Siyasetin dili ve toplum: “Hedef ülkenin iyiliği ise…”
SULTAN GÜMÜŞ KAYA /RÖPORTAJ
14 Mayıs’ta bir seçim olacağı konuşulurken, siyasi parti liderleri vaatlerini sunmaya, sahada çalışmalar yapmaya başladı. Politikada sürekli değişen ve gelişen olaylar birçok sorunun üstesinden gelmeye çalışan bireyleri de elbette etkiliyor. Siyaseti toplumun her alanında hissettiğimiz gerçeği bir yana; ekonomik kriz, alım gücünün her geçen gün azalması, salgınla mücadele, doğal afetlerin hızla artış göstermesi toplumsal ruh sağlığını da tehdit ediyor.
Politikacıların tercih ettiği söylemlerin / dilin topluma olan yansımasını değerlendirdiğimiz Uzman Klinik Psikolog ve Avrupa Birliği Uzmanı Metin Olataş, “Her türlü kurumun siyaset üstü bir tavır sergilemesi ve bütün vatandaşların iyi olma hallerinin desteklenmesi çok önemlidir… Yakınlaştırıcı ya da uzaklaştırıcı olmak; yapıcı, inşa edici ya da yıkıcı olmak. Bundan hangisini yapmak “istiyorum”a bakmaları gerekir. Hedef eğer genelin yani ülkenin iyiliği ise dilin seçimi ona göre olmalıdır” dedi.
Mayıs ayında bir seçim olacağı söyleniyor. Siyasi parti liderlerinin vaatleri ise her geçen gün konuşulmaya devam ederken zaten birçok sorunun üstesinden gelmeye çalışan bireyler bu süreçte ruh sağlığını koruyabilmek adına nasıl bir yol izlemeli?
Öncelikle baştan şunu belirtmek isterim ki siyaset ve siyasi yorum yapma konusunu siyasilere ve vatandaşlara bırakmayı tercih ederek sadece psikolog olarak bilimsel bir akış açısıyla konuyu ele almaya çalışacağım. Diğer kısımla zaten gündelik hayatta hemen herkes bir şekilde ilgilenmekte… Bu yeni dönem insanların bir kısmında umut yaratırken bir kısmında ise nötr olma durumunu devam ettirmektedir. İkisini de ayrı ayrı ele alacak olursak eğer; umut ve umutlu olmak hala ruhen ve bedenen “canlı” olduğumuzun en güzel göstergesidir. Umut ve umutlu olma sayesinde her yeni güne, yeniden ve yenilenerek başlamak mümkün olmaktadır. Bu sayede hem bedensel hem de ruhsal enerjimiz yüksek olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus bu “yüksek” enerjiyi nasıl kullanacağımız veya onu nereye nasıl sevk edeceğimizdir. Eğer hem kendimiz hem de çevremiz için iyiye ve güzele yönelik kullanabilirsek bu hem bireysel anlamda ruhsal ve bedensel olarak, hem de toplumsal olarak fayda sağlayacaktır. Ancak tam tersini yapacak olursak da hem bireysel anlamda ruhsal ve bedensel olarak, hem de toplumsal olarak çöküşe zemin hazırlar. Bu hususa çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Yıkan tarafta mı olacağız yoksa yapan, inşa eden tarafta mı olacağız?
Detaylandırabilir miyiz?
Nötr olma durumuna bakacak olursak eğer bu kendi içinde monotonluğu, adam sendeciliği, vurdumduymazlığı ve benzeri duygu ve düşünce durumlarını içinde barındırabilir. Bu sebeple insan hareketsizleşip ve hissizleşip yavaş yavaş depresyon haline doğru sürüklenir. Bu sürüklenme de beraberinde umutsuzluğu getireceği gibi umutsuzluk depresyonu, depresyon da umutsuzluğu – aynı bir kısır döngü halinde – derinleştirir. Bu duruma düşmemek ya da düştüysek de daha fazla geç olmadan çıkabilmek için öncelikli olarak içe dönmeyi denemeli, kendi içimizdeki umutlu olma potansiyelini kaldırdığımız dolaptan, sakladığımız sandıktan çıkartmalıyız. Bunu yapmak için herkesin aslında en az bir motivasyon kaynağı vardır. Bu motivasyon kaynağı herkes için çeşitli olsa da; genel olarak ailemize, sevdiklerimize bakmak bunu bulmamızda yardımcı olacaktır. Bütün bu hususlara dikkat edecek olursak hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda her türlü karmaşık ve zor durumla baş edebilecek kaynağa erişmemiz ve birlikte düşünsel, bedensel ve ruhsal anlamda ilerlememiz mümkün olacaktır.
Yetkililerin böyle bir ortamda vatandaşların kişisel gelişimi için hangi faaliyetleri öne sürmesi gerekiyor?
Her türlü kurumun siyaset üstü bir tavır sergilemesi ve bütün vatandaşların iyi olma hallerinin (well-being) desteklenmesi çok önemlidir. Kamusal alanda yani gündelik hayatta bunu ne kadar sağlarsak toplumsal refaha erişimimiz daha olası olacaktır. Bunun için yapılan haberlere, tartışma programlarına, gündelik her türlü basılı-görsel vb. yayına dikkat etmek gerekir. Öznellikten olabildiğince uzak, nesnelliğe olabildiğince yakın bir şekilde bireylere bu organlarca ulaşmak ne kadar mümkün olursa bireylerin bir şeyleri daha doğru ve net bir şekilde öğrenmelerine katkı sağlamış olurlar. Bu sayede de bireylerin hem düşünsel hem de ruhsal gelişimi için gerekli olan besleyici kaynakları da vermiş olurlar. Bu yapılması aslında basit ama sadece yapmayı tercih edip etmeme ile alakalı bir durum. Bir şeyleri yıkmak kolaydır; ancak yapmak ya da yeniden inşa etmek de sandığımız kadar zor değildir. Mevzu sadece yapmayı ya da yapmamayı tercih etme meselesidir.
Halktaki karşılığını düşünecek olursak, politikacıların söylemleri, seçim sürecinde kullanılan dil nasıl olmalı?
Demin yukarıda kurumlar ve yetkililer, iletişim araçlarının kullanımı vb. ile ilgili söylediklerim aslında bu sorunuz için de geçerli. Yakınlaştırıcı ya da uzaklaştırıcı olmak; yapıcı, inşa edici ya da yıkıcı olmak. Bundan hangisini yapmak “istiyorum”a bakmaları gerekir. Hedef eğer genelin yani ülkenin iyiliği ise dilin seçimi ona göre olmalıdır ama başka bir şeyse o zaman tam tersini yapmalılar.
Küçük yaştaki çocukların mahalle arası sohbetlerinde dahi siyaseti duyabiliyoruz. Yaşamımızın neredeyse her alanında yer edinmesinin bireylere olumsuz bir yansıması söz konusu mu? Veyahut bunun yaşanmaması için (bilim, felsefe, kişisel gelişim) farklı alanlara yönelmek doğru olur mu?
Tabi ki olumsuz yönleri var. Konuştuğumuz ve düşündüğümüz başka bir şey kalmadı gibi bir şey. İşin en acı tarafı ise konuşuyoruz, konuşuyoruz ama eyleme geçme durumunda aynı girişimi göster(e)miyoruz. Kısa vadede içimizdeki dolan enerjinin boşaltımına yardımcı oluyor gibi olsa da bu durum uzadıkça bizi olumsuz bir kısır döngüye itiyor. Ve sonuçta kısır düşünceleri, söylemleri olan ve hiçbir şeye etkisi olmadığına dair olumsuz bir bakış açısına sahip, umudunu yitirmiş, depresif bireyler ve bu bireylerden oluşan bir toplum ortaya çıkıyor. Bundan kurtulmanın en temel yolu ise sizin de sorunuzda örneklendirdiğiniz bilimle, felsefe ve kişisel gelişim ile ilgilenmek. Bütün bu örnekler içinde okumayı, okuduğunu anlamayı, anladığını içselleştirmeyi, içselleştirdiğini uygulamayı, uyguladığını tartışmayı, tartıştığından ders çıkarmayı, ders çıkardığına yönelik yeniden okumayı ve aynı döngüyü sürekli olarak sürdürmeyi barındırmaktadır. Bireyler bunu ne kadar yapabilirse birbirlerini de aynı şekilde etkilerler, ilk olarak küçük gruplar olarak bunu yapmaya devam ederler ve nihayetinde de neredeyse bütün bir toplum olmasa bile oldukça geniş bir kitle halinde yeni bir kültürün – yapıcı olma, inşa eden olma – temelini atabilirler.
Konuya dair son olarak neler söylemek istersiniz?
Her birimiz her şeyden önce birey olarak var olmak durumunda olduğumuzu, birey olarak kendimize yapacağımız yatırımlar sayesinde bir şeyleri yapmaya, inşa etmeye yönelik gücümüz ve enerjimiz olacağını hayatımızın her alanında hatırımızda tutmayı ihmal etmeyelim. Bu beceri ve yetkinliği kazanan toplumlar günümüzde gelişmiş toplumlar olarak anılmaktadır. Ve inanın normal şartlarda birinin diğerine yönelik üstünlüğü yok. Toplumlar arasındaki gelişmişlik düzey farkının esas sebebi kimisi sorumluluk almayı, düşünmeyi, gelişmeyi ve bir şeyler yapmayı tercih ederken; kimisi ise bunun tam tersi olan tembelliği ve kolaylığı tercih eder. Toplumdaki bireylerin çoğunluğunun hangi tarafta olduğu o toplumun düşünce, yaşayış ve algılayış yapısını ortaya koyar. Hangi tarafta olmak istediğimize önce karar vermeliyiz, daha sonra da o isteğimize yönelik ilk olarak “ben yapayım ki başkalarına da örnek olayım etki edeyim” şeklinde edilgen değil etken bir şekilde harekete geçmeliyiz. Bunu yapabildiğimiz takdirde pek çok sorun olmaktan kendiliğinden çıkacak ve bizler de daha az sorunla yaşayan, kendisi ile barışık bireyler ve toplum haline gelebileceğiz.