[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#Mülteci

Mülteci haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Mülteci haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Lübnan göç dalgası sorunları derinleştirir Haber

Lübnan göç dalgası sorunları derinleştirir

AYSELİN UZUN-ÖZEL HABER- İsrail ordusunun geçtiğimiz günlerde Lübnan’daki Hizbullah hedeflerine yönelik havadan ve karadan gerçekleştirdiği saldırısı sonrasında Lübnan’da bazı yerleşim yerleri boşaltıldı. Bu kapsamda savaştan kaçan Lübnanlı mültecilerin bir kısmının Suriye’ye göç etmeye başladığı görüldü. Ancak bu mültecilerin bir sonraki hedefinin Türkiye sınırları olduğu da ön görüler arasında yer alıyor. Böyle bir göç gerçekleşmesi halinde ülkemizde yaşanabilecek sosyolojik, ekonomik ve siyasi sorunlara karşı uyarılarda bulunan uzmanlar, Türkiye’nin mülteci göçüne yönelik izlediği “açık kapı politikası”ndan vazgeçmesi gerektiğini söyledi. HER ŞEYİ ETKİLER Göç dalgalarının yaratacağı kültür şokunun her iki ülke için de büyük etkilere yol açabileceğini belirten Siyaset Bilimci Dr. Zekiye Seda Sönmez, “Göç dalgası mekânsal bir değişim örneğidir ve farklı sebeplerle ortaya çıkmaktadır. Sadece insanların belli bir bölgeden başka bir yere geçmesi anlamına gelmez aynı zamanda da her iki ülke vatandaşları üzerinde kalıcı şekilde büyük etkiler yaratan bir süreçtir. Toplumsal ve bireysel olarak her şeyi etkiler. Siyasal anlamda da ülke genelinde bütüncül etkilere neden olur. Aslında hayatta kalabilme uğruna bir başka ülkeye giden kişiler aynı zamanda kendi içlerinde de güçlü dayanışma ile göç edilen yerde hayatlarına devam ederler. Suriye göçünde de açık kapı politikası ile modern dünyada pek görülmeyen bir yaklaşım ile ülkemiz tarafından milyonlarca göçle gelen vatandaş kabul edilmiştir. Bu da Türkiye’de ekonomik, sosyal ve siyasal pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir” dedi. İÇ POLİTİKA MESELESİ “Lübnan’dan gelecek olan göç dalgası ile ilgili olarak başlangıçta bunun bir dış politika sorunu olarak görülse de Türkiye’nin en önemli iç politika meselesi haline geleceği kesindir” diyerek sözlerine devam eden Sönmez, “Sonuç itibariyle Suriyeli göçmenlerin meselesinde olduğu gibi ilk zamanlar sorunların kısa sürede çözüleceği beklenirken sorunlar daha da yaygınlaşıp derinlik kazanmıştır. Bu süreçte diplomatik bir aktör rolü ile duruma giren Türkiye bu değişim ve dönüşümün kısa sürede ne derece etkileri olacağını hesaba katmalıdır. Sorunlar sadece ekonomik ve sosyal hayata yönelik gibi görülse de aslında siyasal olarak bu alanı etkisi altında alan sorunları beraberinde getirir. Sosyo ekonomik alanın siyasallaşmasına bir anlamda aracılık eden bu göç dalgası böylelikle ülke genelinde yeni bir siyasal ayrışmanın da kapısını aralar. Bu süreç Türkiye’de yeni bir iktidar mücadelesinin önemli bir argümanı haline gelir ki bu da iktidar partisinin büyük şehirlerde seçmen desteği alması sonucunu doğurur. Lübnan Başbakanı’nın da açıkladığı gibi ülkede yerinden edilenlerin sayısı milyona yaklaşmışken ve Lübnan tarihinin en büyük göç dalgasını oluştururken bu da ülkemiz açısından yapısal başta olmak üzere ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal sorunları da beraberinde getirecektir” açıklamasında bulundu. NÜFUS KÖRFEZ ÜLKELERİNE YÖNELİYOR Lübnan’dan Türkiye’ye yönelik olası mülteci göçünün sosyolojik açıdan başlıca sebeplerine ilişkin konuşan Sosyolog Doç.Dr. İrfan Özet, “Lübnan yakın geçmişe kadar doğu Akdeniz’in en görkemli limanları ve kentsel kültürüne sahipti. Ancak özellikle 1975’lerden 1990’lara kadar uzanan iç savaşta yerleşik nüfusunun önemli bir kısmını kaybetmiş oldu. O dönemler Lübnan’dan sevk edilen bu göç dalgasının kapsadığı alanlarda Türkiye yer almıyordu. Göç, insanlık tarihindeki bir rutini tekrar edercesine etnisite-inanç-mezhepsel ortaklıklar üzerinden yakın görülen ülkelere yöneliktir. Hristiyan nüfus Avrupa ve Amerika’ya yönelirken; Müslüman nüfus, bölgede nispeten çalkantılardan uzak ve gelişmiş körfez ülkelerine yöneliyordu. İç savaşın sona ermesi, Lübnanlılar için göç trafiğinin durması anlamına gelmiyordu. 21. yüzyıla girerken kötü yönetimlere ilaveten Suriye’deki iç savaşın taşıdığı mülteci şoku, Lübnan’daki sosyal, ekonomik istikrarı köklü bir düzeyde bozmaktaydı. Söz konusu travmatik süreçlerle göç seçeneğine başvuran Lübnanlıların güzergâhında Türkiye’nin de yer aldığına dair veriler epey öne çıkmakta. Ancak Türkiye’nin Orta Doğulu komşu ülkelerine nazaran Lübnanlılar, ülke üzerinde demografik bir baskı oluşturma kapasitesinden uzaktı. Tabi İsrail ve Hizbullah eksenindeki savaşın seyri, Lübnanlı göçmenlerle ilgili trendi daha da radikal boyutlara çekebilir” dedi. GÖÇMEN POLİTİKASI REVİZE EDİLMELİ Özet, Türkiye’nin göçmen merkezli demografiyi massetme kapasitesini çoktan aşmış durumda olduğunu vurgulayarak, “Yönetici kadrolar, her ne kadar göç sahasında farklı maslahatlarla uzun yıllar açık kapı politikası izlese de bu politikanın uygulanma koşulları giderek azalmakta. Aynı zamanda mevcut ekonomik resesyonu, göçmen politikalarıyla iç içe okuyan kentli tabakaların yerel seçimler başta olmak üzere, iktidar üzerinde ortaya koyduğu baskı da peyderpey yükselmekte. Artan konut fiyatlarına ilaveten, istihdam alanlarının esnekleşmesi ve güvensizleşmesiyle giderek prekaryalaşan kentli tabakalardaki protest eğilimler, iktidar çevrelerinin altyapıdan yoksun ve günübirlik göçmen politikalarını köklü bir şekilde revize etmesini gerektirmekte” diye konuştu. ŞİDDET EYLEMLERİ ARTAR “Mevcut toplumsal zemin, özellikle kozmopolitan metropol alanlarında orta sınıflara özgü güven, istikrar ve rasyonalite kaybının yaşanmasına dönük makro göstergelere sahne olmakta” diyerek sözlerine devam eden Özet, “Gündelik ve kamusal yaşamın belirsizleşmesiyle eş zamanlı olarak, göçmen kitlelere dönük toplumsal kabul eşiğinin sınırlarına gelindiği görünmekte. Yapılan kamuoyu yoklamaları da siyasal-ideolojik eğilimler düzeyinde kutuplaşan kitlelerin, kontrolsüz göç karşıtlığı düzeyinde ortaklaştığı yönündeki rutin verileri ortaya koymakta. Bu eğilimlere ilaveten göçmenlere yönelik barınma, beslenme, istihdam üçgeninde alt yapısal çerçevenin daraldığı gerçekliği de dikkate alındığında, olası bir yeni göç dalgasının tetikleyeceği toplumsal risklerin çapı da artabilmekte. Söz konusu risk ise; üreten sınıflardaki nihilist eğilimlerle, anomik davranış setleriyle, gündelik ve kamusal yaşamda hız kazanabilecek şiddet eylemleriyle varlık kazanabilecektir” şeklinde konuştu. BÜTÇE ÜZERİNDE YÜK ARTIYOR Ekonomist Ayhan Bülent Toptaş ise ani ve kalabalık sığınmacı akınlarının ülkelerin ekonomileri üzerinde önemli baskılar yaratabildiğini vurgulayarak “İlk aşamada sığınmacıların sınırından giriş yapılan ülkenin devletinin bu sığınmacıların güvenliği, beslenmesi, kontrolü için aldığı tedbirler ülkenin bütçesi üzerinde bir baskı yaratıyor. Sığınmacıların kalış süresi arttıkça tedbirlerin sağlamlaştırılması, gıda, barınak ve altyapı ihtiyaçlarının ev sahibi devlet tarafından karşılanmaya devam edilmesi, kayıt altına alma işlemleri bütçe üzerinde yükü daha da artırıyor. Süre daha da uzadıkça ülkenin sığınılan bölgesinde sonra da ülke genelinde gıda ve barınma talebi yükseliyor. Bu da fiyat artışlarını gündeme getiriyor. Türkiye gibi yüksek enflasyon sorunu yaşayan ülkeler için enflasyonla mücadele anlamında ek yükler ortaya çıkacaktır. Giriş yaptıkları şehirlerde meydana gelebilecek ve sığınmacılar lehine olabilecek demografik değişimin yarattığı gerilimler de bölge ekonomisini olumsuz etkileyebilir. Bazıları bu akımların ucuz iş gücü sağladığını,  maliyetleri düşürdüğünü ve ekonomiye fayda sağladığını ileri sürebilir. Ancak bu da vatandaşlarımızın işsiz kalmasına yol açarken, kayıt dışı istihdamın genişlemesine yol açabilir. Son 10 yılda Türkiye’de ekonomi yönetimi sığınmacıların ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri konusunda deneyim kazanmış olmalı. O nedenle artık çok dikkatli adımlar atmak durumundalar” ifadelerine yer verdi.

Yanarak katledilen Suriyeli işçilerin davası mütalaa için ertelendi Haber

Yanarak katledilen Suriyeli işçilerin davası mütalaa için ertelendi

İzmir’in Güzelbahçe ilçesindeki bir beton şirketinde çalışan Suriyeli 23 yaşındaki Mamoun al-Nabhan, 21 yaşındaki Ahmed Al-Ali ve 17 yaşındaki Muhammed el-Bish, 16 Kasım 2021’de kaldıkları işyerinde gece uyku halindeyken yanarak hayatlarını kaybetmişlerdi. Tutuklu sanık Kemal Korukmaz hakkında hazırlanan iddianamede savcı, “tasarlayarak canavarca hisle yangın çıkarmak suretiyle öldürme” suçundan 3 kez ağırlaştırılmış müebbet, “taksirle mala zarar vermek” suçundan ise 6 yıla kadar hapis isteminde bulunmuştu. Davanın dördüncü duruşması bugün İzmir Adliyesi 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya tutuklu sanık Kemal Korukmaz, taraf avukatları ve mülteci alanında çalışan dernek temsilcileri katıldı. “DİNLENMEYEN ŞAHISLAR VAR” Davada başka kişilerin de dinlenmesini talep eden tutuklu sanık Kemal Korukmaz, “Dinlenilmeyen şahıslar var işyerinde çalışan onların dinlenmesini istiyorum. Burada çalışan 5 Gürcü ile hiçbir şey araştırılmadı. Onlar oradaydı ne biliyorlarsa onlar biliyorlar. Olay anında oradalardı. Olay anında ben orada değildim. Ama öncesinde ordaydım. Sorgulanırlarsa bu işin nasıl yapıldığı ortaya çıkacak” dedi. Sanığın başka tanıkların dinlenmesine ilişkin talebi mahkeme heyeti tarafından reddedildi. Sanık avukatı ise dosyada gerekli delillerin toplandığını belirterek tahliye talep etti. Tutuklu sanık Kemal Korukmaz da, “Tahliyemi istiyorum” diye konuştu. DAVA 10 OCAK’A ERTELENDİ Bugünkü duruşmada açıklanması beklenen esas hakkındaki mütalaa, savcının sağlık sorunları nedeniyle okunmadı. Savcı mütalaa verilmesi için ek süre talep ederken, sanığın tutukluluk halinin devamına karar veren mahkeme heyeti, davayı 10 Ocak 2024 tarihine erteledi. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR - İzmir Gazeteciler Cemiyeti meslektaşlarını bir araya getiriyor

Gönülden eğitim: Yoksul çocuklara umut oluyorlar Haber

Gönülden eğitim: Yoksul çocuklara umut oluyorlar

Konak Mülteci Derneği tarafından hayata geçirilen ‘Gönüllü Velilik’ projesi, ekonomik ve sosyokültürel açıdan dezavantajlı olan ilkokul çağındaki öğrencilere umut olmaya devam ediyor. 2018 yılında başlatılan proje kapsamında farklı meslek grubundan gönüllüler, Basmane’de yaşayan maddi imkanları kısıtlı Türkiyeli ve mülteci öğrencilerin eğitimine katkıda bulunmak için çalışıyor. Öğrencileri haftanın belirli günlerinde evlerinde ziyaret eden gönüllüler, onlara hem ders çalıştırıyor hem de beraber gerçekleştirdikleri sosyal faaliyetlerle yüreklerine dokunuyorlar. Çocukların okul başarısına katkıda bulunmanın yanı sıra farklılıklarla birlikte yaşama kültürlerini de geliştiren projeyi, Konak Mülteci Derneği’nden Mete Hüsünbeyi, Şengül Tokyol ve Nejla Demirel ile konuştuk. Pandemi ve deprem sürecinde zorunlu ara verilen projenin yakın zamanda yeniden başlayacağını söyleyen dernek üyeleri, daha fazla çocuğa ulaşabilmek için gönüllü çağrısında bulundu. GÖNÜLLÜ İHTİYACIMIZ DEVAM EDİYOR Amaçlarının özellikle dezavantajlı bölgelerde yaşayan insanlarla ‘mülteci-vatandaş’ ayrımı yapmadan bir arada yaşamı içeren dayanışma çalışmaları yapmak olduğunun altını çizen Konak Mülteci Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Mete Hüsünbeyi, “Öncelikli hedef kitlemiz çocuklar ve kadınlar. Çok önemsediğimiz bir çalışma 2018 yılında başlattığımız, ne yazık ki pandemi nedeniyle ara vermek zorunda kaldığımız gönüllü velilik çalışması. Bu çalışma ile öncelikli olarak ilkokula giden çocuklara yönelik evlerinde ders çalışmalarına destek olmayı hedefledik. Sonucunun başarılı olduğunu da gördük. Bu yıl projemize kaldığı yerden devam etme kararı aldık. Çocukların okul başarısını arttırmayı, sosyal kültürel faaliyetlerle sosyalleşmelerini hedefliyoruz. Proje kapsamında eğitimci koordinatörlerimizin desteğinde gönüllülerimiz, çocukların hem ev ödevlerine yardımcı oluyor hem de eksik oldukları konularda onlara ders çalıştırıyor. Gönüllülerimiz arasında öğretmen, öğrenci, avukat, emekli gibi değişik meslek gruplarından insanlar var. Daha fazla çocuğun yaşamına dokunuşlar yapmak için gönüllü ihtiyacımız ise her zaman devam ediyor. Şunun da altını çizmek istiyorum. Gerek siyaset gerek de medyanın bir kısmının doğru olmayan ve abartılmış bilgilerle yaptığı ayrımcılık ve mülteci karşıtlığı ne yazık ki soyut, kötücül, olumsuz algıya neden olmakta. Oysa ki dışlamak yerine tanımayı, anlamayı, temas etmeyi amaçlarsak gerçeğin hiç de yansıtıldığı gibi olmadığını görür, hatta olumluluk içinde yaşamımızı daha bir anlamlandırabilir ve zenginleştirebiliriz. Duyarlı insanlarımızı hem merkezimize hem de vatandaş ve mültecileri kapsayan çalışmalarımıza davet ediyorum” dedi. EVLERDE YOKSULLUK HAD SAFHADA Eğitimde fırsat eşitsizliğine dikkat çeken Gönüllü Veli Projesi Koordinatörü Şengül Tokyol da “Daha önce ihtiyaç sahibi aileler için eşya yardımı topluyordum. Bu vesile ile Basmane’de bulunan Konak Mülteci Derneği ile tanıştım. Böyle bir çalışmanın başlatılacağını öğrendiğimde ben de içinde yer almayı çok istedim. Haftada iki gün evlere gidip çocukların derslerine destek olarak başladık. Pandemi ve deprem nedeniyle ara verdiğimiz projemize yakın zamanda kaldığımız yerden devam edeceğimiz için heyecanlıyız. Geçtiğimiz dönemlerde gittiğimiz evlerde fırsat eşitsizliğine dair önemli tespitlerimiz oldu. Birçok evde koşulların zorluğunu, yoksulluğun had safhada olduğunu gördük. Bu proje sayesinde çocukların sosyalleşmesine de katkı sağladık. Mesela çevreyi hiç tanımıyorlardı, hayatları okulla ev arasındaki çizgide geçiyor. Onlara bu yönde de açılım sağladık. Okulda yaşanan problemlerde öğretmen ve okul idaresi ile görüşerek, sorunun çözümüne katkıda bulunduk. Bir çocuğun bile hayatına dokunabilmek, ona bir şeyler katabilmek değerlidir diye düşünüyorum. Ki bu vesileyle pek çok sayıda çocuğun hatta ailelerin yaşamlarına olumlu etkide bulunduk.  Ayrıca çocuklarımızda travmaları varsa gönüllü psikologlarımız ona yönelik destek veriyor. Bu açıdan da Gönüllü Velilik çalışmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı. OKUL TERKLERİNİN ÖNÜNE GEÇTİK Proje koordinatörlerinden Nejla Demirel ise “Pandemi nedeniyle ara verdiğimiz Gönüllü Velilik Projesine yeniden başlıyoruz. İlk iş olarak geçen dönemde evlerine gittiğimiz aileleri gezdik, hepsinden olumlu geri dönüş aldık. Bunun üzerine yeni gönüllülerimizle bu çalışmayı daha büyük şevkle yapma kararı aldık. Bu çalışmanın sadece çocuklar için değil, aileler açısından da verimli olduğunu düşünüyorum. Varlıklarının görünür olması onları mutlu ediyor, kendilerini daha güçlü hissediyorlar. Bu sadece çocuklara yönelik bir ders desteği değil. Birliktelik, güven ve değer duygusu da veriyor. Bu çalışmanın pek çok faydasını gördük. Gittiğimiz evlerde okul terklerinin önüne geçtiğimiz durumların da olduğunu gördük. Hatta veli toplantılarında öğretmenler, ailelere çocuklarının durumlarında gelişmeler olduğunu söylemiş. Derslere daha odaklı ve başarılı olduklarını aktarmışlar. Bunlar bizi daha motive ediyor. Birçok aile ile iletişimimiz devam ediyor. Çocuklar eğitim hayatlarına çok başarılı bir şekilde devam ediyorlar. Mahalleleri gezdik çok ciddi talep olduğunu gördük.  Dolayısıyla yeni gönüllülere, yol arkadaşlarımıza ihtiyacımız var. Kendi adıma hatta bu çalışma içine girenler için de söyleyebilirim ki yaşama daha anlamlı, daha güzel bakış açısına sahip olduk” açıklamasını yaptı. Gönüllü Velilik çalışmasına katılmak için buraya tıklayarak formu doldurabilirsiniz. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR - İzmir açıklarında düzensiz göçmen operasyonları

Savaş gerilimi tırmanıyor: Yeni mülteci akını kapıda mı? Haber

Savaş gerilimi tırmanıyor: Yeni mülteci akını kapıda mı?

7 Ekim Cumartesi günü Hamas'ın askeri kanadı Kassam Tugaylarının dün sabah İsrail'e “Aksa Tufanı” saldırısında 5. güne girilirken karşılıklı olarak saldırıların dozu artarken verilen can kayıpları da artmaya devam ediyor. İsrailliler ve Filistinliler arasında on yıllardır süregelen gerginliğin bir sonucu olarak yorumlanan savaşta son verilere göre; savaşta her iki ülkenin kayıpları da binin üzerine çıktı. Dünyanın gözü kulağı İsrail ve Hamas arasındaki gerilimdeyken savaştan Türkiye’nin nasıl etkileneceği ve hali hazırda milyonlarca Afgan ve Suriyeli mültecinin bulunduğu ülkeye yeni bir mülteci akınının gelip gelmeyeceği merak konusu oldu. Uluslararası İlişkiler Uzmanı Dr. Argun Başkan, savaşın Türkiye’ye olası sonuçlarını İLKSES’e değerlendirdi. TÜRKİYE ÖNEMLİ SAC AYAKLARINDAN BİRİ Savaşın Türkiye’ye dolaylı etkisi olacağını belirten Başkan, “Hamas saldırısının hemen evvelinde Türkiye’nin İsrail’le, İsrail’in de Arap ülkeleriyle ilişkilerinin iyileştiği bir dönemde yaşanıyordu normalde. Ancak İsrail iç siyasetinde Netanyahu otoriterleşme suçlamaları sebebiyle ağır baskı altında. Mevcut Hamas-İsrail çatışmasının Türkiye için doğrudan bire bir etkisi yok ancak dolaylı yoldan etkileri olabilir. ABD’nin İsrail’in güvenliği konusunda yüksek hassasiyeti var. Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan ABD’nin bölgedeki ittifak sisteminin en önemli üç ayağı olduğu için İsrail’deki gelişmeler bir bütünün parçası olması açısından Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Daha geniş bir açıdan bakıldığında ilaveten Türkiye’de halkın önemli bir bölümünün Filistinlilerin sorunlarına karşı duyarlılığı bulunuyor” dedi. ARABULUCU ROLÜ ÜSTLENEBİLİR Rusya-Ukrayna savaşında arabulucu rolü üstlenen Türkiye’nin İsrail-Hamas savaşında da aynı rolü üstlenebileceğini belirtirken uyarıda bulunarak “Türkiye’nin hem İsrail hem de Filistinliler ile yakın ve iyi ilişkileri var. Türkiye tarafsız bir arabulucu rolü üstlenebilir. Ancak bu tarafsızlığın uzun dönemli bir yaklaşım olarak benimsenmesi gerekiyor” diye konuştu. İHTİMAL DIŞI DEĞİL Yaşanan savaşta Türkiye’nin yeni bir mülteci akınıyla karşı karşıya kalıp kalmayacağına da değinen Başkan, “Bu düşük bir olasılık. Ancak Türkiye’nin yakın çevresinde mülteci ve nüfus hareketleri büyük bir yükselişe geçti. Bu açıdan bakıldığında şimdi değilse de yakın gelecekte Filistin’den de Türkiye’ye bir miktar mülteci gelmesi tümüyle ihtimal dışı değil. Bütün bu yaşananların benzerleri ve masumların can kayıpları İsrail ve Filistinliler arasında kalıcı bir barış sağlanmadığı sürece bir şekilde devam edip gidecek” ifadelerini kullandı. BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: ABD'de Hamas'ın saldırılarında İsrail'in yıllardır süren ''kışkırtması'' tartışılıyor

Hak ihlali raporu: 75 sığınmacıdan 49’u şiddet mağduru! Haber

Hak ihlali raporu: 75 sığınmacıdan 49’u şiddet mağduru!

Göç alanında çalışmalar yürüten İzmir Mülteci Dayanışma Platformu ve Yaşamak Derneği ortaklığında hazırlanan ‘Haziran-Temmuz 2023 Tarihlerinde Sığınmacı ve Yabancılara Yönelik Hak İhlalleri Raporu’ kamuoyu ile paylaşıldı. Mülteci ve göçmenlere yönelik nefretin giderek arttığına dikkat çekilen rapor kapsamında kolluk veya resmi kurumlarla muhatap olmuş 75 sığınmacılara yakalama ya da gözaltı işlemleri sırasında ve Geri Gönderme Merkezlerinde yaşadıklarına ilişkin sorular yöneltildi. KATILIMCILARIN 49’U ŞİDDET GÖRMÜŞ Katılımcılardan 72’si jandarma veya polis tarafından yakalama veya gözaltı işlemine maruz kaldıklarını aktarmıştır. Katılımcılardan 4’ü polisin evlerine girdiğini, eve girerken herhangi bir arama izni veya evrak göstermeden işlem yaptığını aktarmıştır. Katılımcılardan 59’u yakalama, gözaltı, göç idaresi veya geri gönderme merkezinde bulundukları aşamaların hiç birisinde tercüme desteği sağlanmadığını aktarmıştır. Katılımcılardan 68’i yakalama, gözaltı, göç idaresi ve Geri Gönderme Merkezinde kendilerine herhangi bir açıklama/bilgilendirme yapılmadığını aktarmışlardır. Katılımcılardan 35’i kendilerine zorla boş veya anlaşılamayan bir evrak imzalatıldığını aktarmışlardır. Katılımcılardan 49’u, bağırma, itme, vurma, ters kelepçe takılması veya şiddet eylemlerinden biri veya birden fazlasına maruz kaldığını aktarmıştır. Sığınmacıların kötü muamele öykülerinde, kolluğun işkence taciz ve benzeri suç vasfı taşıyan eylemi gerçekleştirdiği görülmüştür. YAŞADIKLARINI ANLATTILAR Raporda görüşmeler esnasında mülteci ve göçmenlerin anlatımlarına da yer verildi. Farsça dil grubundan 27 yaşındaki sığınmacı kadın çocuğuyla yaşadıklarını şu şekilde aktardı: “Çok küfür ettiler ve bizi ülkelerindeki sorunlar için suçladılar. Geri Gönderme Merkezine götürmek için 400 – 500 TL para aldılar. Benzin parası. Ve ailemize, anne ve babamıza küfür ettiler. Ben kadınım biraz iyi davrandılar yine de küfür ettiler ama erkeklere çok vurdular sopayla hep vuruyorlardı ve özellikle jandarmalar benzin parası istiyorlardı. 400 TL. Kamptan çıkarmak için para aldılar, arabaya bindirdiler ve birkaç dakika sonra yol ortasında bıraktılar.” Farsça dil grubundan 19 yaşındaki erkek sığınmacı ise yaşadıklarını şu şekilde aktardı: “Ters kelepçe vardı. İzmir’den İstanbul’a götürülürken yaklaşık 200 kişiye ters kelepçe taktılar. Üç otobüstü ve İstanbul’a kadar kelepçeler takılıydı. Çok kötü davrandılar yedi gün İstanbul Geri Gönderme Merkezinde kaldık ve hep sopayla vuruyorlardı.” Fransızca dil grubundan 22 yaşında erkek sığınmacı yaşadıklarını şu sözlerle paylaştı: “Kayseri’ye giderken kelepçe takmışlar tüm yol boyunca karanlıkta kelepçeyi 2 kişiye takıyorlardı.” Somalice dil grubundan 24 yaşında erkek sığınmacı da yaşadıklarını şu şekilde aktardı: “Yüzüme sigara üflediler boğazımda sıkışma olduğunu sigara kokusu geldiğinde nefesimin kesildiğini söylemeye çalıştım. Tokatladılar.” EVRENSEL HUKUKA AYKIRI İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve 1951 Cenevre Sözleşmesi gereğince, öldürülme, işkenceye uğrama veya herhangi bir zulüm tehlikesine maruz kalan kişilerin bulundukları ülkelerden sığınma ve mültecilik talep etme hakları bulunduğuna değinilen raporda, “Zulüm tehlikesi altındaki kişilerin sığınma ve mülteciliğe ilişkin başvuruları değerlendirilmeden adeta ülkedeki tüm sorunların sorumlusuymuş gibi gösterilip kamu görevlileri marifetiyle işkence ve kötü muameleye maruz bırakılması evrensel hukuka aykırıdır. Kamu görevlilerinin sığınmacı ve yabancılara yönelik işlemlerinin Anayasaya ve uluslararası sözleşmelere aykırı olarak, işkence ve kötü muamele yasağını sistematik olarak ihlal ettikleri öğrenilmiştir. Yine Ceza Muhakemesi Kanununa aykırı şekilde elde bir hakimlik veya arama kararı olmadan yabancıların evlerine girerek arama yapıldığı öğrenilmiştir. Yakalama gözaltı ve devam işlemlerde yabancının hukuka erişim hakkı kapsamında, tercüman ve avukata erişimin engellendiği öğrenilmiştir. Tüm bu ihlallere rağmen, dil sorunu yaşayan ve önceliği hayatta kalmak olan sığınmacı ve yabancıların bu ihlallere ilişkin hukuki başvuru yollarını kullanmaktan sınır dışı edilme ihtimali sebebiyle çekindikleri görülmüştür. Tüm bu iş ve işlemler insan haklarına aykırı olup, kamu barışını tehdit eder hale gelmiştir. Hukuka aykırı bu iş ve işlemlerin kamu görevlileri tarafından sistematik olarak uygulanması ve normalleştirilmesi takibata ve ceza davalarına konu olmalıdır. Yapılan işlemler anayasa, uluslararası sözleşmeler ve kanunlara aykırıdır. Kolluğun işkence yapması veya keyfi olarak cezalandırma işlemi yapmasının önlenmesi gerekmektedir. Toplum barışının sağlanabilmesi ve sığınmacılar ve yabancılara yönelik nefret suçlarının önüne geçilmesi için her türlü yasa yolunun etkin bir şekilde kullanılması gerekmektedir” denildi. BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Milyonlarca kadın, aşırı yoksulluğun pençesinde

Mülteciler için Türkiye’de yaşam: Avantaj değil hayatta kalma mücadelesi! Haber

Mülteciler için Türkiye’de yaşam: Avantaj değil hayatta kalma mücadelesi!

Önemli göç duraklarından biri olan Türkiye’de mültecilere yönelik nefret söylemleri zaman zaman ırkçı saldırılara hatta cinayetlere dönüşüyor. Mülteciler, tüm hayatta kalma uğraşlarının yanı sıra bir de emek sömürüsüne uğruyor, kötü barınma koşullarının olduğu yerlerde yaşamaya zorlanıyor, hakları ihlal ediliyor, şiddet görüyor ve hayatlarını kaybediyorlar. Seçim dönemi artan nefret söylemlerinin insanlarda yer ettiği bir ortamda, Halkların Köprüsü Derneği Kurucu Başkanı Prof.Dr. Cem Terzi ile konuştuk. Suriyeliler açısından Türkiye’de yaşamın sanıldığı gibi bir ‘avantaj’ değil hala bir hayatta kalma mücadelesi olduğunu vurgulayan Terzi, mültecilerin iç ve dış siyasette konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılmasının yarattığı tehlikeye dikkat çekti. Son zamanlarda yaşanan Suriyelilere yönelik linç girişimlerinin toplumsal çatışmalar için acil önlem alınmasını gösteren bir alarm niteliğinde olduğunu vurgulayan Terzi, “Eğer mülteci meselesine en başta statü olarak bir çözüm bulunmaz, bu çözümler halka doğru bilgilendirme yaparak devlet tarafından anlatılmaz ise gerilimler hatta çatışmalar kaçınılmaz olacaktır” uyarısını yaptı. UCUZ İŞÇİ KONUMUNDALAR Türkiye’de ‘geçici koruma statüsü’ altında yaşayan yüz binlerce mültecinin kayıt dışı ve güvencesiz koşullarda ‘ucuz işçi’ olarak çalıştırıldığını belirten Terzi, “Türkiye yaklaşık 3,5 milyon Suriyeli ile dünyadaki en çok mülteci içeren ülke konumundadır. Suriyeliler mülteci olmalarına rağmen son 10 yıldır Türkiye’de ‘geçici koruma statüsü’ altında ‘misafir’ olarak yaşamaktadırlar, kalıcı oturma izinleri yoktur, mülteci statülerinin olmaması onları uluslararası hukuk sisteminin sunduğu hak çerçevesinden mahrum bırakmaktadır. Sınırlı çalışma izni ile resmi belgeli ve sigortalı olarak çalışan çok küçük bir kesim dışında yüz binlerce Suriyeli kayıt dışı, güvencesiz, ağır koşullarda ucuz işçi durumundadır. Çocuk işçilik oranını ciddi biçimde artmıştır, yüz binlerce Suriyeli okul çağındaki çocuk okula gitmemektedir. Suriyelilerle birlikte yaşam için vatandaşlık hakkı, vatandaşlık dışındaki kalıcı oturma izni gibi vatandaşlığa en yakın güvenli hukuki statüler sağlamak konusunda yeterli adım atmamıştır. Sosyal entegrasyon çalışma hayatı, aile birleştirmesi, eğitim, sağlık, barınma, ayrımcılıkla mücadele, kendi kimlik ve kültürünü koruyabilme, siyasete katılma hakkı gibi alanlarında ciddi çalışmalar yapılmamıştır” dedi. LİNÇ GİRİŞİMLERİ ALARM NİTELİĞİNDE Mültecilerin tüm hayatta kalma uğraşlarının yanında bir de Türkiye’de giderek artan nefret söylemi ve ayrımcılık ile mücadele ettiklerini dile getiren Terzi, “Suriyelilere yönelik yardım ve destek hizmetleri konusunda medyada çıkan haberlerin dili ve başlık seçimleri genellikle olumsuz önyargılarla doludur. Suriyeliler için yapılan yasal düzenlemelerin ayrıntılarına ve mali kaynaklarına yer vermeden, yapılan bu haberler Türkiye vatandaşlarında adaletsizlik algısını pekiştirmektedir. Siyasiler de açık bir ayrımcı diskurla tüm temel insan haklarını çiğneyerek hatta zaman zaman nefret suçu işleyerek Suriyelileri hedef gösteren, olumsuz ön yargıları pekiştiren açıklamalar ile nefret söylemini tepeden aşağı doğru yaymaktan geri durmamaktadırlar. Son zamanlarda yaşanan Suriyelilere yönelik linç girişimleri, toplumsal çatışmalar için acil önlem alınmasını gösteren bir alarm niteliğindedir. Basit çocuk kavgaları bile 10 yıllık öfke hatta kin birikimi ile mahalle kavgalarına dönüşmektedir. Eğer önlem alınmazsa daha büyük sorunlar yaşanacaktır. Son 10 senede ‘misafir’ gözüyle bakılan Suriyelilerin giderek kalıcı olduklarını hem iş hem sosyal yaşamın bir parçası haline geldiklerini toplum aslında anlamış durumdadır. Ama bunun kendi hayatları, yaşam alışkanlıkları, iş imkanları, kazançları, gelirleri gibi pek çok şeyi olumsuz etkilediğini düşünmekteler. Ekonomik kriz nedeniyle iş bulamayan işsizler, ‘Suriyeliler iş buluyor, biz bulamıyoruz, onlar düşük ücretle çalışıyor biz aynı ücretle çalışmadığımız için işsiz kalıyoruz’ demektedirler. Bunlar haksız argümanlar olarak görülmemelidir ama bu sorunların sorumlusu Suriyeliler değildir” ifadelerini kullandı. HALK SURİYELİLERİ AVANTAJLI GÖRÜYOR Suriyeliler açısından Türkiye’de yaşamın sanıldığı gibi bir ‘avantaj’ değil hala bir hayatta kalma mücadelesi olduğunu vurgulayan Terzi, “Yerli halk Suriyelileri daha avantajlı görmeye başlamıştır. Suriyelileri hedef gösteren, nefret dili kullanan, yanlış bilgi veren siyasiler, toplumda Suriyeliler hakkında olumsuz ön yargılar oluşmasına yol açmaktadır. Öte taraftan Suriyeliler açısından burada yaşam, bırakın avantajı, hala bir hayatta kalma mücadelesidir. Yarın kaldıkları evlerden atılıp atılmayacakları bile belli olmadan, emeklerini satarak hayatta kalmaya çalışmaktadır. Haklarını, hukuklarını bilmeden, bunları savunamadan yaşamaya çalışmaktadırlar. Eğer mülteci meselesine en başta statü olarak bir çözüm bulunmaz, bu çözümler halka doğru bilgilendirme yaparak devlet tarafından anlatılmaz ise gerilimler hatta çatışmalar kaçınılmaz olacaktır. Her gün bir yerde; bugün çocuk kavgasından, yarın komşu kavgasından bir olay çıkacaktır. Topluma Suriyelilerin misafir olmadığını, artık büyük bir kısmının kalıcı olduğunu anlatmakla, bu insanlara mülteci statüsü vermekle, topluma mültecilerin uluslararası hakları olduğunu anlatmakla bir yerden hakikati söylemeye başlamak lazım. İsteyen Suriyelilere ve diğer mültecilere vatandaşlık hakkı vermek, vatandaşlığa en yakın oturma iznini de içeren yeni statüler oluşturmak gibi birlikte yaşam kurmanın hukuki alt yapısını geliştirmek devletin görevidir” diye konuştu. SÖYLEMLER GERGİNLİĞİ ARTTIRMAKTA Mültecilerin iç ve dış siyasette, konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılmasının olumsuzluklara yol açtığına dikkat çeken Terzi, “Devasa bir mesele sürekli askıda tutularak, meselenin adı konmadan ve bir çözüm önerisi geliştirmeden, gerçekler tam olarak toplumla paylaşılmadan şu anda olduğu gibi devam edilmesi artık imkansızdır. Bu yaklaşım, toplumdaki ötekine karşı kuşku, kaygı, öfke hatta nefret duygularının oksijeni olmaktadır. Mültecilerin iç ve dış siyasette, konjonktürel ihtiyaçlara göre siyasi söylemin piyonları olarak kullanılması çok olumsuz bir duruma yol açmaktadır. Bu söylemler toplumun aklını karıştırmakta, gerginliği arttırmaktadır. Toplumda var olan kendisi gibi olmayana, yabancıya/ötekiye, göçmene ya da mülteciye dair önyargı, rekabet duygusu içinde şiddet barındırmakta ve bugün yaşanan ekonomik kriz nedeniyle şiddet kontrolden çıkabilmekte, en korkulana; gerçeğe dönüşmektedir. Bunun önlemenin yolu haksız rekabeti önlemektir. Yokluk, yoksunluk kitleleri kendi adaletini aramaya yönlendirebilmektedir. Devlet sosyal adalet için adım atmazsa ve mülteci meselesini arafta tutmaya devem ederse çatışma kaçınılmaz olacak” açıklamasını yaptı. BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR -Ölümden dönen mülteci anlattı: ‘Suriyeliler bize iş bırakmadı’ diyordu!

Umuda yolculukta can pazarı, onlarca ölü Haber

Umuda yolculukta can pazarı, onlarca ölü

Atlas Okyanusu’nda yer alan Afrika ülkesi Yeşil Burun Adaları açıklarında içerisinde düzensiz göçmenlerin bulunduğu tekne alabora oldu. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Sözcüsü Safa Msehli yaptığı açıklamada, tekne bulunan 63 göçmenin hayatını kaybettiğine inanıldığını belirterek, 12 ila 16 yaş aralığında 4 çocuğun da aralarında bulunduğu toplam 38 göçmenin kazadan sağ kurtulduğunu ifade etti. IOM tarafından yapılan açıklamada, söz konusu teknenin geçtiğimiz ay Senegal'den yola çıktığı ifade edildi. İSPANYOL BALIKÇILAR TEKNEYİ TESPİT ETTİ Polis tarafından yapılan açıklamada, geçtiğimiz pazartesi günü Sal Adası’ndan yaklaşık 320 kilometre uzakta bir İspanyol balıkçı teknesi tarafından tespit edilmesinin ardından Yeşil Burun Adaları yetkililerini alarma geçirdiğini açıkladı. AİLELER GÖÇMEN YARDIM GRUBU İLE TEMASA GEÇTİ İspanya merkezli göçmen yardım grubu Walking Borders, teknenin 10 Temmuz'da 100'den fazla düzensiz göçmenle Senegal'den ayrılan, pirogue adı verilen büyük bir balıkçı teknesi olduğunu söyledi. Grubun kurucusu Helena Maleno Garzn, Senegal’in başkent Dakar'ın 145 kilometre kuzeyindeki bir sahil kasabası olan Fass Boye'deki ailelerin, teknede bulunan sevdiklerinden 10 gün boyunca haber alamayınca 20 Temmuz'da Walking Borders ile temasa geçtiğini aktardı. Yeşil Burun Adaları, Avrupa Birliği'ne açılan bir kapı olan İspanya’ya bağlı Kanarya Adaları'na giden deniz göç yolu üzerinde yer alıyor. Yoksulluktan ve savaştan kaçan binlerce mülteci ve göçmen, her yıl bu tehlikeli yolculuğa çıkmak için hayatlarını riske atıyor. İHA

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.