[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#öykü

öykü haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, öykü haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Bursa’da fabrika işçilerine öykü molası Haber

Bursa’da fabrika işçilerine öykü molası

Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü, Yılın Yazarı Tomris Uyar etkinlikleri çerçevesinde usta yazarın edebiyatını, okuldan kütüphaneye, sokaktan fabrikaya kadar kentin her noktasına taşıyor. Yılın Yazarı Tomris Uyar etkinlikleri bu defa, HTS Metal Kalıp Otomotiv Yan Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye konuk oldu. Yazar ve eğitmen Hakan Akdoğan’ın katılımıyla gerçekleşen etkinlikte HTS Metal Kalıp Otomotiv Yan Sanayi çalışanları, üretime edebiyat arası vererek, Tomris Uyar’ı ve yazın dünyasını Akdoğan’dan dinledi. Söyleşiye, Tomris Uyar’ın ilk kitabı İpek ve Bakır’da yer alan, bekar bir annenin küçük kızıyla sorunlarını eski kocasına anlattığı, yalnızlık, bıkkınlık, pişmanlık ve beklentilerin dile getirildiği bir mektup öyküsü olan “Sarmaşık Gülleri”ni okuyarak başlayan Hakan Akdoğan, “Neden bu tür yazıları okuruz? Aslında bunlar, bizim hayatta yaşamadığımız şeyleri, bize yaşatabilen, çözemediğimiz sorunları kendi iç dünyamızda bize çözdürten bazı etkilere sahiptir” diye konuştu. Modern psikoloji biliminin ortaya çıkmadığı 1900’lü yıllardan önce insanların, sorunlarını kitap okuyarak ya da başkalarının hikayelerini dinleyerek kendi sorunlarına çözüm bulduğunu ifade eden Akdoğan, “Çevrenize baktığınızda çok okuyan insanların, daha sakin olduklarını, konuşmalarında daha dikkatli söylemlerde bulunduklarını, iyi akıl-fikir verdiklerini bilirsiniz. Bunun nedeni aslında okudukları kitaplardaki bütün karakterlerin fikirlerini, kendi içlerine sindirmiş olmaları ve bunlardan netice çıkarmalıdır. İyi edebiyat, iyi terapidir denir. Yani bizler, bu kitapları okuyarak kendi kendimize bazı psikolojik sorunları çözebiliriz. Bizler bunları okudukça ve izledikçe onlardan yola çıkarak ne yapacağımızı öğreniriz. İyi edebiyat bir aşıdır. Bize bir aşı yapar ve karşılaşacağımız bir sorundan önce ne yapacağımız konusunda bir fikir verir. Başka hayatları okuruz, hayatları öğreniriz ve kendi hayatımızı da bunların içinde bir yere veririz” dedi. Tomris Uyar gibi yazar kadınların Türkiye için önemine dikkat çeken Hakan Akdoğan, o dönem yazar kuşağının özellikle çalışan kadınların sorunlarına eğildiğini, Tomris Uyar’ın yaşamı boyunca hem çalışan hem çocuk bakan aynı zamanda hayata tutunmaya çalışan kadınları konu aldığını söyledi. Akdoğan, “Kadınlar, bu metinleri okuyarak kendi hayatlarındaki bazı sorunları çözdüler” şeklinde konuştu. Katılımcılara kitap okuma tavsiyesinde bulunan Hakan Akdoğan, asıl mutluluğun para kazanmak, ev, araba almak olmadığını, sanatta, okumada, iyi film izlemekte ve yeni alanlar bulmakta gizli olduğunu söyledi. Hakan Akdoğan, “Haftada bir kitap okusanız, yılda yaklaşık 50 kitap, 50 yılda 2 bin 500 kitap eder. 2 bin 500 kitap okuyan kişiyle, hiç okumayan bir kişi arasındaki fark 100 bin kitaplıktır. Çünkü 2 bin 500 kitap arasındaki etkileşimi ve kişinin onu sindirmesi tamamen farklı bir insan ortaya koyar. Ve dünyaya başka bakmaya başlarsınız” diye konuştu. Söyleşinin ardından Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürü Şafak Baba Pala, Hakan Akdoğan’a ve HTS Metal Kalıp Otomotiv Yan Sanayi ve Ticaret A.Ş. yetkililerine belge vererek teşekkür etti. Pala, Nilüfer Kütüphaneleri olarak insanların yalnızca kütüphaneye gelmelerini beklemediklerini, kitapları, kentin her alanında insanlarla buluşturduklarını vurguladı. BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR- Bursa semt pazarları

Bir başka İstanbul macerası Haber

Bir başka İstanbul macerası

SULTAN GÜMÜŞ KAYA / RÖPORTAJ Genç yazar Melis Sena Yılmaz, ilk çocuk romanı olan ‘Aşağİstanbul’ ile okurunu, gerçeküstü bir başka İstanbul’a davet ediyor; Galata semtinden ulaşılan Aşağİstanbul’un gizemli sokaklarında unutulmayacak bir yolculuğa çıkarıyor. Babasının izini süren, bilinmezi kovalayan bir çocuğun gözünden, duru bir dille akan roman, sürpriz karakterlerle ve şaşırtıcı mekânlarla renkleniyor. Çocukluğun sınırsız hayal gücüne övgü niteliğindeki fantastik macera, ‘Başka bir İstanbul olsaydı, nasıl olurdu?’ sorusunu düşündürürken, sahip çıkmamız ve yaşatmamız gereken farklılıkların değerini duyumsatıyor… Gelin şimdi genç öykü yazarı Yılmaz’ı ve ilk kitabını tanıyalım; çıkmak istediği diğer yolculukları dinleyelim. Galata Kulesi önünde koşturan, tepesinde martı uçuşan bir çocuğun görseli var kitabınızda. Hem karakterlerde, hem görselde, hem de kitabın isminde İstanbul vurgusunu çokça görüyoruz. Bu vurguyu nasıl açıklarsınız? Uzun süre Beyoğlu çevresinde çalıştım. Galata sanki kendini yavaş yavaş gösteriyordu. Ara sokaklarına girdikçe, içinde vakit geçirdikçe o atmosferin farkına varıyordunuz. Bir noktadan sonra bu karmaşanın, koşuşturmacanın arkasında farklı bir İstanbul’un olduğunu, herkesin onun ayırdına varamadığını hissettim. Durup incelemek gerekiyordu; eğer dikkat kesilirseniz başkalarının gözden kaçırdığı sürprizleri yakalayabilirdiniz. Kendini gizleyen, bazılarından sakınan bir İstanbul vardı karşımda. Bir çocuk burada neyle yüz yüze gelirdi, hangi maceralar onu beklerdi, bu soruların hepsi Aşağİstanbul’un -kendini başkalarından saklayan o şehrin- hayalinden sonra aklıma düştü. GALATA BOYNUZLU ATLAR… Kitabın bir bölümünde, Karaköy’deki Kitapçılar Sokağı’nda Mürekkep Haftası’nda insanlar mürekkebe dönüşüyor. Bu olay oldukça ilginç ve çarpıcı… Mürekkep Haftası fikrinin çıkış noktası nedir peki? Mürekkep Haftası’nın zihnimde belirdiği kesin ânı ya da sebebini hatırlamıyorum. O hafta bittiğinde Karaköy yeni kitaplar üretmiş oluyor. Şehirler insana farklı şekillerde dokunuyor; bir mekânın sizi çok etkileyip orada geçen öyküleri merak ettirmesi, yeni hikâyelere yol açması görülmedik şey değil. Aslına bakarsanız Aşağı’nın öyküsü de kafamda benzer süreçlerle canlandı. Kim bilir, belki ben de ‘Aşağİstanbul’u Mürekkep Haftası’nda yazmışımdır. ‘Aşağİstanbul’, Galata boynuzlu atlardan yerin içine giren otellere kadar çeşitli ilginçlikleri barındıran bir yer. Karakterlerinizi şekillendirirken size ilham veren neydi? Aşağİstanbul’u ve sokaklarının nasıl zenginliklerle dolu olabileceğini düşünmek, okur için ilginç olduğu kadar benim için de öyleydi. Karakterleri ve mekânları, hikâyenin sürükleyiciliğini artıracak şekilde tasarlamaya çalıştım, merak duygusunun canlı kalması önemliydi. Zeynep’in özgür, harekete geçmekten ve doğrusunu savunmaktan korkmayan bir kız çocuğu olması da hikâyenin akışı için gerekliydi. Zeynep’in babasının dediklerine rağmen gerçeğin yanında kalmayı tercih eden bir arkadaşı ve çocuklar arasındaki ayrımcılıktan rahatsız olan, bunu önlemek için huzurunu bozan bir Noel Baba’sı vardı. Yan karakterler bir yandan ana karaktere destek sistemi oluştururken diğer yandan da başka değerleri temsil ediyorlardı. BU UĞRAŞ KIYMETLİ! Bazı çocuk oyunlarında senaristlik yaptığınızı okudum… Çocuklara, öyküye olan bu merakınız nereden geliyor? Çocukluğumdan… Küçükken macera kitapları okuduğumda ‘Peki şimdi ne olacak?’ diye hızlı hızlı sayfaları çevirir, nerede olduğumu unuturdum. Bu hissi o kadar çok sevdim ki sonrasında kopamadım. Çocuk edebiyatı kalbimde hep ayrı bir yere sahip. Masallar, fantastik unsurlar, kendi başıma yaşamayacağım serüvenleri hep çocuk kitaplarında buldum. Dikkat dağıtıcı dış faktörlerin odaklanmayı gitgide zorlaştırdığı bir çağda kitaba kapılıp gidebilmek de bir nevi süper güce, tutunmak istediğim bir özelliğe dönüştü. Başka dünyalarda kaybolmak, öbür türlü haberimin olmayacağı karakterlerle tanışmak hep edebiyatla mümkün oldu; farklı yerlerin kapıları kitaplarla aralandı. ‘Gündüzleri sosyal bilimlerle, geceleri ise edebiyatla insanları anlamaya çalışıyor’ demişsiniz kendinizi tanıtırken… Edebiyatla insanları anlamak daha da karmaşık hâle geldi mi? Yoksa anlayabildiniz mi? Yazarlık girişiminizin ardından yaşama dair mottonuz ne oldu? İnsanları hiçbir zaman tam olarak anlayamayacağım gerçeğiyle barıştım, bu yolda harcanan çabanın değerli olduğuna inanıyorum. ‘İnsanlar şöyledir, şu bağlamda böyle davranırlar’ tarzındaki yargıların indirgemeciliğinden uzak; yalnızca daha iyi anlayabilmek için uğraşıyorum. İster akademide ister hayatın kendisinde, sonuçtan ziyade bu uğraş kıymetli bence. Yaşama iz katmak için dünyaya güzel bir eser bırakmak isteyen ancak cesaret edemeyen okurlarınız için neler söylemek istersiniz? Her birimiz harcadığımız çabanın boşa olmadığını içselleştirmekle başlayabiliriz. Hepimizin anlatacak bir hikâyesi var; benzer hayatlar yaşamamıza rağmen onları değerlendirme biçimimizin çeşitliliği dahi onu duyulmaya değer kılıyor. Dışarıda bir yerlerde o hikâyeyi sevecek, ana karakterle kendini özdeşleştirecek çocuklar var. Tüm samimiyetimle bunları ara sıra kendime de hatırlatmam gerektiğini itiraf ediyorum; zorlandığım anlarda yalnız olduğumu, yazdıklarımı ben istemezsem kimsenin okumayacağını bilmek eleştirilme korkusunu yenmeme yardımcı oluyor. AŞAĞİSTANBUL’UN SIRADIŞI SOKAKLARI Zeynep’in dedektif olan babası ansızın ortadan kaybolmuştur. Onun izini süren Zeynep, kaygısız babaannesiyle birlikte gizemli başka bir İstanbul’un, Aşağİstanbul’un sıradışı sokaklarında bulur kendini. Tuhaf martıları, Galata boynuzlu atları, vahşi lambaları ve satirleriyle tekin görünmeyen bu esrarengiz dünyada arkadaşlar edinmeyi başarır. Ancak, kötüler bu dünyanın sırlarını ele vermek için büyük plan yapmışken Zeynep; Orkun, Noel Baba ve Süslü’nün yardımlarıyla babasını bulabilecek, Aşağİstanbul’u ve sakinlerini kurtarabilecek midir? YAZARA DAİR… Melis Sena Yılmaz, 1997 yılında Bursa’da doğdu. İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde lisans ve yükseklisans eğitimi aldı. Çocuk oyununda senaristlik yaptı, çeşitli platformlarda öyküleri yayımlandı. Öğrencilik yıllarında çalıştığı Karaköy ve Şişhane’den etkilendi. Gerçeküstü bir dünyayı anlattığı ilk çocuk romanı Aşağİstanbul (2022) Beyoğlu’nun sokaklarında yürürken aklına düştü. Melis Sena Yılmaz İstanbul’da yaşıyor; gündüzleri sosyal bilimlerle, geceleri ise edebiyatla insanları anlamaya çalışıyor.

“Öncelikle kendim  İçin yazıyorum” Haber

“Öncelikle kendim İçin yazıyorum”

Klaros Yayınları’ndan çıkan ve “Çok iyi dost, can dost” anlamına gelen HemDem adlı öykü kitabı raflarda yerini aldı. Yazar Aydan Ay tarafından yazılan kitap 14 öyküden oluşuyor. Kitapta beş öyküde insan ve hayvanın ilişkisine, dostluklarına yer veriliyor. Yazarın daha önce yayınlandığı; Bay Daktilo'dan Mektuplar, Gidemediğin Yol Senin Değildir, Renkli Buzlar, Zühal ile Cemal kitapları bulunuyor. Korona Pandemisi döneminde de çalışmalarını aralıksız sürdüren yazarın şu an üzerine yoğunlaştığı bir roman çalışması bulunuyor. Yeni kitabın 6 ay içerisinde çıkması planlanıyor. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Anne ve babamın görevleri nedeniyle, yaşadıkları şehir olan Samsun’da doğdum. Babam Behzat Ay, öykü ve roman yazarı olup, yaklaşık 30 yıl Cumhuriyet Gazetesinde köşe yazarlığı yapmıştır. Bebeklik ve ilk çocukluk yıllarımı Samsun, Ankara ve Siirt şehirlerinde yaşadım. O yıllarda İsmet Kemal Karadayı, Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Halit Çelenk’le ve aileleriyle sık sık bir araya gelirdik. İlk öğretmenim, bana okuma-yazmayı öğreten annem olmuştur. Hem annem, hem de babam köy enstitülüdür. Siirt’te ilkokula başladım. Daha sonra babamın sürülmesi nedeniyle Siirt’ten Erzincan’a yerleştik. O yıllar Kemah Cumhuriyet savcısı ve yazar olan Şiar Yalçın ve hayat arkadaşı Remide Hanımla ailece sık sık bir araya gelirdik. Uzun yıllar Paris’te yaşamış ve Fransız kültürüyle yetişmiş olan Remide Hanımla, çok güzel arkadaşlığım başlamıştı. Remide Hanım derslerime yardımcı olup, ayrıca bana Fransızca öğretmeye başladı. Okul tatillerinde Kemah’a Remide’nin yanına gidip, birlikte güzel günler geçirdik. Remide Hanım benim Paris’e gitmemi ve eğitimimi orada devam etmemi çok istiyordu. Ani bir kararla 1989 yılında Paris’e gittim. Orada Fransızca eğitimi aldım. 2010 yılının temmuz ayında İstanbul’a kesin dönüş yaptım. Çeşitli dergilere, gazetelere yazılar yazmaya başladım. Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği’nde yaklaşık 8 yıl yönetim kurulu üyeliğinde bulundum. Derneğin yeni yönetiminde, başkan yardımcılığı görevini sürdürmekteyim. Üvercinka ve çeşitli dergilerde hemen hemen her ay öykülerim yazılarım yayınlanır. Kitap Fuarlarında, Kültür Merkezlerinde gerçekleşen 80 küsur etkinlik ve paneller yönettim. Hayatınızda en fazla iz bırakan olay nedir? Babamın ölümü… Yaşadığı evde dört gün sonra ölüsü bulunmuştu. Ben Paris’teydim… Acı haberi alınca, babamı son yolculuğuna uğurlamak için, İstanbul’a gitmeye karar vermiştim. Ne yazık ki uçaklarda yer bulamamıştım. Bu beni hala çok üzer. Yazar olma yolundaki hikayeniz nedir, bu yolda ilerlerken çevrenizdekilerin etkisi ne oldu? Yazar olacağım diye bir çabam ve düşüncem yoktu. Babamdan dolayı edebiyata düşkündüm. Çok kitap okurdum ve hâlâ da okurum. Paris’te yaşadığım yıllar günlük tutuyordum. Birkaç yıl sonra günlüklerimi okudum, bir roman okur gibi… Hoşuma gitti. Günlüklerime betimleme, tasvir, karşılıklı konuşmalar yerleştirdim. Bu günlüklerden nereden baksanız 30-40 öykü çıktı. İstanbul’a dönünce, Cemal Süreya’nın eşi-oğlu Memo’nun annesi Zühal Tekkanat öyküleşen günlüklerimi okudu. Çok beğendi. Hatta bir öykümü “Mavi Ada” dergisine göndermişti. Okul arkadaşım Cezmi Ersöz de yazmama hep destek vermiştir. Çeşitli dergiler de zamanla öykülerim yer almaya başladı. Elbette babamın hayatta olan yazın dostları da, hep yazmamı istemiştir ve destek vermişlerdir. Yazarken olmazsa, olmazlarınız var mı? Şu gün, şu saatte yazacağım diye bir kuralım yoktur. Mutlaka yazmaya öykü başlığıyla başlarım, sonra öykünün iskeletini kurarım. Öykü yazmakla çok mutlu olan bir insanım. Tüm sıkıntılarımı, dertlerimi unutarak yazmaya koyulurum. Günde 6-7 saat çalıştığım bir öyküyü yaklaşık bir ay da tamamlarım. İyi bir gözlemciyim ve doğaseverim. Yolda yürürken yere düşen bir yaprağı, yoldan geçmekte olan bir kediyi, bir çiçeği, martıyı, yağmuru, karı hep gözlemlerim. Mutlaka bir öykü çıkarırım bu gözlemlerimden… Son kitabınız “Hemdem Öyküleri” başta olmak üzere, yazdığınız kitaplarınızdan kısaca söz eder misiniz? “HemDem Öyküleri”nde 14 öyküm yer almaktadır. Hemdem, biliyorsunuz “Çok iyi dost, can dost” anlamına gelmektedir. Kitapta 5 öyküm de, bir insanla bir hayvan ilişkisine, dostluklarına, onları konuşturarak yer verdim. Doğada yaşayan hayvanlardan, biz insanlar mutlaka öğreneceğimiz ya da ders alacağımız çok şey vardır. “Cahide” adlı bir kediden, “Karınca ile Adam”dan, “Angut Kuşu”ndan, “Mavi” adlı köpekten… Öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki… Ayrıca yaşadığımız şu zor günlerde, kitapta bir öykümle koronavirüs’le de dalgamı geçtim. “Virüsle Beş Çayı” adlı öykümde, virüsle bir kadını konuşturdum. Virüs hatta kadına aşık olur: “Kahverengi gözlerinde, dolgun bir kara sıkıntı var şu an. Işık yok. O güzelim gözlerinin hakkını hangi ressam verebilir ki? Korkma sana kendimden bir tane bile bulaştırmayacağım. Sevdim seni…” ( Sayfa:156) “Gitmişti. Kaygıyla beklediğim şey ölüm değilmiş… Yitip giden cesaretimmiş. Döndü. Pencerenin önünde sıralanan menekşelere baktım. Birdenbire ev çiçeklendi. Madem ben dışarıya çıkamıyorum, bahar içeri girmişti. Evi Strauss’un melodileri dolduruvermişti. Gel de canlanma… Haydi valse!” ( Sayfa:159) İlk kitabım, “Gidemediğin Yol Senin Değildir” Tilki Kitap’tan, “Bay Daktilodan Mektuplar”, “Renkli Buzlar” adlı üç öykü kitap, Broy Yayınevi tarafından yayınlandı. “Zühal İle Cemal” adlı anı roman Broy Yayınevi-Üvercinka Dizisi, Yusuf Arslan’la birlikte yazdığım; “Çino’nun Günlükleri” adlı iki romanım bulunmaktadır. “HemDem Öyküleri” Klaros Yayınları’ndan Ocak 2021 de çıktı. 16 şair yazarla birlikte çalıştığımız “Düş Kent Seçkisi” adlı ortak kitabımız, Tunç Yayıncılıktan çıktı. Bunun yayınlanış tarihi Ocak 2021’dir. Seçkin Zengin’in hazırladığı “Mektuplar” zincirinde de 3 yazım yer almıştır. Çocukluğuma Mektuplar, Okuruma Mektuplar, Şairime Mektuplar. Yeni bir kitap hazırlığınız var mı? “Mavi” ile “Mavinin Dönüşü” adlı öykülerimden yola çıkarak, bir roman çalışmam var. Sanırım 5-6 ayımı alır… Bir köpekle bir kadının yaşadıkları… Koronavirüs pandemisi günleriniz nasıl geçiyor, neler yapıyorsunuz? Üretiyorum… Haziran 2020’den bugüne: 3 Kitap, Üvercinka’da 7 öykü, 3 Kitapta birer yazım… Demek ki üretmişim. Günde 6-7 saat çalışarak, salgın korkusunu unutup habire yazıyorum. Kitap okuyorum. Edebiyatta kendinize nasıl bir yol haritası belirlediniz? Öncelikle kendim için yazıyorum. Ben yazarak mutlu olan bir insanım. Kitap Fuarlarında, imza günlerimde tanıştığım ve hep dost kaldığım okurlarım var. Mutlaka her yeni kitabımı alıp, okurlar. Yazar tüccar değildir, edebiyatta ticarethane değildir. Baskılar tükensin, kitaplarım çok satsın diye bir beklentim yok. Ödüllere karşıyım. Bu nedenle kitaplarımı, ödüllere göndermem. Bir yazar için okur, en güzel ödüldür. Edebiyatta yol haritam budur…

Öykü için Haber

Öykü için "umut" kampanyası

İzmir Büyükşehir Belediyesi çalışanları, nadir görülen bir lösemi türü olan JMML hastası Öykü Arin için “Öykü Arin’e Umut Ol” kampanyası başlattı. Belediye önüne gelen Kızılay aracında donör olmak için sıraya giren Büyükşehir çalışanları, Öykü Arin ve onun gibi ilik bekleyen başka çocukların hayata tutunması için adeta seferberlik ilan etti.  "Evlatlarımıza sahip çıkalım"  İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Buğra Gökçe de kan vererek başlatılan kampanyaya destek oldu. İzmir Büyükşehir Belediyesinin tüm çalışanlarını bu önemli kampanyaya destek vermeye davet eden Gökçe, “Sadece belediyemizi değil, İzmirlileri hatta ülkemizin tüm duyarlı vatandaşlarını evlatlarına sahip çıkmaya davet ediyorum. Belki bizim kanımız, belki sizin kanınız bir küçük çocuğun kurtulmasına vesile olabilir. Buraya toplanmış tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, kutluyorum. Öykü Arin başta olmak üzere sağlık sorunu yaşayan tüm çocuklarımıza acil şifa, ailelerine kolaylık diliyorum. Biz onların yanında olmaya çalışacağız. İnşallah bugünkü adım küçük ama dev bir adım olur. İnşallah bu adımla birçok çocuğun hayatı kurtulur ve bir çok çocuk geleceğe umutla bakar hale gelir. Çorbada bizim de bir tuzumuz olursa biz de İzmir Büyükşehir Belediyesi ailesi olarak çok mutlu oluruz” diye konuştu. Gökçe, 28 bin belediye çalışanı olduğunu ve Kızılay aracını belediyenin farklı birimlerinde kan alacağını söyleyerek, kampanyayı geniş kesimlere duyuracaklarını söyledi. İzmir Büyükşehir Belediyesi Strateji Müdürü Özgür Akkavak da başlattıkları kampanya hakkında bilgi vererek destek olan belediye çalışanlarına teşekkür etti.  Donör olmak çok kolay  Kampanyada toplanan kan örnekleri ortak bir veri tabanında kaydedilecek ve tahlil sonuçları ilik bekleyen herhangi bir hastayla uyuşursa, donöre haber verilerek süreç başlatılacak. Bu kampanya ile birlikte Türkiye’de bu konudaki bir açığa kapatarak hastaların ilik bulmasını kolaylaştıracak. 18- 50 yaş aralığında, sürekli ilaç kullanmayı gerektiren bir hastalığı olmayanlar, Hepatit B, Hepatit C, Sifiliz, AIDS hastalıklarına yakalanmamışsanız, kan grubu fark etmeksizin Kızılay merkezlerine ve gezici araçlarına giderek donör olabilirsiniz. İHA

Bir yıl arayla iki kitap Haber

Bir yıl arayla iki kitap

ONURHAN ALPAGUT-ÖZEL RÖPORTAJ Türk Dili ve Edebiyat Öğretmenliğinde 32’nci yılını dolduran Yazar Akın Ersöz, bu yıllar içerisine iki adet kitap sığdırdı. Birer yıl arayla biri öykü diğeri roman türünde eser veren yazarın son kitabı “Gizemli Mektuplar” kısa bir süre önce raflarda yerini aldı. İlk kitabı “Aşina Karşılaşmalar” ile çıkışını yapan yazar, “Gizemli Mektuplar” ile de ciddi bir okur kitlesine ulaştı. İçeriği ile dikkat çeken kitap Mühür Yayınları’ndan çıktı. Şimdilerde Ersöz, yeni bir kitap hazırlığı içerisinde. Kendinizden söz eder misiniz? Samsunluyum. 32 yıllık Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim. Öğretmenliğe Rize'nin Çamlıhemşin İlçesi’nde başladım. Üç yıl sonra Bitlis'in Güroymak İlçesi’nde görev yaptım. Bir yıl da Ankara’da bulundum. Yaklaşık beş yıl süren gurbet yaşamından sonra yıllardır Samsun’da görev yapıyorum. Sekiz yıldır da mezun olduğum Samsun 19 Mayıs Lisesindeyim. Evliyim ve iki çocuğum var. Yazıyla olan maceranız nasıl başladı? Yazının içinde doğdum. Babam da edebiyat öğretmeni ve şairdir. Yayınlamış şiir kitabı var. Belki bende ona bir öykünme ya da benzeme isteği olabilir. Babamın dergilerde de yazılarını görüyordum. Ama bana bu bilinçli olmamış gibi geliyor. Üniversite son sınıfta yazdığım bazı yazılar Ankara'daki dergilerde yayınlanınca sonrası geldi. Tiyatroculukta “Sahne tozu yutmak” gibi bir deyim var, onun gibi işte. Dergiler bu konuda pozitif anlamda tetikliyor. Nasıl edebi akımlar dergiler etrafında şekillenmişse, yazan kişiyi motive ediyor. Yazmaya çok önce başladım ama yayımlanmasıyla profesyonellik kazanmışım gibi düşünüyorum. Öncesini de çok fazla saymıyorum. İlk eserlerinizi üretmeye ne zaman başladınız? İlk kez 1989 yılında Amasya Taşova’daki bir gazetenin eki olan Kültür-Edebiyat’ta yazılarım yer aldı. Uzun bir zaman o dergiye yazılar gönderdim. Mayıs 1990’da yazı yolculuğuma yeni bir pencere açıldı. Bir dönem İzmir’de de yaşamış yazar Metin Kökten’in öncülüğünde yayınlanmaya başlayan ve Çaltı’dan uzun bir zaman sonra Samsun’un ilk edebiyat dergisi Kuzeysu’nun hem yazarı hem yayın kurulu üyesi hem de düzeltmeni oldum. Bu arada üç-dört sayı yazar Zekeriya Çavuşoğlu’nun çıkardığı Samsun Sanat dergisinde yazılarım yayınlandı. Nisan 1991’de yazı serüvenime Barbar Mizah dergisi girdi. Karikatürist arkadaşlarım Erhan Yaşar Babalık, Murat İlhan, Mehmet Gölebatmaz ve Sönmez Yanardağ çıkaracakları dergiye davet ettiklerinde şaşırdım. Ben Cin Ali çizmekten öteye çizgi becerisi olmayan bir kişiyim. Ekonomik nedenlerden dolayı uzun soluklu olamayıp üç sayı çıkan derginin çıkış yazısını ben yazmıştım. Ayrıca mizah öyküleri de yazdım dergiye. Yazıya ara vermiyor ve az da olsa üretiyordum. Gezi yazıları, Samsun’a dair yazılar, öyküler çeşitli dergilerde yayınlandı. Samsun Eğitim Platformu, Samsun Kültür ve Sanat bunlardan bazıları. Temmuz 2015’ten sonra yazı yolcuğuma Edebiyat Nöbeti ivme kazandırdı. Celal Karaca’yı Kuzeysu’dan tanıyordum. Dergi çıkarmaya soyunması bu işi Bafra’da yapması alkışlanacak bir çabaydı. Dergiyle organik bağım olmasa da elimden geleni yapmaya çalışıyorum. İnanıyorum ki bu günlerde üç yaşını dolduran Edebiyat Nöbeti yazın dünyamızın önemli dergilerindendir. NEDEN ÖYKÜ VE ROMAN Birçok yazım türü varken neden öykü ve roman türlerini seçtiniz? Hemen her gencin yaptığı gibi lise sıralarında şiir yazma hevesim vardı. Önce babamın şiirlerini okuyunca sonra Türk edebiyatının Nazım Hikmet gibi, Orhan Veli gibi, Cahit Sıtkı gibi, Ahmet Arif gibi çok sevdiğim şairlerinin şiirleriyle tanışınca şiir türünde okur olarak kalmanın doğru olacağı yargısına vardım. Öğretmenliğimin ilk günlerinden başlayarak günlük tuttum. Rize’nin dağlarında, Bitlis’in yaylalarında, seyahatlerimde günlüklerim arkadaşım oldu. Bazen o günlüklerden, anılardan durum öyküleri oluştu. Bugün hala yolculuklarımda günlük tutarım. Kısaca yazmaya öyküyle başladım. İlk kitabım olan “Aşina Karşılaşmalar” çoğu o günlüklerden beslenen öykülerden oluşuyor. Roman türüyle tanışmam “Aşina Karşılaşmalar” kitabımdaki bir öyküyü kısa roman oluşturma çabasıyla başladı. Kısaca benim ilk göz ağrım öyküdür.  Bize ilk kitabınız Aşina Karşılaşmalar’dan söz eder misiniz? Aşina Karşılaşmalar kitabı nasıl oluştu? Geçen yıl çalıştığım okulda kültür-edebiyatla yakından ilgilenen edebiyat öğretmeni arkadaşım Şenol Akgün'le sohbet ederken ona takıldım ve “Sen şiir yazıyorsun biliyorum, ben de öykü yazıyorum. Gel ortaya çıkaralım, birbirimizin yazılarını değerlendirelim” dedim. O şiirlerini gün yüzüne çıkarmadı ama benim yazılarımı büyük bir titizlikle inceledi, değerlendirdi. Uzun konuşmalar gerçekleştirdik. Şenol, “Sen uygun görürsen kitabın adını da Aşina Karşılaşmalar düşündüm” dedi. Dosyada önce 40 civarında öykü vardı. Daha sonra bu sayı 22'ye düşürüldü. Araya yaz tatili girdi, dosyanın üzerinde yine çalıştım. Bekleme devresindeyken şair-yazar Zekeriya Çavuşoğlu “Ne bekliyorsun?” deyip yayıneviyle görüştü. Beklentim, rahat okunacak bir kitap olmasıydı. Hazırlıklar kafama yattığı gibi olunca, “Tamam” dedim. Kitabı elime aldığımda çok mutlu oldum. Bir taraftan da dahası olması için itici bir güç. Okunsun ve insanlar bir şeyler söylesin istiyorsun. Ankara'da, İstanbul'da ve İzmir'de önemli kitapevlerinden başka şehirdeki arkadaşlarım gidip kitabımı alabiliyor. Bu da beni çok mutlu ediyor. Öykülerinizde hangi tekniği kullanıyorsunuz? Nerelere dokunuyorsunuz? Benim öykü tekniğim durum öyküsü. Ben Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal gibi yaşamdan anları, kesitleri anlatmayı seviyorum. Biraz dil oyunları yapıyor, düz yazıda şiirselliğe yaklaşıyorum. Durum öyküsü tekniği, okuduğu bir cümleden haz alanların daha çok okuduğu bir türdür. Çok güzel geri dönüşler de alıyorum. Yazılarımda sevgiyi, aşkı, kavuşamamayı-kavuşmayı anlatıyorum. İçinde naif insan hikâyeleri var. Kimi zaman otobüs yolculuğu, bir kısmı Samsun'da geçen, başka bir şehirde gelişen ve yine Samsun'da biten bir öykü var. Bitlis ve Rize de var... İnsan ya başından geçenleri ya da tanık olduklarını anlatır. Örneğin Peyami Safa, 9. Hariciye Koğuşu'ndaki genç için “Benim” dememiş ya da Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur'daki Mümtaz için “Benden izler var ama ben değilim” demiş. Benimki de öyle, o ustaların söylediklerine benziyor.  Son kitabınız Gizemli Mektuplar yakın bir zamanda raflarda yerini aldı? Bu kitabın içeriğinden biraz söz eder misiniz? “Aşina Karşılaşmalar” adlı öykü kitabım ağırlıklı olarak durum öykülerinden oluşsa da birkaç öyküm merak öğesinin egemen olduğu olay öyküsüydü. İlk kitabımın oluşmasındaki katkılarından söz ettiğim Şenol Akgün arkadaşım kitapta yer alan “Mektupların Gizemi” adlı öykümün roman olarak geliştirilebileceğini birkaç kez söyleyince 2017 yaz aylarında çalışarak bir kısa roman yani novella oluştu. 2018’in ilk aylarında yayınlanan “Gizemli Mektuplar” romanı ilk kez Ankara Kitap Fuarında okurla buluştu. Ben çiçeği burnunda kitabımla Tüyap Karadeniz Kitap Fuarında tanıştım. Samsun dışında Bursa, İzmir gibi büyük kentlerde de okurla buluşan “Gizemli Mektuplar” büyük ilgi topladı. Kitap fuarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? İzmir Tüyap'a katıldınız mı? Katıldıysanız izlenimleriniz nasıldı? İzmir'de nasıl bir okur kitlesi gördünüz? Fuarlar, okurlarla buluşma, yazarlarla tanışma açısından çok önemli. Yaşadığım kentte, Samsun’da dört yıldır Tüyap Kitap Fuarı düzenleniyor. Yalnızca Samsunlu değil Karadeniz’in birçok kentinden okurlar Samsun’a geliyor. Fuarlar adeta bir şölen havasında geçiyor. Bu yargım İzmir için kat be kat geçerlidir. İzmir Kitap Fuarı’na katılmadım ama önümüzdeki yıl İzmir’de olmak istiyorum. Bir yazar olarak varmak istediğiniz, hedeflediğiniz bir uç nokta var mı? Kendinizi şu aşamada nasıl görüyorsunuz? Bir yazar için en büyük mutluluk okunmaktır. Hele hele okuyucu bu eylemini kurdeşen dökmeden mutlu ve rahat bir biçimde yapıyorsa bundan iyisi yoktur. Hepimizin okumaya zevkle başladığımız ancak bitirmekte zorlandığımız kitaplar olmuştur. Ben rahat okunan ve okur deyimiyle “edebiyat parçalamayan” ama tekdüzeliğe de düşmeyen bir yazar olarak tanımlanmak isterim. Yeni bir kitap hazırlığınız var mı? Çocukluğumdan beri seyahat etmeyi, bir yerleri görmeyi severim. Gazetelerde ve dergilerde yayınlanmış gezi yazılarım da var. Bir ara seyahatlerimi kitaplaştırmak istedim ama o kadar güzel kitaplar çıktı ki vazgeçtim. İçinde seyahatlerin olduğu, merak öğesinin öne çıktığı bir roman hazırlığım var. Bakalım 2019 yılı içinde okurlarla buluşabilir mi? Türk insanı olarak sizce yeterince okuyor muyuz? Samsun’da yayınlanan bir dergiyle yaptığım röportajda “Samsun'un edebiyatla olan ilişkisini nasıl görüyorsunuz?” diye bir soru sorulmuştu. Sizin sorunuz genel anlamda o soruya benziyor. Türkiye'de edebiyat neyse Samsun'da da o. Okumuyoruz, okumama bir hastalık. Samsun'da AVM'leri çıkarıp düşündüğümüzde, nitelikli bir kitapçı dahi yok. Türkiye’nin en popüler kitap mağaza zincirinin birkaç ay önce satıldığını da düşünürsek artık kitap evleri de kalmadı. Aslına bakarsanız tüm sanat alanlarının sergileneceği bir mecra da yok gibi. Edebiyattan geçinen çok küçük bir çevre var. Şiir kitapları çoğu zaman basılamıyor. Öykü ve roman türleri biraz daha şanslı bu konuda. Benim soracaklarım bu kadar. Bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Bu söylediklerinize ek olarak belirtmek istedikleriniz var mıdır? İLKSES Gazetesi okurlarına seslenme olanağı bulduğum için ben teşekkür ederim. Tüyap İzmir Fuarı’nda görüşebilmek dileğiyle hoşça kalın.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.