Acar’dan muhalefete ‘Çiller’ göndermesi
Ekonomist Prof. Dr. İbrahim Attila Acar, İLKSES TV ekranlarında yayınlanan Erdal Erek ile Siyaset Kulisi programına katıldı. Türkiye ikinci tura doğru giderken ekonomiyi değerlendiren Acar, muhalefeti eleştirdi: “Seçmeni kısa yoldan mutlu etmeye çalışan politikaların kısa vadede yeni sorunların da kaynağı olacağını” ifade etti. 1990’ların başında Tansu Çiller, ‘herkese iki anahtar; ev ve araba’ vaat ederek geldi. Mevcut iktidarı “Refah getirmemekle, geliri paylaştırmamakla eleştirdi.” dedi.
Öte yandan mevcut iktidarın bütçe stratejisini de doğru bulmayan Prof. Dr. Acar, “İktidar şu an bütçe açığını tam ifade etmeyerek, gizleyerek bütçeyi uyguluyor. Yıl içinde ek bütçe alarak, tamamlayıcı bütçe ile uygulamaya koyuluyor. Bu yüzden bütçe açığı beklenen değerlerin üstünde çıkabiliyor. “
Seçim döneminin, ülke ekonomileri için kriz dönemi olduğunu vurgulayan Acar, şunları ekledi: “Herkes iktidar olmak ister. İktidarın temel hareket noktası “vermek üzerine” kurulmuştur. İktidar olmak isteyen, işçiye, memura, çiftçiye ve diğer vatandaşlara vereceklerini ortaya koyar. Bunlar belli bir zamanda olmayıp, zamana yayılıyor. O yüzden kısa vadede sonuç vermeyebiliyor. Bazen de EYT konusunda olduğu gibi yığılıp gelip seçim zamanı, ‘seçim ekonomisi’ gibi ortaya çıkıveriyor. Ancak belirli bir noktada siyaset üzerinde bir baskı aracı haline de dönüşebiliyor. Bu defa seçimler, ‘demokrasi için bir araç mı, yoksa çıkar gruplarının menfaatlerini gerçekleştiren bir yol mu’ tartışılmaya başlıyor. İşte burada sıkıntı çıkıyor…
İnsanlar örgütlendiği zaman, hak ve menfaatlerini daha kolay koruyorsa herkes bir sivil toplum kuruluşu çatısı altında hak arayışını başlatıyor. Hükümetler de özellikle seçim zamanlarında, bu baskıya dayanamıyor. Aynı zamanda, makam mevkilerin dağıtımında da bu örgütlü yapılar etkin oluyor. Herkesi memnun edemeseler de istediğini alanların olduğu bir gerçek. Siyaset bu makam mevki ve kaynak dağıtımının bir aracı haline geliyor. Sonuçta herkes istediğini alıyor: siyasetçi iktidarı alıyor, vatandaş menfaatine kavuşuyor. Bunun iktidar, muhalefet partisi olmasına gerek yok. “Verme” üzerine kurgulanan bir seçim politikası, ‘kim daha çok verirse ona oy vereceğiz’ de olabiliyor; güven vermeyen siyasetçiyi dışlama haline de dönüşebiliyor.
Bu konuda seçmenin rasyonel olması, politikaların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine de gelip dayanıyor. Seçmen siyasetçiyi sorguluyor: “O, bunu yapabilir mi?” deyip, ona göre karar veriyor. O dönem, 1993’te Tansu Çiller’in iki anahtar vaadi tutmuştu.
Bir de nereden nasıl dağıtılacak, kimlere verilecek konusu da önemlidir. Ancak ek bir şeyler vaat ediliyorsa ek kaynaklar da olmalıdır. Ancak mevcut pasta aynı kalacaksa dağıtılan paylar değişir. Pastanın büyütülemediğini söyleyen Acar, “Bunun büyümesi için üretimin, milli gelirin, çalışan sayısının artması lazım. Yeni bir üretim modeli, yeni bir teknolojiye ulaşmamız lazım ama şimdilik bu mümkün görünmüyor diyen Acar, muhalefetin de Türkiye ekonomisi hakkında yeterli ve gerekli bilgiye sahip olmadığını, Sadece IMF, Dünya Bankası, OECD verileri ile politika üretilemeyeceğini belirttir. Bunun için milletvekillerinin ilgili bakanlık ve kurumlardan bilgi almasının önemini vurguladı.
Türkiye’nin şu an 450 milyar dolar dış borcu var. Bu borca yıllık 45 milyar dolar faiz ödüyoruz. 45 milyar da bizim cari açığımız var. Toplamda 90 milyar sadece böyle bir yük altındayız. Bunları nasıl yönetecekler? Muhalefetin bu konuda da çok fazla fikri olmayınca bu defa seçmeni kısa yoldan mutlu etmeye çalışan, popülist politikalar egemen oluyor.
“Türkiye seçim sürecine giderken, seçmeni hem ikna edeceksiniz hem kendinizi anlatacaksınız hem de vaatlerinizi gerçekleştireceğinize dair akıllarında soru bırakmayacaksınız” diyen Acar, “Mesela bir 300 milyar dolar kaynak konusu var. Ama bunu ham haliyle, geliştirmeden seçmene sundular. İlk intiba iktidar olalım ertesi gün 300 milyar dolar kasada imajı verildi. Sonra bir sene, sonra beş sene; en sonunda bu proje kredisi on seneden önce olmaz denildi. Bu anlaşma yapılmış olabilir. Kaynak da gerçekçi olabilir. Ancak bu güçlü argümanı bile halka aktaramadılar. Muhalefet ya da iktidarın eksikliği diğerine yarar. Muhalefet ne kadar güçlü ve argümanları güçlü olursa, iktidar o kadar güçlü olur. Vaadin ayrıntısı yok, programı yok, dolayısıyla eksik bilgi seçmende ters teper.
İYİ BİR GELİR Mİ, MUTLULUK MU?
Prof. Dr. Acar, şöyle devam etti: “Para rasyoneldir, uyumaz, sürekli dinç durur ve vatandaş kendi geleceğini ona göre belirliyor. Türkiye ekonomi olarak 20. Sırada ama mutluluk olarak 120. Sırada olsun bu anlaşılır değil. Gelir dağılımından yozlaşmaya pek çok neden sayılabilir. Gelir dağılımı hesaplanırken nüfus beşe, gelir de beşe pay edilir. Herkesin eşit pay alması beklenir. 16-17 milyon kadar her beşte birlik kısım geliri paylaşacak. Ancak öyle olmuyor. En düşük gelir grubu gelirin yüzde 5’ini alıyor. En yüksek gelir grubu da gelirin yüzde 55’ini… Bu hiç de adil değil. Mutsuzluk ve memnuniyetsizliğin kökeni biraz da burada. Arada 10 kat fark var. Bu fark bu kadar açıldığı zaman düşük gelir grubunda memnuniyetsizlik başlıyor.
TARIM DA SAHİPSİZ
Cumhuriyetin kurulduğu dönemde nüfusun yüzde 80’i köydeymiş, bugün yüzde 8’i köyde. İnsanların yüzde 92’si şehirlere gelmiş. Şu an Ege Bölgesi’nde ekilebilir arazilerin yüzde 40’ı ekilebiliyor. Üretim yetmiyor haliyle. Sonra “samanı bile ithal” eder hale geliyoruz. Bir de tarımsal alanlar yok ediliyor. Artık tarım yapılabilecek yerlerde binalar var, tarım yok o alanlarda. Aydın ovası, Muğla ovası, Nazilli ve birçok yerde tarım alanlarına binalar dikmişiz. ‘Tarımın sürdürülebilir olması lazım’ stratejisini doğru yapmamız lazım. ‘İnsanların geliri mi, mutluluğu mu fazla olmalı?’ sorusunu araştırınca Gana’yı bizden daha üst seviyede mutlu gördük. Gana’da insanların gıdaya ulaşımı garanti edilmiş. Tarım stratejik sektör olmuş. Sorun yok, açlık yok, devlet tarım politikasına yön veriyor. ‘Üretim ne kadar olacak, nasıl üretilecek, kim ne üretecek, kimlere satılacak, gelir nasıl dağıtılacak?’ planı belli. Mutluluğu bu yüzden fazla.
EKONOMİ İLETİŞİMİ YETERLİ DEĞİL
”Ekonominin de iletişime ihtiyaç duyduğunu” belirten Acar, “İnsanlara ekonomiyi anlatacaksınız. ‘Döviz kuru şu olacak, cebindeki para değer kaybetmeyecek, satın alma gücünü kaybetmeyeceksin’ denildiğinde halkı ikna edeceksiniz. Bunu anladıkları zaman, ülkenin kuru kaç olmuş onu önemsemez. Şu an ‘İktidar değişsin, ekonomi de batsın, ülke de toz olsun, yeter ki iktidar gitsin, ya da ne olursa olsun biz iktidarda kalalım modunda bazıları… İki durumda da doğru iktidar ve muhalefetin kendini eksik ifade ettiği kanaatindeyim. Doğru muhalefet iktidarlara yol gösterir. Doğru muhalefet halkı da doğru yönlendirir. Bütçe açığı mı var, anlatacaksınız… Enflasyon işsizlik yüksek mi, izah edeceksiniz. Yolunda gitmeyeni de gideni de halkın bilmesi hakkıdır.
Bunun bedeli vergi ise kimlere ne ölçüde yük geldiği anlatılmalı; harcamalardan kesinti yapıldıysa ne ölçüde kesinti yapıldığı açıklanabilmeli. Bir “acı reçete” ise önerilen, etkisi, süresi konusunda toplum bilgi sahibi olmalı. Sonrasında vatandaş bunu oylarıyla onaylar ya da reddeder. Birini gönderir bir diğerini getirir.
MUHALEFET ELEŞTİRMESİN DİYE…
“Muhalefet eleştirmesin” diye bütçe açığı gizlenirse bu demokrasi açığını doğurur. Demokrasi açığı tiranlaşmanın önünü açar. Muhalefet de bunun farkına varmazsa, yeterince seslendiremez. Demokratik olarak eksik bilgi ile oylamaya girmek kararların sağlıklı verilmesine de engel olur. Yanlış bilgiyle oluşan parlamento ve yönetim, vergilendirme ve harcama dağılımında da sağlıklı kararlar alıp veremeyecektir.
Paralel devlet böyle böyle ortaya çıkar. Bunu engellemek için demokrasinin bütün kurallarıyla işleyen bir model olarak yürürlükte olmalıdır. Son noktada seçim ile gerçekleşen demokratik sürecin işlerliği de buna bağlıdır.
EKONOMİNİN NABZI, BİR TANSİYON GİBİDİR
Nasıl ki belirli şikayetlerle doktora gidildiğinde bize önerilenler arasında hayat tarzının değiştirilmesi vardır: Hareket, beslenme alışkanlıkları, aşırı kilo, uyku düzeni bozukluğu ve stres gibi pek çok farklı alanlardan tedaviye destek önerileri gelir… Sadece bir ilaç tedavisi yeterli görülmez!.. O tansiyon da yılların bir birikimidir sonuçta… Öncelikle o yüklerden kurtulmak gereklidir.” diyen Prof. Dr. Acar, son olarak şunları kaydetti:
Ekonominin bugünkü sonucu enflasyondur, döviz kurudur, işsizliktir, gelir dağılımı bozukluğudur, cari açıktır… Ama bunların her biri bir sonuçtur. Buraya nasıl gelindiyse, neler ihmal edildiyse öncelikle onları düzeltmek gereklidir uyarısında bulundu.”
Devletin ekonomiyi nasıl yönettiğinin önemli göstergesi bütçe verileridir. Eskiden bütçe açıklandığında gazetelerde uzun uzun kritikler yer alır, kurumların bütçe payları değerlendirilirdi. Şimdilerde ise bu kritikleri göremiyoruz. Basın yayın organları ve web siteleri Cumhurbaşkanı yardımcısının dağıttığı bu bütçe bilgi metnini olduğu gibi sayfalarına taşıyarak, yorumsuz, kritiksiz habercilik yapmaktadır. Dolayısıyla bütçe içeriğini de çok algılayabilen bir ekonomi gazeteciliğinin ve gazetecilerinin de bulunmaması bu açık uygulamayı kadük bırakmaktadır. Sonuçta bütçenin açıklık ilkesi, anlaşılırlık ilkesi bakımından eksik kalmakta; yazılan çizilenler anlaşılmamaktadır.
Demokrasi verilerdeki detaylara girildikçe gelişecek. Açıklık oluştukça, bilgi sahibi oldukça gelişecek. Uygulamaların ekonomik sonuçlarını, yolsuzluk varsa bu bağlantıları ortaya koyabildiğimizde demokrasi yerleşiyor.
Türkiye’de 2001’den beridir banka yapıları şu an çok güçlü. Dünyanın pek çok bölgesinde bankalar batarken, finans sistemi kırılganlığını sürdürürken Türkiye’de bankaların bu gücü ekonomik yapıyı desteklemektedir. Batarsa kötü… Batması kişinin mevduatının batması, kredi alabileceği mekanizmaların kapanması demektir. Hem para batıyor hem de kredi bulamıyoruz. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ile TC Merkez Bankası bu kontrollü yapıyı iyi kurmuş durumda.
Sonuçta, Türkiye’de insanlar tüketimin sınırına gelemediler, 25 milyon olan hane var. 30 milyon araba var. Her evde zorunlu beyaz eşyalar vardır. Vaatlerin karşılık bulması seçim sonrasında görülecek bir durumdur. Ekonomide seçimin bu dönemde olması itibariyle tam zamanına gelmiştir, diyebiliriz.
Yeni gelecek hükümet bir ekonomi programıyla gelecek şüphesiz. Ancak 9 ay sonra yerel yönetimler seçimlerinin olması, programın yeterince sıkı bir politika olmasına da engel olacaktır. Yine de ekonomi sürecini doğru bir şekilde yönetecek, daha güzel günlere ulaşacağımıza inanıyorum. Bununla birlikte Pazartesi günü her şey bir yana, şunu düşünmeyelim: ‘Döviz kaç olur, faiz kaç olur?’… Bunlar gelip geçer. Önemli olan ekonomide geleceğe yönelik beklentilerin olumlu olması ve halkın bu olumlu beklentiye inanması ve satın almasıdır.”