[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#metin olataş

metin olataş haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, metin olataş haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Eğitimde karma(şık) sorunlar: ''Yabancılaşma artacak'' Haber

Eğitimde karma(şık) sorunlar: ''Yabancılaşma artacak''

SULTAN GÜMÜŞ KAYA / ÖZEL HABER Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in karma eğitime yönelik açıklaması toplumun birçok kesiminde tartışmaya yol açtı. Tekin, ‘Karma eğitime karşı mısınız?’ sorusuna “Veliyi ikna etmek için gerekirse kız okulları da açabilmeliyiz” yanıtını verirken, bu sözlere muhalefetten de tepki geldi… Karma eğitim tartışmalarına Bakan Tekin’in ‘kız okulları’ açıklaması da eklenince, söz konusu eğitim sistemine geçildiği takdirde öğrencilerin, ebeveynlerin ve eğitimcilerin ruh sağlığının ne derece etkileneceği merak edildi.  Avrupa Birliği Uzmanı ve Uzman Klinik Psikolog Metin Olataş’ın görüşlerine yer verdik. Karma eğitimin kaldırılmasıyla birlikte var olan sorunların daha da derinleşeceğini vurgulayan Olataş, “Çünkü günümüz koşullarında ülkemizde diğerleri ile aynı ortamda yaşama konusunda çeşitli sorunlar yaşarken, bir de tarafları birbirinden ayıracak olursak birbirine yabancılaşma daha da artacaktır… Bu sebeple ülkemizin bireysel ve toplumsal her türlü gelişimine olumlu katkısı olan karma eğitim sisteminin kıymetini geç olmadan idrak etmek hepimiz için büyük önem taşımaktadır” sözlerine dikkat çekti.  CUMHURİYET’İN İLANI VE KARMA EĞİTİM  Olataş, karma eğitimin tarihsel sürecine yer vererek konuşmasına şöyle başladı: “Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün hedeflediği muasır medeniyetler seviyesine ve hatta ötesine geçebilmek için ve toplumun bir yarısını diğer yarısından daha değersiz kılmamak, buna bağlı olarak da topyekûn kalkınmanın sağlanabilmesi amacıyla ülkemizde 1924'te ilkokullarda karma eğitim başlamıştır. 1926-1927 öğretim yılından itibaren ücretsiz hâle getirilen orta öğretimde, kız ve erkek öğrencilerin bir arada öğrenim görmeleri gerçekleştirilmiştir. 1934 yılından itibaren liselerde karma eğitime geçilmiştir. Bütün bu geçişlerdeki en temel hedef kız ve erkek çocuklar arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırmak, toplumsal işbirliğini güçlendirmek, bireylerin hem bireysel hem de toplumsal gelişimlerini desteklemekti. Özellikle de kadınların yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde erkeklerle aynı koşullarda bir şeyleri başarabileceğini hem ülkemiz insanlarına hem de dünya medeniyetlerine göstermeyi hedeflerken az evvel de bahsettiğim gibi toplumu oluşturanların yarısının diğer yarıdan uzak kalması, ondan bihaber olması ya da onu ötekileştirmesi düşünülemezdi.” NİCE BAŞARILI KADIN…   Bütün bu durumların ülkemizdeki kadınların ve kız çocuklarının hem bedensel hem de ruhsal gelişimlerini oldukça olumlu etkilediğini kaydeden Olataş, “Bu sayede kız çocukları kendilerini değerli hissetmeye başlamışlar, kendilerini gösterme imkânı bulmuşlar, hem kendilerini hem de ülkelerini geliştirecek daha ileriye götürecek pek çok alanda çeşitli çalışmalar yapabilmiştir. Bütün bunları da aynı ortamda bulundukları diğer çalışma ya da sınıf arkadaşları ile birlikte gerçekleştirmişlerdir. Diğer yandan da erkekler de sınıf arkadaşı ve çalışma arkadaşı olan kız öğrencilerden, kadın çalışma arkadaşlarından çok şey öğrenmişlerdir. En önemli kazanım ise kadın-erkek eşitliğinin desteklenmesi, birlikte çalışmanın önemi, başarı için beraber çaba harcamanın önemini anlamaya yönelik olmuştur. Bu sayede genç Cumhuriyetin kısacık ömründe hem ülke çapında hem de dünya çapında tanınan nice başarılı kadın ortaya çıkmıştır” sözlerini dile getirdi.  EŞİT KOŞULLARDA, AYNI ORTAMDA VAR OLABİLMEK “Şu ana kadar olayın psikolojik yönüne değinmediğimizi düşünüyor olabilirsiniz. Ancak doğru değil” diyen Uzman Klinik Psikolog Olataş, “Bir insanın hem bedensel hem de psikolojik olarak tam olabilmesi için gereken bazı aşamalar ya da başka bir deyişle basamaklar vardır. Bu literatürde Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi olarak bilinir. İnsanlar eşit koşullarda, aynı ortamda var olmayı öğrendikçe ilk olarak fiziksel olarak kendilerini yeterli, güvende, ait ve başarılı hissettikten sonra psikolojik olarak iyi olma durumuna geçip sonunda kendini gerçekleştiren birey olabilir. Kendini gerçekleştiren birey aynı zamanda kendini bilen birey demektir. Bu da psikolojik olarak sağlıklı olmayı gerektirir. Şu an üzerinde konuştuğumuz şey ise bütün bu kazanımların elden gitmesi ya da biraz iyimser olacak olursak azalması demektir”  bilgisini paylaştı.  YABANCILAŞMA DAHA DA ARTACAKTIR!  “Var olan psikolojik sorunları daha da tetikler mi?” sorusunu da yanıtlayan Olataş, “Ne yazık ki evet. Çünkü günümüz koşullarında ülkemizde diğerleri ile aynı ortamda yaşama konusunda çeşitli sorunlar yaşarken, bir de tarafları birbirinden ayıracak olursak birbirine yabancılaşma daha da artacaktır. Birbirine yabancılaşan kitleler birbirini daha az tanımaya başlayacakları için hali hazırda var olan ön yargılar, olumsuz düşünceler, olumsuz davranışlar da doğal (!) olarak artar. Bu durumda hem bedensel hem de ruhsal bozukları beraberinde getirir. Toplumu oluşturan temel 2 grup olan kadın ve erkek cinsiyetindeki bireyleri ayırmak bu sefer de cinsiyetler arasındaki ön yargı, olumsuz düşünce ve hareketleri arttırıcı yönde olacaktır. Bunun devamında daha fazla ayırma ve sonrasında da daha olumsuz durumlar şeklinde olumsuz bir kısır döngünün oluşmasını öngörmek çok da zor değil” eleştirisinde bulundu.  KENDİ ÇOCUĞUMUZU EN İYİ ŞEKİLDE YETİŞTİRMEK…  Yetkililere ve ebeveynlere düşen sorumlulukları da hatırlatan Olataş, şunları ekledi: “Hepimize vatandaş olarak düşen temel sorumluluk anayasamızda yer alan kadın-erkek eşitliğini bozabilecek her hangi bir duruma karşı uygun olan tepkiyi uygun mecralarda, yasalar çerçevesinde göstermektir. Yetkilileri bilmem ama ebeveyn olarak sorumluluğumuz kendi çocuğumuzun olabildiği kadarıyla, imkânlar dâhilinde en iyi şekilde yetiştirmektir. Bunun ise ayrıştırarak olmayacağını bilmeliyiz. Hem erkek çocuklarının hem de kız çocuklarının dünya standartlarının üzerinde bireyler olarak yetişebilmesini istiyorsak eğer durup, düşünüp ona göre tavrımızı güncellememiz ve gelişmişliğe uygun olana göre belirlememiz gerekir.”  KIYMETİNİ GEÇ OLMADAN İDRAK ETMELİYİZ  Bir örnek durum ile sözlerini sonlandıran Olataş, “İzmir Kız Lisesi, İzmir’in ve Türkiye’nin köklü okullarından, Atatürk’ün iki kez ziyaret ettiği nadir okullardan biridir. Ayrıca Cumhuriyet dönemi boyunca da nice önemli insanın yetiştiği bir lisedir. Okul, 2000-2001 öğretim yılından itibaren Anadolu Lisesi statüsüne ve karma eğitime geçmiştir. Ben de 2003 liselere giriş sınavı sonrası yaptığım tercihlerde ilk sıraya İzmir Kız Lisesi’ni yazarak o güzel okula yerleştim. O dönem öğretmenlerimle yapmış olduğumuz sohbetlerde karma eğitime geçiş ile ilgili konular konuşulduğu zaman pek çok öğretmenim karma eğitime geçildikten sonra öğrencilerin hem davranışlarında, hem iletişim becerilerinde, hem de akademik gelişimlerinde olumlu ilerlemeler olduğundan bahsetmişlerdi. Benzer konuşmalara zamanın erkek lisesi olan İzmir Atatürk Lisesi’ne kayıt olan kız arkadaşlarımdan da duymak beni o zaman için şaşırtmıştı. Büyüdükçe ve mesleğimin ana konusu insan olduktan sonra o zamanlar şaşkınlıkla dinlediğim şeylerin insanın temel yapısından kaynaklandığını anlamaya başladım. Bu sebeple ülkemizin bireysel ve toplumsal her türlü gelişimine olumlu katkısı olan karma eğitim sisteminin kıymetini geç olmadan idrak etmek hepimiz için büyük önem taşımaktadır” cümlelerine dikkat çekti.

Sınav; hayat/ölüm-kalım denkleminden çıkmalı Haber

Sınav; hayat/ölüm-kalım denkleminden çıkmalı

YAREN ELMAS GÜZELKAN-ÖZEL HABER Yaklaşan üniversite sınavıyla birlikte kaygı tüm öğrencilerde arttı. Birçok öğrenci yaşadığı kaygı nedeniyle sınav anında çok iyi bildikleri konuları bile unutabilmekte. Uzman Klinik Psikolog Metin Olataş, sınav sürecinde öğrenci veya ailelerin kaygı sorununu nasıl aşması gerektiğine dair konuştu. Olataş, depremzede öğrencilerin sınav kaygısını aşmak için hayat düzenlerinin depremi yok saymadan fakat sürekli göz önünde tutmadan olması gerektiğini söyledi. SAVAŞMA-KAÇMA TEPKİSİ Sınav öncesi için önerilerde bulunan Olataş, “Kaygı, tehlike veya tehdit olarak algılanan durumlarda ortaya çıkan; duygusal, davranışsal ve fiziksel değişiklikler ve tepkilerin yer aldığı, otomatik, sağlıklı ve doğal bir yanıt mekanizmasıdır. Bir anlamda kaygı organizmamızın savaşma-kaçma tepkisidir. Sınav kaygısı ise öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı olarak tanımlanır. Bireyin sınava yüklediği anlamlar, sınavla ilgili zihinde oluşturulan imaj, sınav sonrası duruma ilişkin atıflar ve sınav sonrası elde edilecek kazanımlara verilen önem sınav kaygısı oluşumu üzerinde etkilidir. Sınav kaygısına yönelik ne yapabilirim diye soracak olursanız eğer bunu sınav öncesi, esnası ve sonrası şeklinde ele almak mümkündür. Sınav öncesinde elde kalan zaman dilimi içinde yapılabilecek en etkin davranış şunlar olacaktır: Zamanı iyi kullanmak, düzenli beslenme ve uyku, düzenli ve zamanında çalışmaya devam etmek. Sınav esnasında ise; olumsuz düşünce durumunda olduğunu fark ettiği anda şu anda buradayım ve elimden geleni yaptım ve yapıyorum diyerek, en iyi olduğu dersin testinden başlayarak, olumsuza (yani yapamadığı sorulara) değil olumluya (yapabildiği sorulara) odaklanarak, kaygıyı azaltacak nefes tekniklerini en fazlasını 10 saniyesini ayırıp uygulayarak kendimizi sınav anında oluşabilecek kaygılara karşı kendimizi koruyabiliriz. Sınav sonrasında da şunları yapmak iyi gelecektir. Kendini ödüllendirmek, keyifli etkinliklere katılmak, sonuçlar açıklanana kadar sınav sohbetlerinden uzak durmak, planlamalarını sonuçların açıklanacağı döneme bırakmak sınav sonrasında bitmiş olan sınava yönelik kaygıyı azaltmaya katkı sağlayacaktır. Ailelerin ise bu süreçte kendilerine sormaları gereken ilk soru şu olmalıdır: Çocuğumun yaşadığı ve çocuğuma yaşattığım bu kaygı, aslında benim kaygım ve bana ait bir kaygı mı? Bu herkes için oldukça kritik bir sorgulama olacaktır. Ayrıca sınav=hayat/ölüm-kalım meselesi denkleminden önce kendilerini kurtarmaları ve sınavın bir amaç değil, araç olduğunu fark etmeleri hem kendileri için hem de çocukları için hayatı daha anlamlı ve yaşanabilir kılacaktır” açıklamasında bulundu. PSİKOLOJİK DESTEK ALABİLİRLER 6 Şubat’ta yaşanan deprem, 11 ilimizde ağır hasarlara sebebiyet verdi. Haziran ayında gerçekleşecek olan üniversite sınavı, depremzede öğrencilere yaşadıkları hayat mücadelesinin yanı sıra sınav kaygısı da oluşturuyor. Olataş, “Yaşadığımız bu büyük yıkıcı deprem bizlere her canın ayrı bir dünya olduğunu ve her bir kaybın ayrı birer kıyamet olduğunu gösterdi. Bu sebeple canın kıymetinin üzerinde başka bir değer ya da önemli bir şey düşünmemek gerektiğini anlamış olmalıyız. Biraz evvel sizinle gerçek olan yani hayatta kalmaya yönelik olan ve kurgu olan hayatta kalmaya yönelik olmayan ama bize öğretilmiş olan kaygılar, atıflarımız ve neler yapılmalı üzerine konuştuk. Yaşanan deprem olayı gerçek bir ölüm kalım olayı olduğu için daha gerçek bir kaygı kaynağı düşünemiyorum. Bu sebeple pek tabi olarak sınava girecek olan bu bölgenin öğrencileri aynı anda birden fazla sorunla uğraşmak zorunda kaldı. Her ne kadar pek çok kişi üzerinden çok zaman geçti ve benzeri şeyler demeye kalksa da uzaktan konuşmak her zaman daha kolaydır. Bu bölge öğrencileri hem gerçek olan hayatta kalma kaygısını hem de kurgusal-öğrenilmiş olan sınav kaygısını yaşadı. Bu sebeple bu konu hakkında tavsiye edilebilecek en sağlıklı şey eğer yaşadıkları herhangi bir zorlanma varsa imkânları ölçülerinde kendilerine yakın olan ve erişilebilir olan bir psikolojik danışman ve rehberlik öğretmeninden, bir psikologdan ve eğer herhangi bir ilaç takviyesi gerekiyorsa bir psikiyatristten destek talep etmeleri olacaktır. Bu uzmanlardan alınılacak en küçük bir yardım bile pek çok şeyi idare etme konusunda büyük farklar yaratabilir” dedi. DUYGUSAL ANLAMDA DESTEKLENMELİLER Depremzede öğrencilerin sınav kaygısını en kolay şekilde nasıl atlatabileceğine ve sınava nasıl odaklanmaları gerektiğine ilişkin Olataş, “Yas sürecini bir kavanozun içindeki kara bir topa benzetecek olursak eğer, süre içinde o kara top ufalıp kaybolarak yas süreci tamamlanmış olmaz. Böyle olması o olayın hiç yaşanmamış sayılması demektir. Bu da gerçekçi bir yaklaşım değildir. Çünkü o olay ya da o an yaşandı. Yapılabilecek tek şey o kavanozu (yani kendimizi) genişleterek, psikolojik olarak besleyip büyüterek o kara topun kapladığı alanı bu şekilde azaltmak olacaktır. Bu, yaşanan olayı yok saymadan fakat sürekli gözümüzün/aklımızın önünde tutmadan hayata devam etmektir. Özellikle çocukların, gençlerin ve hatta yetişkinlerin ilk olarak yanlarında olabilen, hayatta olan yakınlarınca yalnız bırakılmamaları ve koşulsuz şekilde duygusal anlamda desteklenmeleri en büyük koruyucu önlemdir. Yanımızda olan sevdiklerimizle birlikte vakit geçirmeyi ihmal etmeden, elimizdeki var olan hazırlığı olabildiğince optimize ederek ve onu koruyarak sınava kalan son haftaları değerlendirmek öğrencilerin nefes almasına imkân tanıyacak. Öğrencilerin etraflarındakilerle olan ilişkileri hem kaliteli bir şekilde sürdürmelerine destek olacak hem de en iyi şekilde sınav sürecini tamamlamalarına yardım olacaktır” ifadelerini kullandı.

Seçim vs akıl / beden sağlığımız Haber

Seçim vs akıl / beden sağlığımız

SULTAN GÜMÜŞ KAYA - RÖPORTAJ  Seçime son 1 gün kaldı. Seçmen ise hem heyecanlı hem de gergin… Seçim sürecinde meydana gelen bir korku iklimi de mevcut. Birçok şehirde ardı ardına yaşanan saldırılar, taşlamalar, seçim bürolarında ortaya çıkan arbedeler huzursuzluk yaratırken; tahriklere kapılmamak ve hayatımızı normal seyrinde ilerletmek neredeyse güç!  Toplumsal saldırıların yaşanmaması adına kamuoyuna önemli uyarılarda bulunan Uzman Klinik Psikolog ve Avrupa Birliği Uzmanı Metin Olataş, net mesajlar verdi: “Sürekli savaş ya da kaç durumunda olarak kendimizi hasta etmenin ne bize ne de ülkemize bir faydası olmayacağının farkına varalım ve olması gereken yerde olması gerektiği şekilde tepkimizi gösterip, ondan sonra gündelik hayatımıza dönmeyi kendimize bir düstur edinmeye özen gösterelim. Unutmayalım ki ‘ben’ iyi olursam, ‘biz’ iyi olabiliriz.”  ‘SAVAŞ YA DA KAÇ’ DURUMU  Seçim günü ve sonrası birey olarak nasıl davranmalıyız?  Son zamanlarda çok yoğun bir şekilde toplumun her kesiminde ‘o gün’ ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım ya da yapmamalıyım şeklinde düşünceler uçuşuyor. Yoğun gündemli bir ülkede yaşadığımız için bu oldukça anlaşılır bir durum olmakla beraber gözden kaçırdığımız önemli bir husus var: Akıl ve beden sağlığımız. Bu kadar yoğun ve dolu gündemlerle yaşarken vücudumuz sürekli adrenalin ve çeşitli stres hormonlarını salgıladığı için bedenimiz sürekli ‘Savaş ya da Kaç’ durumundadır. Bu ‘Savaş ya da Kaç’ stratejisi insanoğlunu hayatta tutan en temel stratejidir. Örneğin; vahşi doğada bir aslan ile karşılaştığımız zaman vücudumuz adrenalin üretir ve bu sayede bütün kaslarımız harekete geçer ve bizi aslana yem olmaktan kurtulmak için gerekli aksiyonu almamıza yardımcı olur. Tehlike yani stres yaratan olgu – bu örnekten yola çıkarsak eğer: aslan – ortadan yok olduğunda yeniden vücudumuz normal ritmine geri döner. Böylece gündelik hayata geri dönülür. Bizlerin şu anda farkına varması gereken en önemli şey seçimin demokrasinin gereği olan demokratik bir eylem olduğudur. Evet, zaman zaman gündemlerden dolayı yoğun stres altında hissedebiliriz; ancak bu stresi dengeleyecek ve bizi dinginleştirecek düşünce ve eylemlerle kendimizi optimize edip dengemizi sağlamamız hem beden hem akıl hem de ruh sağlığımız önemlidir. Bu sebeple seçim günü ve sonrasında – hatta hayatımızın hemen her evresinde – bunu aklımızda tutarsak ve uygularsak hem kendimize hem de etrafımıza oldukça olumlu bir etki yaratmış oluruz.  ZEBRALAR NEDEN ÜLSER OLMAZ?  Ülke olarak her şeyi uç noktalarda yaşamayı seviyoruz. Bu zihnimizi, gündelik yaşantımızı elbette ki zorlaştırıyor. Dezavantajlarını sizden de dinleyebilir miyiz?  Amerikalı bir nöroendokrinoloji araştırmacısı ve yazarı olan Robert Morris Sapolsky’nin güzel bir kitabı vardır: Zebralar Neden Ülser Olmaz? Zebralar ormanda normal şekilde otlarken birden bir avcı gelir; bütün kan kaslara pompalanır ve kaçarlar. Kovalamaca bittikten sonra, avcı onun peşinden koşmayı bıraktıktan sonra ise – yani reel tehlike olan ölme/yem olma ortadan kalktıktan sonra – kan basıncı normale döner ve yemeğe içmeğe devam eder. İnsanlar ise ortadaki riskli durum kalktıktan sonra bile zihninde hala aynı yüksek stres seviyesini canlı tutarlar. Bu sebeple kaygılar başlar. Sonuç olarak zebralar ülser olmazken, insanlar ülser olurlar. Buradaki bu zebra-insan-ülser örneğini yaşadığımız pek çok duruma uyarlamak mümkündür. Bu sebeple bazen bazı şeyleri sadece o hali ile görmek ve o duruma karşı gereken adımları attıktan sonra durup, bakıp ondan sonraki bütün kaygıların çoğunlukla kurguladığımız ya da bize öğretilen kaygılar olduğunu fark etmek bizleri sağlıklı bireyler yapacaktır. TOP AYAĞIMIZDAN ÇIKTI Bu noktada yetkililere düşen sorumluluk / görev nelerdir?  5 Şubat 2023 tarihli röportajımızda da bahsettiğimiz gibi bu hafta sonu ve daha sonrasında da kurumların ve yetkililerin tutumu oldukça önemli. Yıkıcı olan dili mi yoksa yapıcı olan dili mi tercih edeceği konusunda siyasiler oldukça dikkatli olmalı; aynı zamanda diğer bütün tarafsız olması gereken yetkililer de doğru dili seçmeli ve tarafsızlıklarını korumalıdır. Neticede burada bütün bir ülkenin genel anlamda iyi olma haline hizmet etmek vardır. Bunun da yegâne yolu herkesin olabildiğince hoşgörü içinde, yapıcı bir dili kullanarak ve mümkünse tarafsızlığını koruyarak sürecin yürütülmesidir. Yaşanacak olan şey her ne olursa olsun, pazar gecesini nasıl kapatmalı, pazartesi güne nasıl uyanmalıyız?  Röportajın başında bahsettiğim aslan ile karşılaşma örneğini hatırlayalım lütfen. Pazar günü demokratik tepki gösterme ve tercih etme hakkımızı kullandıktan sonra görevimizi yerine getirdiğimizi ve artık topun bizim ayağımızdan çıktığını ya da artık o ‘aslan’ ile karşı karşıya olmadığımızı fark etmeliyiz. Bu sebeple o gün yapacağımızı layığı ile yerine getirip, bundan da emin olduktan sonra, kendimize olabildiğince (!) rahatlatıcı bir ortam hazırlamak ve süreci olabildiğince (!) sakin takip edip, ertesi gün de olabildiğince (!) hızlı şekilde rutinimize dönmek hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak en faydalı hareket olacaktır. ‘BEN’ İYİ OLURSAM, ‘BİZ’ İYİ OLABİLİRİZ  Son olarak okuyucularımıza uyarılarınız, mesajınız ne olacaktır? Evet, toplumun her kesiminde çeşitli sebeplerden, çeşitli oranlarda bir gerginlik olduğu ne yazık ki bir gerçek. Her şeye rağmen hem birey olarak hem de eğer bir resmi kimliğimiz varsa kurumsal olarak itidal sahibi olmayı, ötekileştirmeden birleştirici olmayı, seçimin en demokratik eylemlerden biri olduğunu hatırlamayı ihmal etmeyelim. Sürekli savaş ya da kaç durumunda olarak kendimizi hasta etmenin ne bize ne de ülkemize bir faydası olmayacağının farkına varalım ve olması gereken yerde olması gerektiği şekilde tepkimizi gösterip, ondan sonra gündelik hayatımıza dönmeyi kendimize bir düstur edinmeye özen gösterelim. Unutmayalım ki ‘ben’ iyi olursam, ‘biz’ iyi olabiliriz.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.