[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#evlilik

evlilik haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, evlilik haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

İstismarın gölgesinde çocuktan anneler Haber

İstismarın gölgesinde çocuktan anneler

SEMİ TEKTAŞ-ÖZEL HABER - Türkiye’de çocuk yaşta doğum sayısı alarm veriyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de 2023 yılında 15 yaşından küçük 130 çocuk doğum yaparak çocuk anne oldu. Daha da içler acısı olan ise çocuklardan 4’ü ikinci doğumunu gerçekleştirdi. 15-17 yaş grubunda ise 6 bin 505 çocuk “anne” oldu. CHP Genel Başkan Yardımcısı, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanvekili ve Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, Meclis’te 2023 yılında çocuklara yönelik cinsel istismar nedeniyle 92 bin 103 suç kaydı oluşturulduğunu ve bu suçlarla ilgili 69 bin 773 şüpheli hakkında işlem yapıldığını açıklamıştı. Her Yer Çocuk Derneği Başkanı Sedanur Uğur, yasal olarak caydırıcı yasaların olmadığından dolayı çocuk annelerin sayısının arttığını söyledi. Uğur, çocukların aile içindeki yapılan bazı hareketlerin normalleştirildiğini bundan dolayı da çocuğun ilk etapta taciz ve tecavüzü anlamadığı için kendini suçlu hissettiğini belirtti. ÇOCUKLAR GÜVENDE HİSSETMİYOR Çocukların, taciz, tecavüz ve erken evlendirmelerden dolayı ‘çocuk anne’ sayısının arttığını dile getiren Uğur, çocukların kendilerini suçlu hissetmemesi için her türlü desteğin sağlanması gerektiğini söyledi. Uğur, “Bu konudaki yasalar aslında çok muğlakta. Yalnızca ‘16 yaşından itibaren çocuklar evlendirilebiliyor’u biliyoruz, duyuyoruz. Çocuk hamile kalıyor ve çocuk, çocuk doğuruyor aslında. Bunu yasaklayabilmeleri için önüne geçmeleri gerekiyor. Sadece evlendirmekle değil, tecavüze maruz kalıyor ve doğum yapmak zorunda kalıyor. Yaşanılan bir olayda, bir çocuk 14 yaşında hamile kalıyor. Annesine söyleyemiyor ve karnında bebek büyüyor. Doğum yapmak zorunda kalıyor. En nihayetinde tecavüzü önlemek ve çocukları bu konuda bilinçlendirmek gerekiyor ama bakıldığında 14 yaşındaki bir çocuğu da doğum kontrol eğitimi nasıl vereceksin. Bu konuda yasaların çıkması gerekiyor. Caydırıcı cezalar verilmeli. Dernek olarak çocuklarla çalışıyoruz. Birçok çocuk kendini güvensiz hissediyor. Yaşanan bu durum Şirin’den, Narin’den ya da tecavüz edilen kadınlardan ayrı değil. Kendini güvensiz hissediyor çünkü nasıl bir ülkede yaşadığını, nasıl bir gerçeklikte yaşadığını biliyor ve bu nedenle de güvensiz hissediyor. Önleyici bir olgunun olmamasıyla birlikte de aslında bu suç katmerlenerek artıyor. Çocuk işçiliğinde de böyle, doğum yapan kız çocuklarında da böyle. Çocukların doğum yapmasını engellemek için tacizi, tecavüzü ve çocuk yaşta evlendirmeyi engellemek gerekiyor. Hiçbiri yasal değil. Çocuklara nasıl yaklaşılmalı konusunda ve kendini suçlu hissetmemesi için elimizden geleni yapmalıyız” diye konuştu. KENDİNİ SUÇLU HİSSEDİYOR Aile içinde yapılan bazı hareketlerin çocuk tarafından normalleştirdiğini söyleyen Uğur, bu durumda çocuğun taciz ve tecavüzü ilk etap anlamadığının altını çizdi. Uğur, “Aile içerisinde çocuk tacize maruz kaldığında hızlıca bu durumu açıklayamıyor. Çocuklarla çalışırken hafif bir güven ortamı oluşturulduğunda taciz veya tecavüz sinyalleri veren çocuklar var maalesef. Çocukların güvendikleri veya sorunlarına cevap alabildikleri bir ortam yok. Bu nedenle de çocuk sessiz kalıyor, kendini suçlu hissediyor. Kendinden yaşça büyük biri ona zarar verdiği için kendini inanılmaz suçlu hissediyor. Kız çocuğu bazı dokunmaları normalleştirilebiliyor. Çocuk oldukları için farklılıkları ayırt edemiyorlar. Bu nedenle de kız çocuğu o dokunmaları normal algılıyor ama başka boyutlara ilerlediğinde bunun normal olmadığını fark ediyor. Bu nedenle çocuklarla bedenime dokunma eğitimleri gerçekleştiriyoruz. Bedenini koruma veya özel alanına sahip çıkma gibi önleyici eğitimler veriyoruz. Ancak çocuklara yapılanların önüne sadece eğitimle geçemeyiz. Bu korkunç olayları önleyecek bu doğumların önüne geçecek cezaların verilmesi gerekiyor. Bu konuda her türlü adım ivedilikle atılması gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu. TRAVMA OLARAK KALIYOR Çocuk yaşta yaşanan travmatik olayların ömür boyu kişilerin üzerinde kalıcı hasarlar bıraktığını belirten Uğur, “Çocukluk kavramı diye bir olgu var. Bu da 0-18 yaştır. Çocuğun çocukluğunu yaşayabilmesi, gelişim hakkının getirdiği sorumlulukların yetişkinler tarafından karşılanması gerekiyor. Ama karşılanmadığında 14 yaşında işçileştirilebiliyor, 16 yaşında evlendirilebiliyor bu çocuklar. O yüzden de çok hızlıca çocukluk döneminden çıkıyorlar. Ve bu doğum meselesi de aslında çok büyük bir travma olarak çocukta kalıyor. Çocuk direkt olarak yetişkin sorumluluğu aldığı bir biçimde büyüyor. Çocuk hamile kalıyor ve bunu kimseye söyleyemiyor. Çünkü kimseye güvenemiyor. Ve eminin ki aldırma mevzusu gündeme geldiğinde izin verilmeyecektir. Ancak ne yaşarsa yaşansın çocuğun üstün yararının gözetilmesi gerekiyor” dedi.  

Maliyetli düğünler evliliğin ömrünü olumsuz etkiliyor Video Galeri

Maliyetli düğünler evliliğin ömrünü olumsuz etkiliyor

Uzman Psikolog Arzu Hamurcu, maliyeti yüksek olan düğünlerin evliliklerin ömründe olumsuz etki oluşturduğunu söyleyerek, “Artık gelin ve damat dışında herkesin mutluluğunun düşünüldüğü düğünler görüyoruz” dedi. Artık düğün tanımının içinin boşaldığını ve insanların birbiri ile yarış haline getirerek düğünleri fazla masraflı şovlara dönüştürdüğünü söyleyen Uzman Psikolog Arzu Hamurcu, “Aslına bakarsanız çiftlerin bir araya gelişini, birlikte olduklarını kutladıkları sembolik bir tören cümlesiyle düğünün ne demek olduğunu özetleyebiliriz. Lakin şu andaki düğünün tanımı; tamamen içinin biraz daha boşaltıldığı ve insanların artık yarış haline getirdiği, rekabetlere, fazla gereksiz masraflara girildiği bir şov alanına dönüştüğünü söyleyebilirim aslında bakarsanız. Bu durum elbette çiftler üzerinde büyük bir stres ve baskı oluşturmaktadır. Çünkü çiftler zaten ideal bir çift olma yolunda ilerlerken bu baskının altında, toplumsal baskının verdiği bu psikolojinin altındayken bir de bunun içerisinde maddi sıkıntılar, maddi düzensizlikler ve bu düğün stresinin vermiş olduğu planlamalar da eklenince doğal olarak uzun vadede elbette birçok problem daha yaşanabilir. Çünkü çiftler birçok masrafın altına girdiğinde, düğün bütçesinin üzerine çıktıklarında bu durum daha sonrasında bu bütçenin karşılanıp karşılanmamasına göre, destek alınıp alınmamasına göre birçok evlilik için farklı krizlere de yol açabilir. Burada genel anlamda düğün algısının yöresel olarak değiştiğini de gözlemlemekteyiz. Yani ülkemizin her bir yerinde bu düğüne yüklenen anlam çok daha farklı bir hale gelmektedir. Daha böyle doğu taraflarına gittiğimizde mesela aslına bakarsanız kişinin ağırlığınca altın takılmasını görüyoruz. Ya da aynı şekilde kişinin geleneklerinin çok ciddi anlamda yüksek bir masraf gerektirdiğini görüyoruz. Bu durum bizim sadece iki kişinin mutluluğundan daha da ileriye gittiğimizi gösteriyor. Yani bugün bir davetiyede 'En mutlu günümüzde sizi aramızda görmek isteriz' diyen gelinle damat dışında herkesin mutlu olduğunu ve mutlu olmaya çalışmak üzerine bir düğün kurulduğunu görüyoruz. Yani gelen konukların yiyeceğinden, oturma düzeninden belki planladıkları bir müzik sistemine kadar en başından en sonuna kadar gelin ve damat dışındaki herkesin kusursuz bir şekilde mutluluğuna odaklanan bir düğüne dönüşüyor. Biz neresinde gelinle damadı düşündük? Ya da neresinde biz gerçekten onların mutluluğunu izliyor olduk. Oysaki gelin ve damadın ilk dansında bile düğünün stresini konuştuklarını görüyoruz. Mesela düğün anında oluşan krizleri konuştuklarını görüyoruz. Oradaki krizi çözmek gelin ve damada düşen bir şey olmamalı. Çünkü oradaki kriz aslına bakarsanız misafirlerin hoşgörüyle davranması gereken bir nokta olup, krize dönüşmemeli. Çünkü birçok toplu organizasyonda oluşabilecek bir sürü kriz çıkabilir. Bu noktada bunu krize çevirmemek için biraz daha toleranslı olmayı gerektiriyor. Yani biz daha hoşgörüyle bakabilirsek, muhtemel bir problem olarak düşünebilirsek düğün alanında ya da birçok toplu organizasyonda elbette krizler çıkabilir. Ve gelin ve damadı düşünüyorsak eğer bu krizleri daha onlara ulaşmadan bizler de çözebilmeliyiz. Ailelere düşen görevler işte burada en büyük destek mekanizmaları olarak ortaya çıkıyor. Eğer gerçekten gelin ve damadın en mutlu gününe şahitlik etmek istiyorsak, aile olarak onlara da çok fazla sorumluluk bırakmamak gerekiyor” dedi. Hamurcu, daha sade ve küçük düğünlerin hem bütçe hem de çiftler açısından avantajlı düğünler olduğunu söyleyerek, “Gerçekten minimalist düğünler, küçük düğünler, daha sade nikah törenleri aslına bakarsanız hem düğün bütçesi için, hem gelinle damadın planlama yapması açısından çok daha sağlıklı ve avantajlı görünen düğünler oluyorlar. Burada bu sembolik anlamı unutmamak çok önemlidir. Çünkü biz düğüne yüklediğimiz anlamla beraber aslına bakarsanız iki ailenin, iki tarafın yarıştığını görüyoruz. Ya da tamamen o ailenin topluma verdiği bir prestij olarak düğünü yansıttığını görüyoruz. Toplumsal anlamda bunun verdiği yük elbette maddi olarak gereksiz bir rekabete girmesine sebep oluyor ve bu durum ne yazık ki olumsuz sonuçlar doğuruyor. Bu noktada işte çiftlere destek sağlamak açısından gerçekten sağlıklı bir ortamda oturup bu düğünle ilgili beklentiyi konuşmak lazım. Gerçekten biz toplum için mi düğün yapıyoruz? Yani gerçekten aileler yarışsın diye mi düğün yapıyoruz? Yoksa ciddi anlamda gelin ve damadın en mutlu gününde onlara şahit olmak adına mı yapıyoruz? Çünkü bırakın bu cümleler sadece davetiyede yazan cümleler olmasın. Düğünün içeriğini, düğünün kalitesini ve düğünün verdiği mutluluğu o şölene çevirmek sizlerin elinizde” ifadelerini kullandı.

Uzmanı açıkladı: Çiftlerin iletişimleri şeffaf ve dürüst olmalı Haber

Uzmanı açıkladı: Çiftlerin iletişimleri şeffaf ve dürüst olmalı

Sessiz evliliklerin yüzeysel iletişimden sonra meydana gelebileceğini aktaran Uzman Psikolog Arzu Hamurcu, “Sessiz evlilikler, duygusal ve yüzeysel bir iletişimin olduğu ilişkilerdir aslında. Yani bir süre sonra artık iletişim şekli bir süre sonra yüzeysel hale gelir, arada derin bir bağ oluşmaz ve artık mümkünse tartışma çıkmasın, ağzımızın tadı bozulmasın diye ihtiyaçların içeri atıldığı, asla belirtilmediği ve birçok yerde de ihtiyaçların yine aynı periyotta dile getirilmediği ilişkilerdir aslında. Belirtilerine bakacak olursak ve bir ilişkinin sessizleşmeye başladığını nasıl anlarız dersek, artık zaman içerisinde ihtiyaçlarınızın karşı taraf tarafından anlaşılmadığını hissetmeye başladığınızda zaman zaman kendinizi geri çekilmiş hissedebilirsiniz. Daha sessizleşmiş hissedebilirsiniz ya da o ortamdan biraz daha sosyal olarak izole halde bulabilirsiniz kendinizi. Bu durum ilişkilerinizin sessizleştiğini gösterebilir” diye konuştu. İhtiyacımızın ne olduğunun da farkında değiliz Hamurcu, beklentiler yapılmadığında insanların sessizleştiğini belirterek, “Buna sebep olan şeylere baktığımızda bir kere kesinlikle iletişim sorunlarını görüyoruz. Yani kişilerin karşılıklı olarak birbirlerinden aşırı derecede beklentileri olduğunu görüyoruz. Bu beklentiler karşılanmadığında gerçekten de insanlar sessizleşmeye başlıyor. Yine aynı şekilde kişisel sorunları görebiliyoruz. Yani öfke sorunu, stres, hayatında oluşabilecek birçok probleme bağlı olarak kişiler daha yüksek tepkiler verebiliyorlar. Problem anlarında ya da problemin olmadığı diğer anlarda ve bu durumda yine karşı taraf olsun hem de bireyin kendisi olsun ilişkilerde sessizleşmeye başlıyor. Aynı şekilde kültürel birçok noktada da biz duygularımızla konuşmayı bilen bir toplum değiliz maalesef. Yani duygulardan bahsedebilen ya da “Kan kustum kızılcık şerbeti içtim” anlayışının çok yaygın olduğu bir kültürdeyiz. Doğal olarak da biz ihtiyaçlarımızdan bahsedeceğimiz zaman bunun anlaşılacağını da düşünmüyoruz, nasıl bahsedeceğimizi de bilmiyoruz. Hatta daha temelde bir sorundan bahsedecek olursak; ihtiyacımızın ne olduğunun da farkında değiliz” dedi. Kişilerin ortak ilgi alanlarını tavsiye ediyoruz Arzu Hamurcu, “Öncelikle biz kendimizi tanımalı, neye ihtiyacımızın olduğunu bilmeli, daha sonra da bunu nasıl karşı tarafa aktaracağımızın farkında olmalıyız. O yüzden oku karşı tarafa çevirmeden önce kendimize döndürmeliyiz. Kişi direkt şikayetle geldiği zaman öncelikle şunu söylüyoruz; “Ben ne yapabilirim?” sorusunu oraya eklememiz lazım. “Var olan problem onun problemi” demek yerine “Bu problem için ben ne yapabilirim?” şeklinde bir iletişim kalıbı yerleştiriyoruz ve bununla beraber kişilere daha açık, daha doğru, daha dürüst ve şeffaf, kırılgan yanlarını kendilerine belli ettikleri bir iletişim şekli tavsiye ediyoruz. Aynı şekilde eğer bunun kendi aralarında bir probleme dönüştüğünü, öfke sorunlarıyla beraber aşılamaz bir halde olduklarını hissederlerse, uzman eşliğinde bu konuyu gündeme getirmelerini tavsiye edebiliriz. Bununla beraber kişisel gelişim üzerine kişiler kendi stres yönetimlerini, kendi zaman yönetimlerini, planlamalarını kişisel gelişim hedefleyerek aslında kendilerini geliştirebilir ve iletişimlerini düzeltebilirler. Sessiz iletişimin biraz daha engellenmesi adına, kişilerin ortak ilgi alanlarını tavsiye ediyoruz. Eğer ortak ilgi alanları, ortak hedefler, ortak büyümeler başarabilirlerse konuşacak daha fazla konuları olacaktır ve kendilerini daha anlayışlı bulabilen bir çift olacaklardır” şeklinde konuştu.

Ekonomik kaygı evliliği vuruyor Haber

Ekonomik kaygı evliliği vuruyor

TUNAY AFYON / ÖZEL HABER - Türkiye’de 2023 yılında 171 bin 881 çift boşandı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı verilere göre geride kalan yıl içinde 5 bin 126 çift, evliliklerinde ilk yılı doldurmadan evliliklerini sonlandırdı. 2023 yılında gerçekleşen sayılarla oldukça dikkat çeken boşanma ile ilgili olarak Boşanma Avukatı Maide Özcan değerlendirmelerde bulundu. Boşanmalarda şiddetli geçimsizliğin yoğun şekilde yaşandığını vurgulayan Özcan, ülkede oluşan ekonomik koşulların evliliğin sonlanmasında etkili olduğunu söyledi. Boşanma dava sürecinin çok uzun ve yıpratıcı olduğunun altını çizen Özcan, ilerleyen süreçte boşanmaların artmaya devam edebileceğini belirtti. EKONOMİK ZORLUK DAVALARI ARTTIRDI Boşanma olaylarında sadakatsizliğin olduğunu ifade eden Özcan, buna rağmen asıl nedenin ekonomik olduğunu dile getirdi. Olumsuz ekonomik koşullara bağlı olarak işten çıkarmaların gerçekleştiğini vurgulayan Özcan, “Bu nedenle ekonomik sıkıntı çeken ailelerde boşanma davaları arttı. Boşanmada en sık rastlanan sebepler arasında stres kaynaklı psikolojik sorunlardan söz edebiliriz, eşler bu durumu birbirine yansıttığında şiddetli geçimsizlik dediğimiz hukuki sonuç ortaya çıkıyor. Bu da boşanma aşamasına kadar geliyor” dedi. Özcan, ekonomik koşulların dışında eşlerin üzerinde aile baskısının da bulunduğunu aktararak “Eşlerin kendi anne babasından kaynaklı boşanma sebepleri olabiliyor ama temel sebebin ekonomi olduğunu söyleyebilirim” ifadesini kullandı. BOŞANMA KADINLARA DAHA ZORLU Boşanmanın son zamanlarda biraz daha kolay hale getirilmiş durumda olduğunu söyleyen Özcan, boşanma davalarının çoğunlukla kadınlar tarafından açıldığını dile getirdi. Buna gerekçe olarak kadınların toplumda biraz daha mağdur edilmesini gösteren Özcan, “Boşanma aşamasına gelip de öncesinde aile danışmanları ya da psikologdan aile terapisi alan çok az danışanım oluyor, genelde boşanma aşamasında mahkeme tarafından zorla aile terapisine yönlendirme oluyor. Ama ben bundan önce aslında belki de boşanma aşamasına gelmeden yapılmasını daha çok tavsiye ediyorum, çünkü boşanma aşaması çok zorlu aşama” dedi. Özcan, boşanma isteği ile başvuran çiftleri hep anlaşmalı boşanmaya ikna etmeye çalıştıklarını belirterek “Çünkü normal bir boşanma davası en az 3-5 yıl gibi süre alıyor ve bu aşamada insanların özel yaşamları ile ailevi meselesi, sağlık sorunları gibi her detay ortaya çıkıyor ve ortak velayeti olan çocuk da varsa çocuk da bu süreçte çok zarar görüyor, o nedenle aslında çok yıpratıcı bir süreç. Eşleri tarafından aldatılmış kadınlar çok öfkeli oluyor, haklılar ama aslında bu süreç onları daha da yıpratıyor, çünkü toplum nezdinde de kendileri çok göz önünde oluyor, kendi aileleri dışında komşularını da tanık olarak dinlettikleri için olay komşuya kadar sıçramış oluyor ki bu insanlar için zedeleyici bir husus” değerlendirmesinde bulundu. Özcan bu çerçevede çiftlerin, boşanma aşamasına gelmeden önce bir aile terapisi almasının daha sağlıklı olacağının altını çizdi. KANUN ‘YARI YARIYA’ DİYOR Anlaşmalı boşanma konusunda iki tarafa da eşit yaklaşılması gerektiğini söyleyen Özcan, “Ortada, ekonomik sebepler ya da ailelerden kaynaklı bir şiddetli geçimsizlik varsa bu durumda iki tarafa da eşit yaklaşmaya çalışıyoruz ve ortada belli bir mal varlığı varsa genelde taraflardan birinde daha çok malvarlığı olmasını eşitlemeye çalışıyoruz” dedi. Özcan, evlilikte iki tarafın da emeği mevcut olduğu için tek tarafın daha fazla mal sahibi olmasının hukuka aykırı olduğunu aktararak, “Kanun evlilikten sonra kazanılan malların yüzde 50-50 eşit bir şekilde bölüşülmesini istiyor, kanuna uygun şekilde biz paylaşımı yapıyoruz. Evlilikten sonra alınan ev ya da araba tek bir tarafın üzerine olsa da boşanmada yüzde 50-50 olmak zorunda oluyor” ifadelerini kullandı. ERKEKLER DAHA MAL ODAKLI Türk aile yapısında daha çok erkeklerin çalıştığı ve kadın genel doğum izni ile çocuklarına bakmak için iş hayatında daha pasif kaldığı bir tablodan söz eden Özcan, “Bu durumda erkek belki de biraz daha fazla mal sahibi olabiliyor. Mesela erkek daha ileri yaşta evlendiyse, nikah öncesinde bir mal sahibi, kazanılmış bir mal sahipliği olabiliyor. Diyelim ki adamın 5 tane evi varsa, kadına boşanmada 1 ev bırakmak istiyor. Bu da tabi ki hakkaniyete aykırı olduğu için biz en azından bunun daha eşit şekilde olması için adamları ikna etmeye çalışıyoruz” ifadelerini kullandı. Boşanmalarda mal paylaşımı konusunda erkeklerin, ‘kadınlar çalışmadığı için hak kazanmadığı’ düşüncesine sahip olduğuna değinen Özcan, “Ama evlilikte her iki tarafında bir katkısı oluyor sonuçta, o nedenle iki taraf da mal konusunda yüzde 50 hak sahibi olabiliyor dedi. 20 YAŞ ÖNCESİNDE KÜLTÜR ÇATIŞMASI Yaşanan boşanmalarla ilgili değerlendirmelerde bulunan Özcan, boşanmaların yakın gelecekte de artabileceğini belirtti. Gerekçe olarak Türkiye’de çok erken sayılabilecek 18-20 yaşlarında evlenmeler gerçekleştiğini dile getiren Özcan, “Her ne kadar evlenme yaşı yükselse de aslında orada bir boşluk söz konusu, yani 20 yaşından önce evlenenle 30 yaşından sonra evlenen boşluğu söz konusu. 20’li yaşlarda evlilikle çok fazla karşılaşıyoruz maalesef, o nedenle bazen insanlar yanlış kararlar verebiliyorlar, bazen insanların beklentisi daha başka olabiliyor, erkekler duruma biraz daha ataerkil bakabiliyor, kadınlar çalışma hayatında daha etkin olabiliyor. Bundan dolayı bir kültür çatışması olabiliyor” dedi. Özcan, bu çerçevede boşanma sayılarını azalacağını düşünmediğini aktararak, “Boşanma, bir çift için en son verilecek bir karar, özellikle çocuk varsa. Aldatma gibi ekstrem durumlar dışında insanların en son düşünmesi gereken bir durum. Çünkü bizim buradaki amacımız aile birliğini korumak. Boşanma maddi ve manevi anlamda zorlu bir süreç, çünkü avukatlık ücretleri de çok yüksek. Her anlamda tarafları zorluyor” diye konuştu.

Evliler dikkat! Bu durum boşanmada ağır kusur sayılıyor Haber

Evliler dikkat! Bu durum boşanmada ağır kusur sayılıyor

Evlilikte yükümlülüklerin uygulanmamasının bazı hakları ihlal edeceğini söyleyen Avukat Alperen Sunulu, “Evlilik güven ilişkisine dayalı olarak tarafların hayatlarını birleştirmesidir. Evlilik taraflara birtakım yükümlülükler vermektedir. Buna göre taraflar resmi makamlar önünde hayatlarını bundan sonraki aşamada birleştireceklerini başka bir tabirle iyi günde ve kötü günde bir arada bulunacaklarını taahhüt ettikleri hukuki kurumdur. Yargıtay’ın 2020 tarihli kararında manevi tazminata ilişkin olarak yerel mahkeme tarafından ret edilen talebin bozulmasına karar vermiştir. Buna göre doğum yapan eşin yanında bulunmayan diğer eş tam kusurlu kabul edilmiştir. Burada manevi tazminat hususuna değinmek gerekiyor. Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesinin 2. fıkrasında manevi tazminat hükmüne ilişkin hususlar düzenlenmiştir. Şimdi bu ilgili maddeye baktığımızda değerlendirmemiz gereken hususlar var. Bunlardan birincisi bir davranış olması gerekiyor. Bu davranışla birlikte karşı taraf kusurlu olmalı ve diğer eşin de bu nedenle kişilik haklarının zedelenmiş olması gerekiyor. Şimdi bu unsurları değerlendirerek gitmemiz gerekiyor” dedi. Sunulu, doğumda eşin yanında olmamanın kişilik hakları kavramını zedeleyeceğini söyleyerek, “Davranış ve kusurlu davranış eşin kusuru olduğu hususta da evlilik birliği belirttiğimiz gibi kişilere belirli yükümlülükler vermekte. Bunlar da bir arada yaşama, iyi günde kötü günde birlikte bulunma, birbirine yardımcı olma gibi hususlarda eşler birbirine yardımcı olmazsa, en önemlisi sadakat yükümlülüğünü ihlal ederlerse ve bu durumdan karşı taraf zarar görürse, kişilik hakkı zedelenirse ve bu kişilik hakkı zedelenmesinden kastımız da; kişilik hakkı dediğimiz şey, kişinin toplum içerisindeki saygınlığını temin eden değerlerin tümü olarak tanımlayabiliriz. Bu değerler ne şekilde zarar görür dersek de sosyolojik ve hukuki anlamda da belirttiğimiz gibi kişiler hayatlarını birbirine yardımcı olmak için, güven ilişkisine dayalı olarak birleştirdiklerinden kişinin başka bir tabirle en güvendiği kişi olan eşinin yanında olmayışı hele ki doğum gibi önemli bir anda olmayışı kişinin iç huzurunu bozar. Bununla birlikte toplum içindeki yerinin de sorgulanmasına neden olur. Bu nedenle de kişilik hakkı zedelenir. Kişilik hakkı kavramını yalnızca icrai bir davranış olarak görmememiz gerekiyor. Mesela kişi eşine hakaret eder ya da rencide eder bunun gibi icrai bir davranışla da olabilir. Yükümlülüklerine uymayarak yani sadakat yükümlülüklerine uymayarak, eşine evlilik birliği içerisinde yardımcı olmayarak ihmali anlamda da bu davranışı gerçekleştirebilir” ifadelerini kullandı. Eşin doğumda bulunmamasından sonra manevi tazminat hakkının doğacağını söyleyen Sunulu, “Toparlayacak olursak, Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesinin 2. fıkrasında verilen hükme göre kusurlu olan eş, bu kusuru neticesinde verdiği zararla birlikte diğer eşin kişilik haklarının zedelenmesine yol açmışsa bu durumda manevi tazminat talebinde bulunma hakkı ortaya çıkmaktadır. Bu durumda hakim, sosyolojik ve ekonomik değerlendirmede bulunarak da belli bir miktarda manevi tazminata da hükmedebilir” dedi. Bu haber de ilginizi çekebilir: Yargıtay'dan flaş boşanma kararı: İlgisizlik boşanma sebebi sayıldı

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.