasıl korumaları gerektiğini bilemez hale geldi. Yaşanan ekonomik buhran özellikle genç nüfusu olumsuz etkilemekte. Ekonomik krizin gölgesinde yaşamaya çalışan gençler, geleceğe yönelik uzun vadede plan yapamadığı gibi bu durum hem psikolojilerini bozuyor hem de sosyal hayatlarına da yansıyor. En güzel çağlarını verimli bir şekilde yaşayamayan gençlere tavsiyeler veren Uzman Klinik Psikolog Metin Olataş, gençlerin bulundukları ortamı analiz edip elindeki imkanları nasıl kullanmaları gerektiğine dair çözüm üretmeleri gerektiğini vurguladı. DAHA DA KÖTÜ HALE GETİRMEKTEDİR Ekonomik krizle birlikte gelen zamların toplumu derinden etkilediğini belirten Psikolog Olataş, “Ekonomik sıkıntılar her şeyde olduğu gibi bizlerin hem sosyal yaşantısını hem biyolojik gelişimini hem de aynı zamanda psikolojik gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. Bahsini etmiş olduğumuz bu pahalılıklar bizlerin gündelik hayatlarını standart anlamda devam ettirmemizde bile çeşitli zorluklarla karşılaşmamıza neden olmaktadır. Daha en temel ihtiyaçlarımızı bile karşılayamazken diğer ihtiyaçlarımızı düşünemez hale geldik. Çünkü öncelikli olarak insanın en temelinde kendi karnını doyurması, barınmasını sağlaması, kendini güvenli bir alanda hissetmesi gerekmektedir. Bunlar sağlanamazken diğer şeylerden bahsetmemiz pek de mümkün olamıyor. Diğer şeylerden kastım ise psikolojik iyi olma hali, sosyal bir çevreye sahip olma durumu ve aklınıza gelebilecek, hayatımızda aslında normal olması gereken ancak şu anda lüks olarak düşündüğümüz her şeyi dahil edebiliriz” dedi. Ekonomik şartların özellikle genç nüfusu sarstığına dikkat çeken Psikolog Olataş, gençlerin sosyal hayatlarının olumsuz etkilediğini söyledi: “Bütün bu olumsuzluklardan da en fazla gençler etkilenmektedir. Çünkü gençlik insanın en hareketli, en canlı, yeni bir şeyler keşfetmeyi hedeflediği, kendini bulma yolundaki ilk adımların atıldığı bir yaşam dönemidir. Ne yazık ki bahsetmiş olduğumuz ekonomik zorluklar sebebiyle bütün bunlar askıya alınmış durumdadır. Bu sebeple de gençlerimiz oldukça mutsuzdurlar ve mutsuzluk halleri de hayatlarının hemen her alanlarında göze çarpmaktadır. Örneğin; rahat rahat herhangi bir yerde arkadaşlarıyla sosyalleşemiyorlar ya da daha da temele inecek olursak sağlıklı bir şekilde beslenme imkanına sahip olamıyorlar ve istedikleri gibi bir eğitime sahip olamıyorlar. Bütün bu temel ihtiyaçları ve daha sonrasında insanı insan yapan sosyalleşme ihtiyaçlarının karşılanamaması halihazırdaki içinde bulundukları psikolojik kötü durumu daha da kötü hale getirmektedir.” YÖNTEMLER GELİŞTİREBİLİRLER Gençlerin ekonomik sorunlarla baş etmelerine yardımcı olmak ve en az hasarla bu süreci nasıl atlatmaları konusunda önerilerde bulunan Olataş, “Olaya temelden ve doğru açıdan yaklaşacak olursak aslında bunun çözümünü bulması gereken kitle genç kitle değildir. Çünkü genç kitlenin böyle bir sorumluluğu yoktur, olmamalıdır. Bütün bu var olan olumsuz durumları yaratan eğer yetişkinlerse, bu sorunun çözümünü de yetişkinler bulmalıdır. Nasıl ki yetişkinler gençlerin hayatlarını şu anda kötü bir yola soktular ise aynı şekilde çözmeleri gerekmektedir. Bütün bunların olmasını beklerken gençler neler yapabilir ya da kendilerini nasıl koruyabilirler diye var olan soruyu ele alacak olursak belki üzerinde durulabilecek birkaç nokta olabilir. İlk olarak her insanın sorunla baş etmesindeki kilit çözüm olan şeyi yapmakta fayda vardır: Realiteyi görmek, anlamak ve ona göre hareket etmek. Her ne kadar bu realite bizim sorumluluğumuz ya da bizim yüzümüzden gerçekleşmemiş bile olsa bizler bu realitenin içinde yaşıyorsak eğer ona göre hareket etmeyi öğrenmemiz gerekmektedir. Buradan yola çıkacak olursak gençlerimizin ilk önce kendi içinde bulundukları durumu iyice analiz etmeleri gerekmektedir. Yani içinde bulundukları sosyal koşulları, ekonomik koşulları ve diğer bütün koşulları iyice bir gözden geçirmeleri gerekir. Ondan sonra ise yapılacak şey şudur: Elimde hangi imkanlar var, hangi kaynaklar var ya da yok, elimdeki imkanları kaynakları nasıl kullanabilirim veya kendime yeni imkan ve kaynak nasıl yaratabilirim? Sorularını sorarak yapabilirler. Sonraki adım ise “Eğer yaratabilecek imkanlar ve kaynaklarım varsa bunlar için neler yapmam gerekiyor?” Bütün bu soruların her biri ayrı ayrı ele alınması gereken özel ve öznel sorulardır. Ancak bunun analizini yaptıktan sonra gençler içinde bulundukları durumun tahlilini daha iyi bir şekilde yapabilirler ve kendilerine içinde bulundukları durumla başa çıkılabilecek yöntemleri geliştirebilirler. Bu sayede de gerçeklik dışı herhangi bir şeyle uğraşmaktansa gerçeklikle birlikte hareket etmeyi öğrenebilirler. Bu da onların hem bu yaşam dönemlerinde hem de ileriki yaşam dönemlerinde ayakları yere sağlam basan, sağlıklı düşünebilen, iyi strateji kurabilen bireyler olmalarına yardımcı olacaktır” diye konuştu. EKONOMİ İNSAN HAYATINI ETKİLİYOR Gençlerin sosyal yaşamındaki olumsuzluğun temelinde ekonominin yer aldığına vurgu yapan Olataş, “Olayların en temelinde yatan şey, içinde bulunduğumuz ekonominin olumsuz durumlarıdır. Ekonomi insan hayatını etkileyen en temel faktörlerden bir tanesidir. İçinde bulundukları ekonomik durumlardan dolayı çocuklar da gençler de yaşadıkları sosyal ortamları şekillendirmek zorunda kalıyorlar ya da bulundukları ortamda ona göre yaşamaya çalışıyorlar. Ayrıca bir de içinde bulunduğumuz teknoloji çağının da kötü yanlarını burada görmekteyiz. Gençler, özellikle kendilerinden sosyal ve ekonomik olarak daha üst düzeyde olan diğer gençleri gördükçe kendilerini onlarla her geçen gün daha fazla kıyaslıyorlar ve bu kıyaslamalar sonucunda da kendilerini daha kötü hissediyorlar. Ekonomi ve teknolojinin yaratmış olduğu olumsuz bir döngüden bahsedebiliriz. Sadece hangisinin önce geldiği bir muamma. “Tavuk mu yumurtadan çıkıyor, yumurta mı tavuktan çıkıyor” ikilemi gibi bir durum var. İkileme odaklanmak bizlere fayda sağlamayacağı kesin bir şeydir. Önemli olan içinde var olunan durumu anlamak ve ona göre hareket etmektir. Kendimizi korumanın ilk adımı bu sayede atılabilir” ifadelerini kullandı.

Oy pazarlığının gölgesinde mülteciler: Hayatlarımız seçime bağlı Haber

Oy pazarlığının gölgesinde mülteciler: Hayatlarımız seçime bağlı

ÇAĞLA GENİŞ-ÖZEL HABER Suriye’de 2011 yılında başlayan ve milyonlarca insanın ülkesini terk etmek zorunda kaldığı iç savaşın yankıları günümüzde hala devam ediyor. Göç İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre; Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 17 Mayıs 2023 tarihi itibarıyla toplam 3 milyon 381 bin 429 kişi oldu. Önemli göç duraklarından biri olan İzmir’de ise 140 bin 031 Suriyeli mülteci yaşıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu için ittifakların başlattığı seçim kampanyasına mülteciler üzerinden söylemler damga vururken, ‘geri gönderme’ yarışı siyasette ekonomik kriz ve diğer tartışmaları da arka plana itti. Mülteciler süreçteki gelişmelerini evlerinde büyük bir tedirginlikle takip ederken, toplumdaki nefretin siyasilerin açıklamalarıyla daha da artmış olması bu alanda çalışan insan hakları aktivistlerini de endişelendiriyor. TOPLUMU KANDIRMAYA YÖNELİK Mültecilerle ilgili kasten yayılan yanlış bilgilerin toplumda derin endişeler yaratıldığını belirten Halkların Köprüsü Derneği Kurucu Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, “Suriye’deki durumdan diğer ülkelerle beraber biz de sorumluyuz. Bunu kabul edip özeleştiri vermek, toplumu gerçek anlamda bilgilendirerek çözümün parçası olması için hazırlamak yerine konunun ciddiyeti ile bağdaşmayan ‘geri göndereceğiz’ gibi açıklamalar toplumu kandırmaya yöneliktir. Toplumda derin endişelere çanak tutulmuştur. ‘Suriyeliler oy deposuna mı dönüştürülüyor?’, ‘Suriyeliler iktidar tarafından temel, yapısal bir takım sosyolojik dönüşümlerin aracı olarak mı kullanılıyor?’, ‘Suriyeliler toplu olarak bazı bölgelere devletin iskan politikaları için mi yerleştiriliyor?’ gibi… Tüm bu endişeler ülkede etnik ve siyasi gerilimi tırmandırmaktadır. Türkiye’deki milyonlarca mültecinin burada onurlu bir yaşam kurmalarını sağlayacak haklara erişimleri sınırlıdır ve bu insanların başka ülkelere mülteci olarak gitmeleri engellenmektedir” dedi. NEFRET ÜZERİNDEN SİYASİ RANT Siyasi partilerin etnik, mezhepsel ve kültürel kimlik üzerinden ayrışan tabanları olduğunu ve bunun mülteci entegrasyonu konusunu siyaseten daha hassas hale getirdiğini söyleyen Terzi, “Muhalefet partilerinin özellikle seçim döneminde Suriyelilere yönelik nefret söylemini siyasi rant için kullanmaları, nefret söyleminin topluma tepeden aşağı doğru yayılmasına sebep olmaktadır. Mülteciler/sığınmacılar ile ilgili dile getirilen sorunlar, aslında bizim için de geçerli olan, yoksulluk, işsizlik, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, farklılık korkusu ve ırkçılık gibi sistemin yapısal sorunlardan kaynaklanmaktadır. İçinde olduğumuz büyük ekonomik kriz yerine, Suriyelilerin ulusun birlik ve saflığına karşı tehdit oluşturduğu algısı ile toplum uyutulmaktadır. Suriyeliler ile ilgili en yalın gerçek, bu insanların hayatta kalmak için kendi ülkelerini terk ederek her türlü vatandaşlık haklarını kaybettikleri ve sığındıkları bu ülkede de haklardan ve vatandaşlıktan mahrum biçimde hayatta kalma mücadelesi verdikleridir. Bu durumda bizim etik anlayışımız, devletin konjonktürel siyasetini aşacak biçimde koşulsuz konukseverlik olmalıdır. Yoksa insanlıktan çıkarız!” ifadelerini kullandı. ULUSLARARASI HUKUKU YOK SAYAN TUTUM 20 yıl önce ailesiyle birlikte Suriye’den Türkiye’ye gelen ve vatandaşlık hakkı da kazanan Deysem Siti, “Seçimin ilk turu olarak ifade edebileceğimiz süreçte ‘mülteci karşıtlığı’ önceki seçim süreçlerine göre daha az gündeme geldi. Elbette bütün sistem partilerinin seçim propagandasında yer aldı ama daha az ön plana çıktı. Ata İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Sinan Oğan’a verilen tepki oylarının tamamımın mülteci karşıtlarının başarısı olarak yorumlanması, Millet İttifakı’nın adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘geri göndereceğiz’ söylemlerini yükseltmeye başladı. Kılıçdaroğlu ve ekibi en kolay yoldan ikinci turu kazanmanın hesaplarını yapıyor. İktidarın ‘anti-demokratik’ politikalarını eleştiren Kılıçdaroğlu’nun uluslararası hukukun en temel ilkelerini yok sayan bu tutumu ona seçimi kazandırabileceğini düşündürüyor” diye konuştu. ENDİŞELERİMİZ ARTIYOR Yükselen nefretin olası sonuçlarına dair kaygılar taşıdıklarını dile getiren Siti, şunları söyledi: “Bu endişelerimiz hep bakidir. Yükselen mülteci karşıtlığı nefret söylemlerine neden olurken bu da mültecilere yönelik saldırılara dair endişelerimizi artırıyor. Yakın zamanda seçimi kaybeden kesimlerin bunun faturasını mültecilere kesmesi işten bile değil. Ya da ‘kentlerin mültecilerden temizlenmesine yönelik’ irili ufaklı provokasyonların olması... Bu tür durumların tekrarlanmaması için siyasetçilerin kullandıkları dilin ötekileştirici olmaması çağrımızı yineliyoruz. Türkiye’deki bazı mülteciler kendilerine kucak açtığı gerekçesiyle Erdoğan’a karşı kendilerini borçlu hissediyorlar. Bütün oy kullanma hakkına sahip mültecilerin AK Parti’ye oy verdiği yönünde bir kanı var. Buna katılmıyorum, son derece yanlış. Ama elbette muhalefetin ‘geri göndereceğiz’ söylemlerini de dikkate almıyor değiller. Seçimden önce mülteci bir kadın beni aradı ve endişeyle ‘Kılıçdaroğlu kazanırsa bizi ne zaman gönderecekler?’ diye sordu.” KİM BU KORKUYLA YAŞAMAYI İSTER? Yaklaşık 9 yıldır İzmir’de yaşayan üniversite öğrencisi Suriyeli Şam ise, “Bence mültecileri seçimlere karıştırmamaları gerekiyor. Görüyoruz ki bazı partilerin mültecileri göndermek en büyük projesi ama Türkiye’nin tek sıkıntısı mülteciler değil. Türk halkı mültecilerin ve özellikle Suriyelilerin seçme hakkı olduğunu düşünüyor ve belli bir partiye oy vereceklerini düşünüyor. Aslında öyle bir şey yok, bizim seçme hakkımız yok. Çok korkuyoruz, eğer bizim gitmemizi isteyen parti kazanırsa nereye gideceğiz? Suriye’de huzur yok. Hala iki taraf birbirlerine saldırıyor, başka ülkeye gitme şansımız yok. Ben üniversite öğrencisi olarak çok endişeleniyorum, okuluma devam edecek miyim diye? Kimisi kendi işini açmış, düzenini oturtmuş, çocukları okullarda… Hayatlarımızın seçime bağlı olması çok üzücü. Seçim gününde çoğu mülteci aile, ‘Dışarı çıkmayın, görünmeyin’ diye birbirini uyardı. Kim böyle bir korku ile yaşamayı ister? Başka çareleri olsaydı hiç kimse ne kendine ne çocuklarına bu korkuyu yaşatmazdı” sözleriyle duygularını aktardı. GERÇEK SORUNLARA YÖNELİNMELİ Seçim döneminde siyasilerin söylemlerinin var olan mülteci nefretini daha da arttırdığına vurgu yapan İzmir Mülteci Dayanışma Platformu’ndan Kazım Altun, “Seçim denilen şey 4 gün sonra bitecek ve keskinleşmiş iki taraftan biri ‘başarı’ elde edecek ama mülteciler sebep gösterilerek yükseltilen milliyetçilik/ırkçılık taraftar buldukça yükselen bir olgu. Sadece seçimde oy arttırma amacı güdüp bu insanların yaşamlarını düşünmeyen siyasi partilerin söylemleri seçimden sonra da taraftar bulacaktır. Yanılmaktan mutluluk duyacağım şey; bence mülteci düşmanlığı kışkırtılarak verilen demeçler, sosyal medya paylaşımları 4 gün içinde linç girişimlerine sebep olacaktır. İnsan hayatının bu kadar ucuza, birkaç oya pazarlandığı bir ülkede bunların yaşanma olasılığının yüksekliğini kimse reddetmiyordur. Bu sağlıklı bir düşünce değildir, ahlaki bir düşünce hiç değildir. Bunun acilen terkedilmesi ve ülkenin gerçek sorunlara yönelmesi gerektiğini düşünüyorum” dedi. KORKU İÇİNDE BEKLİYORLAR Yayılan nefret söylemlerinin mülteciler üzerindeki etkilerinden de bahseden Altun, “14 Mayıs’ta birçok mülteci günü evinde geçirdi çünkü seçim öncesi vaatler ve ortaya atılan gerçek dışı söylemler yüzünden tedirgin olmuşlardı. Geçici koruma statüsündeki insanlar bile o gün acaba sokakta görenler oy kullandığımızı düşünüp bize zarar verirler mi diye endişeliydiler. 2011 yılından bu yana ülkeye gelip zorlukla da olsa bir hayat kuran insanlar şimdi siyasetçilerin gönderme yarışını duyunca haliyle endişelendiklerini söylüyorlar. İnsanlar hiçbir şey yapmadıkları halde korku içinde akıbetlerini bekliyorlar” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye, ekonomik krizin kitabını yazdı! Haber

Türkiye, ekonomik krizin kitabını yazdı!

NURETTİN BAKİ İzmir İktisat Kongresi 100. yıl dönümünde ‘Küresel Güç Olma Yolunda Türkiye Ekonomisi’ ana temasıyla ikinci gününde de önemli konular masaya yatırıldı. Türkiye ekonomisinin geleceğine ışık tutan panel oturumlarında sanayi üretimi, dış ticaret, ihracat, finansman bulma noktasında yaşanan zorluklar ve Türk eğitim sistemine dikkat çekilirken, Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hakan Güldağ moderatörlüğünde  ‘Türkiye yüzyılında Türkiye ekonomisinin gelişme perspektifi’ paneli gerçekleştirildi. Panelde başta eğitim sistemi olmak üzere Türk ekonomisinin gelişmesinin önündeki engellere vurgu yapan Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burak Arzova, Türkiye eğitim sisteminin sağlıklı işlemediğini ve büyük emeklerle elde edilen değerlerin kaybedildiğinin altını çizdi. Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerin dünyada yaşanan ekonomik krizlere oranla oldukça fazla olduğunu belirten Arzova, bu konuda yazılan kitaba dikkat çekti. Türkiye’deki ekonomik sorunların kaynağının ekonomi olmadığını ifade eden Arzova, Türkiye’nin 2053 yılında kaç tane doktora ihtiyacı olduğunun bilinmediğini söyledi.  KRİZ YARATMAKTA MAHİR BİR ÜLKEYİZ Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerin dünyada yaşanan ekonomik krizlere oranla oldukça fazla olduğunu belirten Arzova, bu konuda yazılan kitaba dikkat çekti. Arzova, “Türkiye’nin ekonomik problemleri çok fazla. Biz Türkiye’nin ekonomik krizleri adında bir kitap yazdık. Ben de burada bir bölümü ele aldım. Koca kitap oldu. Başka bir ülkede bu kadar büyük bir kitap yazamazsınız. Bu krizlerin sadece üç tanesi bize ait olmayan krizler. 1973 petrol krizi, 2008 ABD kaynaklı finans krizi ve en son pandemide yaşanan ekonomik krizi. Bunun haricinde biz kriz yaratmakta çok mahir bir ülkeyiz” dedi.  EKONOMİK SORUNLARIN KAYNAĞI EKONOMİK DEĞİL Türkiye’deki ekonomik sorunların kaynağının ekonomi olmadığını ifade eden Arzova, Türk eğitim sisteminde yaşanan sorunlara ayrı bir parantez açarak, “Dolayısıyla bizim bu ekonomik süreçler içerisinde baktığımda aslında benim görebildiğim şu; ekonomi sorunların kaynağı tam da ekonomik değil. Bazı şeyleri doğru yapamamaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Büyük ve gelişmiş ülkelere baktığımız zaman farklı şeyleri yaparak bu noktaya geldiklerini görüyorum. Bunun en başında da eğitim geliyor. Bizim eğitim sistemimizde sürekli olarak değiştirdiğimizde, siyaset sürekli eğitime müdahale ettiğinden eğitimde geleceğe yönelik olarak bir planımız olmadığından çok yanlış politikalar içerisinde ilerlediğimize hepimiz görüyoruz” diye konuştu.  BİZİM BİR İNSAN KAYNAKLI ENVANTERİMİZ YOK Türkiye’nin 2053 yılında kaç tane doktora ihtiyacı olduğunun bilinmediğini söyleyen Arzova, “Bizim bir insan kaynaklı envanterimiz yok.  Bizim 2053 yılında kaç tane doktora ihtiyacımız olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. Kaç iktisatçıya ihtiyacımız olacağını bilmiyoruz ya da böyle bir dal var mı bilmiyoruz. Üniversitelerimiz var, şehirleşiyoruz ama üniversitelerimizin içerisinde hepsinde mesela iktisadi idari bilimler fakülteleri var. Bu kadar iktisatçıya gerek yok. Bu kadar işletmeciye de gerek yok. Dolayısıyla bir planlama yapmamız gerekiyor. Bu planlamanın da Yüksek Öğretim denilen kurumun bünyesinde yapılarak program açılışlarını ona göre tasarlaması gerekiyor. Bugün hepimiz biliyoruz ki Türkiye’de bir üniversitelerde bir program açabilmek dünyanın en zor işi. Bunu günün şartlarına uydurana kadar zaten o onu alıp başını gidiyor” dedi. İLKÖĞRETİM OKULLARINDA DA CİDDİ SORUNLAR VAR Arzova, “İlköğretim okullarımızda da ciddi problemler var. Birçok kişi çocuklarını özel okullara gönderiyor. Devlet okullarında eksik olan konular çocukların okul sonrasında tamamen bırakması. Yani bir aktivite süreci yok. Özel okullarda verdiğiniz paranın karşılığında çocukları dünyayla entegre edecek aktiviteler, programlar mevcut. Salt ders vererek küçücük çocukları dünyayla entegre etmek mümkün değil. Dolayısıyla bu politikaların devamında mesela 4+4+4 eğitim sistemine geçtik, bunun faturasını çok ağır ödedik. Mesela orta öğretimden sonra lise eğitiminde yabancı dil vermeye başladığınızda gecikmiş oluyorsunuz. Maalesef dil eğitiminde de problemlerimiz var. Maalesef ev maalesef yetiştirdiğimiz değerleri kaybediyoruz. Bunun en önemli şartlarından bir tanesi bireysel hak ve özgürlükler ve demokraside çok geriye giden bir yapı içerisinde olmamız” değerlendirmesinde bulundu.

Gaziemir'de zorluklar dayanışmayla aşılıyor Haber

Gaziemir'de zorluklar dayanışmayla aşılıyor

Gaziemir Belediyesi, ekonomik kriz nedeniyle geçim sıkıntısı yaşayan yurttaşlara, sosyal projeleriyle destek oluyor. Belediyeye başvurup yardım talebinde bulunan kişilerin gerçekten ihtiyaç sahibi olup olmadığı özel bir çalışmayla belirleniyor. Belediyenin sosyal hizmet uzmanları, sosyal yardımlardan yararlanmak için belediyeye başvuru yapanların evlerinde inceleme yapıyor ve ailenin ekonomik durumunu tespit ediyor. Belediye, inceleme sonucunda ihtiyaç sahibi olduğu belirlenen ve resmi kurumlardan gerekli belgeleri getiren ailelere, ayni yardım yapıyor. Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında, muhtaç durumda olduğu belirlenen ailelere yardım eli uzatıldı; çocuklara, engellilere ve kadınlara destek olundu.   Sosyal Market’le iyilik harekâtı büyüyor Gaziemir Belediyesi, Ağustos 2020’de hizmete açtığı Sosyal Market’te, yardımseverlerle ihtiyaç sahiplerini bir araya getiriyor. Sosyal Market’te, yardımseverlerin yaptığı bağışlar, belediye eliyle ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor. Gaziemir’in “İyilik ve dayanışma merkezi” olan Sosyal Marketten destek almak için belediyeye başvuran ve ihtiyaç sahibi olduğu belirlenen ailelere puan yüklü bir kart veriliyor. Kart sahibi aile, “Sosyal Market”i ziyaret ederek kartındaki puan karşılığında gıda, temizlik ürünü ve giysi gereksinimlerini ücretsiz olarak karşılayabiliyor. Sosyal Market’ten, 931 aile yararlanıyor.  Tam destek! Geniş bir yelpazede sosyal hizmetler sunan belediye Nisan 2019’dan bu yana bin 144 öğrenciye okul çantası, 600 öğrenciye ayakkabı ve 2 bin 500 kırtasiye seti armağan etti. Belediye, ailesi ekonomik zorluk yaşayan 22 üniversite öğrencisine de toplam 88 bin lira eğitim desteği verdi. Sel, yangın gibi doğal afetlerden etkilenen 48 ailenin yanında olan belediye, ihtiyaç sahibi 411 aileye de ev eşyası bağışlarının ulaşmasını sağladı, 100 aileye yakacak odun yardımı yaptı. 3 bin 410 gıda kolisi, 788 adet alışveriş çeki dağıtan belediye, 139 haneye de adaklık et ve 39 aileye de balık ulaşmasını sağladı. Belediye, ayni yardımları kapsamında 668 aileye patates, 300 aileye domates ve 15 aileye de üzüm yardımı yaptı. Nisan 2019’dan 2023 yılının Nisan ayına kadar 36 haneye 97 bin 435 lira nakdi yardım yapan belediye, 4 yılda toplam 5 bin 130 haneye de ayni yardım yaptı.  Engelli ve hasta yurttaşlara da destek olan belediye, bağışta bulunan vatandaşların da desteğiyle 76 kişiye hasta yatağı ve 33 yurttaşa da tekerlekli sandalye yardımı yaptı. Engelli bireylere hizmet verilen Engel-siz Çözüm Masası’nda 937 kişiye danışmanlık hizmeti sunuldu. Engelli veri tabanı oluşturmak için belediye ekipleri tarafından yapılan saha taramasında, bin 24 hanede çalışma yapılmış ve bin 296 kişinin farklı engel gruplarına sahip olduğu tespit edildi. Çamaşırhanesinde bin 254 aileye çamaşır yıkama hizmeti veren belediye, cenaze ve taziye hizmetleriyle 2 bin 457 yurttaşın acısına ortak oldu.  Gaziemir Belediyesi sosyal hizmetleriyle, 4 yılda 17 bin 625 kez hanelere yardım eli uzattı.  Semtevlerinde kadınlara ve çocuklara özel hizmet Gaziemir Belediyesi Cumhuriyet Semt Evleri’nde düzenlediği kurslar ve eğitimlerle ev kadınlarını üretime yönelterek onların sosyal ve ekonomik hayatta daha aktif bireyler olmalarını sağlıyor. Belediyenin, 2019 yılının Nisan ayından Nisan 2023’e kadar semt evlerinde bir birçok branşta düzenlediği kurslardan, 7 bin 623 kursiyer faydalandı. Bu merkezlerde sadece kadınlara değil çocuklara da hizmet veriliyor. Çocuklara yönelik düzenlenen kurslarla onların kişisel gelişimlerine katkı koyulurken aynı zamanda sosyalleşmeleri sağlanıyor. HABER MERKEZİ

İzmir Büyükşehir Belediyesi elektrikli araç filosunu büyütüyor Haber

İzmir Büyükşehir Belediyesi elektrikli araç filosunu büyütüyor

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in çevre dostu ulaşım ilkesi doğrultusunda çalışmalarını sürdüren Büyükşehir Belediyesi, ekonomik krize rağmen 50 elektrikli aracı daha filosuna kattı. Böylelikle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin elektrikli araç sayısı 124’e yükseldi. İzmir Büyükşehir Belediyesi İZELMAN A.Ş. 50 elektrikli aracı daha filosuna kattı. Bu araçların 35’i belediye hizmetlerinde kullanılacak. Araçların 15’i ise MOOV Araç Paylaşım Uygulaması aracılığıyla İzmirlilerin kullanımına sunulacak. Böylelikle İzmirlilerin kullanımına sunulan toplam elektrikli araç sayısı 28 olacak. İklim kriziyle mücadeleye katkı sunmak için çevreci araç almayı tercih ettiklerini ifade eden İZELMAN Genel Müdürü Burak Alp Ersen, “Belediyemizin İZELMAN bünyesindeki elektrikli araç filosu 124 taşıttan oluşuyor. Bunların 96’sı İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hizmet birimleri ve şirketleri tarafından kullanılıyor” dedi. Burak Alp Ersen İzmirlilerin kullanımına sunulan elektrikli araçları da hatırlatarak, “Bu uygulamamız bir belediye şirketinin özel otomobil paylaşım sistemine kendi elektrikli araçlarını dahil ettiği dünyadaki ilk uygulamalardan biri. İzmir Büyükşehir Belediyesi bu yönüyle Türkiye’ye ilham veriyor” dedi. Karbon emisyon değeri “0” CO2 emisyon değeri 0 olan 80 KW elektrikli motora sahip araçlar 1 saatlik şarjla 120 kilometre, tam şarjla 395 kilometre yol yapabiliyor. Araçlar şehir içinde veya yavaş akan trafikte güç tasarrufu sağlıyor. ESHOT Genel Müdürlüğü de bünyesine kattığı 20 elektrik otobüs ile Türkiye'de toplu ulaşımda ilk elektrikli araç filosunu kurmuştu. HABER MERKEZİ

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.