[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#stres

stres haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, stres haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Melda Yakupoğlu: Hakemler psikolojik destek almalı Haber

Melda Yakupoğlu: Hakemler psikolojik destek almalı

Spor müsabakalarında görev alan hakemler; taraftar baskısı, adrenalin, stres ile mücadele ederken doğru kararı verebilmek için sakin, soğukkanlı kalmaya çalışıyor. Ülkemizdeki spor organizasyonlarında yoğun baskı ve eleştirilere maruz kalan hakemlerin psikolojik destek alması kaçınılmaz oluyor. Uzman psikolog Melda Yakupoğlu’ndan hakemlerin kaygı ve stres yönetiminde neler yapması gerektiğine dair görüş aldık. HAKEMLER PSİKOLOJİK DESTEK ALMALI Hakemlerin baskı ve stres altında kaldıkları için psikolojik destek almaları gerektiğini belirten Psikolog Melda Yakupoğlu, "Spor müsabakalarından sonra genellikle hakemlerin şikeye karıştğı, yanlış karar verdiği, başka bir takımı desteklediğine dair söylentiler ortaya çıkabilir. Mesleğini yapmak isteyen hakemlerin; ismini ve kariyerini karalayabilecek şeylerden uzak durarak olgun ve süreçleri denge de tutabilecek bir kişiliğe sahip olması gerekir. İzlediğiniz müsabakalarda sporculara odaklanırken birçok karşılaşmayı yönetmek zorunda olan hakemleri ve aslında ne kadar önemli bir görev üstlendiklerini gözden kaçırabiliyorsunuz. Taraftarlar bazen hakem kararlarını sorguluyor, onları suçlayabiliyor, onlara kötü söz ve hakarette bulunabiliyorlar, takımlarının kaybedip kazanmasında onları sorumlu tutabiliyor. Hatta bazı maçlarda şiddete uğramış hakemler bile var. Hakemlerin dönem dönem zorluk yaşadıklarında psikolojik destek almalarının doğru olacağını düşünüyorum" diye konuştu. HAKEMLERİN ADALETLİ OLMASI ÖNEMLİDİR  Müsabaka içerisinde hakemlerin baskıya karşı kendi psikolojik durumlarını koruması gerektiğini söyleyen Yakupoğlu, "Baskı altında hakemlerin psikolojisi nasıl, neler hissediyorlar ve ne tür özelliklere sahip olmalılar? Öncelikle haklarında birçok iddia olan hakemlerin maçlarda nötr ve adaletli olması önemlidir. Genellikle hakemin şike yaptığı, yanlış karar verdiği, başka bir takımı desteklediğine dair söylentiler ortaya atılır. Hakemlerin bu tarz ismini, kariyerini karalayabilecek şeylerden uzak durarak olgun ve süreçleri denge de tutabilecek bir kişiliğe sahip olması gerekir. Kendi kişisel düşünceleri, tutuğu takım ile doğrular arasında nötr ve sağlıklı kararlar vermelidir. Hiçbir takımı kayırmamalı, bu söylentilerin bile çıkmasına izin vermemelidir. Ancak hakemler bunlara ne kadar dikkat ederlerse etsinler bazen bu tarz söylentiler çıkar. Bu durumlarda da bu baskılar içerisinde kendi psikolojik durumlarını korumaları gerekir" şeklinde konuştu. KRİZ YÖNETİMİ Oyun içerisinde hakemlerin sakin ve soğukkanlı olarak kriz yönetiminde iyi bir iletişim kurması gerektiğini belirten Yakupoğlu,"Hakemlerin, kriz anlarında süreci yönetebilmesi, sporcularla iletişimin güçlü olması, karşısındaki insanlara sinirli ve agresifse eğer ona göre yaklaşım göstermesi, kendi sakinliğini ve soğukkanlılığını koruması, basın ile olan ilişkilerinin iyi olması mesleki açısından olmazsa olmaz özelliklerdendir. Oyun içerisinde olanları, hamleleri doğru değerlendirmesi, kaçırmaması, dikkatli olması, olayların başını ve sonucunu iyi değerlendirmesi, verdiği kararların arkasında durması, tüm baskıya rağmen doğru olan kararı alması şarttır" ifadelerini kullandı. HAKEMLER ÇEVRESEL FAKTÖRLERDEN ETKİLENMEMELİ Hakemlerin hem fiziksel hem de psikolojik olarak hazırlanması gerektiğini ifade eden Melda Yakupoğlu, "Hakemler çevresel faktörlerden etkilenmemelidir. Bazen yazılı ve görsel medyadaki yorumlar onları etkileyebilir ve ilerleyen maçlarda doğru karar alma yetisinde sıkıntı yaşayabilirler. Hakemlerin medya yorumlarına göre tutum ve davranışlarının değişmemesi gerekir. Her zaman kontrol odağının kendisinde olması gerektiğini, dış uyaranlardan etkilenmemesi gerektiğinin farkında olması lazım. Hakemler aynı zamanda psikolojilerinin yanısıra fiziksel olarakta bir sporcu gibi kondisyonlu olmalı ve maçı takip edebilecek fiziksel güce sahip olmalıdır. Hem fiziki hem de psikolojik açıdan iyi olmaları ve maçlara böyle hazırlanmaları onların kariyerlerini olumlu anlamda etkileyecektir" dedi.

Pozitif bakış açısı sınav performansını etkiler Haber

Pozitif bakış açısı sınav performansını etkiler

Sınav dönemlerinin öğrenciler için kaygı ve stres kaynağı olabileceğini belirten VM Medical Park Samsun Hastanesi’nden Psikolog Anıl Özcan, ancak doğru adımlar atılarak, sınav kaygısının yönetilebileceğini ve öğrencilerin hedefledikleri başarıya ulaşabileceklerini söyledi. “Planlı ve programlı çalışma tercih edilmeli” Düzenli ve zamana yayılmış bir çalışma programıyla sınava hazırlanmanın kaygıyı azaltacağını söyleyen Psk. Özcan, “Küçük tekrarlar ve periyodik tekrarlar, öğrenmeyi pekiştirecek ve stres seviyesini düşürecektir. Protein, su, sebze ve meyveler gibi besinler, kaygıyı dengeleyen etkiye sahiptir. Bunları düzenli tüketmek, fiziksel ve zihinsel sağlığı destekleyecektir” diye konuştu. “Pozitif bir bakış açısı sağlanmalıdır” Başarı ve başarılacak hedefler hakkında notlar tutmanın olumsuz düşünceleri olumlularla değiştirmeye yardımcı olacağını söyleyen Psk. Özcan, “Pozitif bir bakış açısı, sınav performansını artıracaktır” ifadelerini kullandı. “Gevşeme egzersizleri yapılabilir” Sınavdan önce yeterli uyku almak ve dinlenmenin zihinsel ve fiziksel olarak tazelenmeyi sağlayacağını vurgulayan Psk. Özcan, “Dinlenmiş bir beyin, sınavda daha iyi performans gösterebilir. Derin nefes alma, meditasyon ve diğer gevşeme teknikleri, stresi azaltır ve sakinleştirir. Ayrıca, ortamı havalandırarak da rahatlamanız sağlanabilir” şeklinde konuştu. “Ailelerin desteği önemli” Psk. Özcan, ailelerin de çocuklarının sınav kaygısıyla başa çıkmalarına yardımcı olabileceğine değinerek ebeveyn olarak çocukların sınav kaygısını azaltacak tavsiyelerini şöyle sıraladı: “Destekleyici olun, olumlu motivasyon sağlayın, stresi azaltmalarına yardımcı olun, planlama ve hazırlık sürecinde destek olun, başarılarını değerlendirin.” Psk. Özcan, “Bu yöntemleri uygulayarak, sınav kaygısını etkin bir şekilde yönetebilir ve başarılı sonuçlar elde edilmesine yardımcı olunabilir. Tüm sınava girecek öğrencilere başarılar dilerim” diyerek sözlerini noktaladı.

Sınav kaygısı ile baş etmenin yolları Haber

Sınav kaygısı ile baş etmenin yolları

Sınav kaygısı; bir sınav öncesinde, sırasında veya sonrasında yaşanan yoğun stres ve endişe durumudur. Bu yoğun kaygı hali, öğrencinin sınav performansını olumsuz etkilemektedir. Sınav kaygısı, genellikle sınavın sonuçları hakkında duyulan endişe ve kişinin kendisinden beklentileriyle ilişkilidir. Medicana Çamlıca Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog İlayda Kutevu, “Sınav kaygısı öğrencinin bildiklerini sınav esnasında etkili bir biçimde kullanamamasına ve buna bağlı olarak başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı hali olarak tanımlanmaktadır. Kişi genellikle huzursuzluk, endişe, tedirginlik, sıkıntı, başarısızlık korkusu, çalışma isteksizliği yaşar ve kişiden kişiye değişiklik gösteren fiziksel semptomlarla bu durum açığa çıkar. Mide bulantısı, kalp çarpıntısı, titreme, ağız kuruluğu, iç sıkıntısı, terleme, uyku düzeninde bozukluklar, karın ağrıları eşlik eder. Ayrıca dikkat ve konsantrasyonda bozulma, kendine güvende azalma, yetersiz ve değersiz görme de kaygı durumunun sık görülen belirtileri arasındadır” şeklinde bilgi verdi. Hata yapma korkusu, yetersizlik hissi ve özgüven eksikliği Kişinin çevresindekilerinin veya bireysel olarak kişinin kendisinden beklenti içinde olmasının sınav kaygısını tetikleyebileceğini belirten Uzm. Klinik Psikolog İlayda Kutevu, “Öğrenci, sınava çalışsa da çalışmasa da genel olarak bir başarısızlık korkusu yaşamaktadır.‘Çok çalıştım ama yapamadım, başarısız oldum’ cümlesi çok sık kullanılmaktadır. Çünkü kişi tüm potansiyelini verememekte ve sınava tam anlamıyla odaklanamamaktadır. Özellikle mükemmeliyetçi kişilerde yoğun kaygı durumu yaşanabilir. Her birey farklı sebeplerle sınav kaygısı yaşayabilmektedir. Zaman yönetimi eksikliği, daha önce benzer konuda tecrübe edilen başarısızlıklar, hata yapma korkusu, yetersizlik hissi, negatif düşünceler, düşük özsaygı ve kendine güven yetersizliği gibi faktörler durum özelinde tetikleyici rol oynamaktadır. Bu noktada kişiye özgü bir değerlendirme yaparak uygun yöntemlerle kaygıyla mücadele edilmesi gerekmektedir” diye konuştu. İçsel diyaloglarla kaygıyı yönetin Sınav kaygısıyla başa çıkmanın metotlarına değinen Uzm. Klinik Psikolog İlayda Kutevu, şu bilgileri verdi: “Sınava planlı, programlı ve zamana yayarak çalışmak oldukça önemli. Zaman zaman ufak tekrarlar yaparak hafızayı kuvvetlendirmek kaygı düzeyini azaltacaktır. Sınavdan önce iyi bir uyku uyumak ve dinlenmek aynı zamanda beslenme düzenine dikkat etmek yine önem arz eden hususlar arasında. Son gün özellikle öğleden sonra çay, kahve, enerji içeceği gibi uyku düzenini etkileyecek içecek tüketiminden kaçınılmalıdır. Son gece gaz yapan yiyeceklerden, soğuk yenen meyvelerden ve dondurmadan da uzak durmak gerekir. En sık yapılan hatalardan biri de sınavdan önceki gece erken yatmaya çalışmaktır. Stresle beraber erken uyumaya çalışmak uykuya dalmayı daha da zorlaştırır. Bunun dışında sınav anına kadar ders çalışmak da önerilmemektedir. Genellikle en geç sınavdan 2-3 saat önce ders çalışmayı bırakmak gerekir. Son gün kişiyi eğlendirecek aktivitelerde bulunmak iyi gelecektir. Aileyle veya arkadaşlarla evde film izlemek, kitap okumak, bulmaca çözmek, resim çizmek iyi fikirler arasında sayılabilir. İzlenecek film ve okunacak kitaplar gerilim, korku ve dram türünde olmamalı daha çok macera, aksiyon tarzı seçimler yapılmalıdır. Yine son gün akşam uzun sürmeyecek hafif tempoda yürüyüş yapmak stresi azaltmaya ve akşam daha rahat uyumaya yardımcı olacaktır. Sınav kaygısıyla baş etme yöntemleri arasında nefes alma egzersizleri de sıklıkla önerilmektedir. Ayrıca kişinin kendi kendine ‘elimden geleni yapacağım, mükemmel olmak zorunda değilim, dünyanın sonu değil, iyi çalıştım bu sınavı geçebilirim’ gibi olumlu bir içsel diyalog gerçekleştirmesi önemli adımlar arasında sayılmaktadır.” Çocuğu sınava stresli olmayan bir aile üyesi götürmeli Son olarak sınav kaygısı ile başa çıkmada ebeveynlerin üzerine düşen sorumlulukların da olduğunu söyleyen Medicana Çamlıca Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog İlayda Kutevu, “Aileler her durumda olumlu geri bildirimde bulunmalılar. Çocuklarını asla başkalarıyla kıyaslamamalı, empati yapmalı ve onların heyecanlarını anlayabildiklerini hissettirmelidirler. Sonuç ne olursa olsun onları desteklediklerini söylemeleri oldukça önemlidir. Bazen ebeveynler çocuklardan daha heyecanlı ve kaygılı olabilmektedir. Bu süreçte kaygılarını çocukla paylaşması uygun olmayacaktır. Eğer ebeveynlerin de çocukları için yönetemedikleri bir kaygılılık hali mevcutsa, sınava giderken çocuğa eşlik etmemelidirler. Kişiyi heyecanlandırıp endişelendirerek strese sokmayan aile bireylerinin sınav günü refakatçi olmasına özen gösterilmelidir” bilgilendirmelerinde bulundu.

Sınav stresi yaşayan öğrencilere uzmanından uyarılar Haber

Sınav stresi yaşayan öğrencilere uzmanından uyarılar

LGS ve YKS sınavlarının yaklaşmasıyla birlikte milyonlarca öğrencinin sınav stresiyle başa çıkmak zorunda kaldığını hatırlatan Acıbadem Eskişehir Hastanesi Uzman Psikolog Ege Canyurt “Bu stres, sadece birkaç saatlik bir test süreci gibi görünen bir etkinlikten çok daha derinlere işleyebiliyor. Öğrencilerin üzerindeki bu görünmez yük, sadece sınav günü değil, sınavdan haftalar hatta aylar önce başlıyor. Sınav stresi, birçok öğrencinin hayatını olumsuz yönde etkileyebilir. Uykusuzluk, iştahsızlık, konsantrasyon eksikliği ve hatta depresyon gibi semptomlar sınav öncesi süreçte sıkça karşılaşılan durumlardır. Bu durum, sadece öğrencilerin akademik performansını etkilemekle kalmaz, aynı zamanda fiziksel ve zihinsel sağlıklarını da tehlikeye atabilir” diye konuştu. “Öncelikle planlama ve hazırlık yapın” Bu durumla baş edebilmenin birçok yolu bulunduğuna değinen Psikolog Canyurt ilk olarak planlama ve hazırlık yapmak gerektiğini, çünkü zihnen hazır olmadığımız ve belirsizliğin olduğu konularda kaygı seviyemizin yükseldiğini ifade etti. Sınav sonucuna şekil verebilmek için güzel bir planlama ve hazırlıkla beraber belirsiz olan durumu belirli bir hale çevirmenin zihni rahatlatacağını belirten Psikolog Canyurt “Bu noktada ne yapacağımızı biliyor olacağız ve geriye sadece harekete geçmek kalacak. Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta bireye uygun bir çalışma tarzı ve programı hazırlamak. Her bireyde çalışma tarzı farklı işleyecektir ve çalışma potansiyeli farklı olacaktır. Bir uzman yardımı ile kapasitemize ve tarzımıza en uygun programı belirlemek en sağlıklı yol olacaktır” dedi. “Dengeli beslenme, yeterli uyku şart” İkinci en önemli konunun “sağlıklı yaşam tarzı” olduğunun altını çizen Psikolog Canyurt psikolojinin tek başına bir konsept olmadığını; sosyoloji ve biyoloji ile birleşerek hayatın her alanına sirayet ettiğini bu yüzden bu noktada sağlıklı beslenme ve yeterli uykunun ön plana çıktığını anlattı. Dengeli beslenme, düzenli egzersiz ve yeterli uykunun, stresle mücadelede önemli rol oynadığını vurgulayarak bu alışkanlıkları günlük rutine dahil etmenin, sınav stresini hafifleteceğini ve depresif belirtileri uzaklaştırarak dikkati toparlamayı sağlayacağını sözlerine ekledi. Psikolog Canyurt gerçekçi düşünme tarzının da bir diğer madde olduğuna değinerek “Bu noktada öğrencilerden istediğimiz önyargılardan arınmaları ve tamamen gerçeklikte kalmaları. Gerçekten endişelenecek herhangi bir kanıtları var mı yok mu bunu bulmaları ve varsa bunun için önlem almaları gerekir. Yoksa zaten bunu fark edip stresi faktörünün ortadan kalmasını hedefleyeceğiz. Gerçekçi düşünce kalıplarını benimsemek ve başarıya odaklanmak, stresi azaltabilir” dedi. “Deneme sınavları çok faydalı” Belirsizliği aşmanın bir diğer yolunun ise tekrarlama ve deneme sınavları ile gerçekleri görmek ve hedefleri buna göre belirlemek olduğunu vurgulayan Psikolog Canyurt bol bol deneme yapmak ve sonuç görmenin hataları bulmayı ve yeniden hedefleri yapılandırma fırsatı sunacağını; aynı zamanda konuları tekrar etmek ve deneme sınavlarına girmenin, sınav stresini azaltmanın yanı sıra öğrenmeyi pekiştireceğini anlattı. En önemli maddelerden birinin ise destek sistemleri devreye sokmak olduğundan bahseden Psikolog Canyurt “Aile, öğretmenler ve arkadaşlar gibi destek sistemlerinden yardım almak, sınav stresiyle başa çıkmada önemlidir. Duygularınızı paylaşmak ve destek almak, stresi hafifletebilir. Duyguları paylaştığımız için kaygı duygumuz doyacak ve daha hızlı bir şekilde bazı konuları atlatmamıza yardım edecektir” diye konuştu. “Eleştiri ve ceza kaygıları arttırır” Son olarak aile faktörüne değinen Psikolog Canyurt ailelerin çocuklarını ders çalışmaya teşvik edebilmek için negatif eleştirilerde bulunup, cezalandırdıklarını ancak bu tutumun öğrencilerin sınav kaygılarını arttırmaktan başka bir işe yaramayacağını dile getirdi. Bu tutumun öğrencileri olumsuzluk, ümitsizlik ve yetersizlik gibi duygu durumlarına götüreceği için sınavla başa çıkmanın iki kat zor olacağını belirten Psikolog Canyurt şunları söyledi: “Aileler çalışırsa ve çalışmazsa neler olacağı hakkında sonuçları listeleyip son tercihi öğrencilere bırakmalı. Öğrencilerin talep ettiği desteği sağlayıp sadece bir rehber konumunda kalmalı”.

İş stresini yenmenin yolu: 'Hayır' diyebilmek Haber

İş stresini yenmenin yolu: 'Hayır' diyebilmek

Uzm. Dr. Arda Kazım Demirkan, sosyal yaşamda ve iş yerinde stres yönetimi ve öfkeyle başa çıkma konusunda bilgilendirmelerde bulundu. İş yaşamında çalışma ve yaşam dengesinin bozulması, artan işsizlik nedeniyle işten atılma korkusu gibi etmenlerin stresi artırdığını belirten Uzm. Dr. Arda Kazım Demirkan, “Ofis çalışanları, haftanın neredeyse tamamını iş yerlerinde geçirmektedir. Kimi zaman kişisel stresler bireyi iş yerinde zorlayabilir. Ancak stres oluşturan en önemli sorunlardan biri de kişiye kaldırabileceğinden fazla iş yükü verilmesidir. Bu yüzden size kapasitenizi ya da bilginizi aşacak düzeyde bir görev verildiğinde ‘hayır’ cevabını verebilmelisiniz” dedi. İş yerindeki çalışma sürelerinin de bir stres kaynağı olduğunu vurgulayan Psikiyatri Uzm. Dr. Demirkan, “Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2017 raporuna göre 38 ülke arasında Türkiye yıllık en uzun çalışma saatleri sıralamasında 14. sırada yer almaktadır” diye konuştu. Çalışma saatlerinin dışında aile ve sosyal yaşamda stres oluşturan farklı konu ve sorunların da söz konusu olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Demirkan, “Yaşam şartları gereği insanlar gerçek hayatlarında kişisel ve çevresel birçok engelle karşılaşmaktadır. Örneğin, başarılı bir futbolcu sakatlanabilir, istediğimizden az paraya sahip olabiliriz veya evliliğimizde sorunlar olabilir. Bu ve benzeri durumlarda fiziksel ve duygusal sağlığımızı olumsuz etkileyen zorluklarla başa çıkmakta yetersiz kaldığımızda yaşadığımız psikolojik durum, ‘stres’ olarak tanımlanmaktadır” şeklinde konuştu. “Fiziksel ve sosyal uyumsuzluk stres sebebi” Bireyin yaşadığı fiziksel ve sosyal çevresinde meydana gelen uyumsuz durumlar sebebiyle, bedensel ve psikolojik olarak sınırlarının ötesinde sarf ettiği gayretin stresi meydana getirdiğini ifade eden Uzm. Dr. Demirkan, “Bir stres oluşturucu durumun diğerinden daha önemli olmasının nedenini belirli ölçülerde sezgisel olarak anlayabilmemiz için bazı önemli faktörler bulunmaktadır. Bunlar; stres oluşturucusunun şiddeti, kronikliği (ne kadar sürdüğü), zamanlaması, yaşamlarımızı ne kadar etkilediği, ne kadar öngörülebilir olduğu ve stres oluşturucunun ne kadar denetlenebilir olduğudur. Stres kaynakları çok yoğun ve güçlü olduğunda bireylerin kullanmış oldukları başa çıkma yöntemleri yetersiz kalınca krizler ortaya çıkabilir. Stres ile krizi birbirinden ayıran bazı faktörler vardır. Krizde bireylerde travma ya da kriz oluşturan durum kişinin olaylarla başa çıkma kabiliyetini aşmaktadır. Streste ise bireyin başa çıkma kabiliyetinin aşılması şart değildir. Bireylerin yaşamlarındaki değişimler ne ölçüde hızlı gelişirse, yaşanacak stres de o kadar büyük olmaktadır. Rol ve görev tanımlarındaki belirsizlik, roller arası çatışma, bireyler arası çatışma, sorumluluk, katılım, iş güvenliği, yönetim şekli, iş stresi, bireyin iş ile ilgili olan durumları, iş süreçleri ve iş yerindeki diğer çalışanlarla etkileşim sonucu ortaya çıkan psikolojik ve fizyolojik dengenin bozulması olarak tanımlanmıştır” ifadelerini kullandı. “Hayır demeyi öğrenin” İş yaşamında çalışma ve yaşam dengesinin bozulması, artan işsizlik nedeniyle işten atılma korkusu gibi etmenlerin de stresi artırıcı unsurlar olarak belirtildiğini vurgulayan Demirkan, şunları söyledi: “Yoğun stres artışının üretkenliği azaltarak ekonomiye olan yükün artmasına, işe gelmeme ve hasta olduğu halde işinin başında olma durumuna neden olduğu, bunun da iş motivasyonu ve performansta azalmaya, sık birim değiştirme gibi olumsuz çalışma yaşantısına sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Ofis çalışanları haftanın neredeyse tamamını iş yerlerinde geçirmektedir. Kimi bireyler haftanın ilk günü olan pazartesiye mutlu, heyecanlı başlarken kimileri de pazartesi gününe isteksiz başlamaktadır. Ancak bu konunun gün ile bir ilgisinin olmadığını kabullenerek, kişisel streslerimize çözüm arayışı getirmeliyiz. Bir diğer önemli husus da iş yerlerinde bazen çalışanlara kaldırabileceklerinden fazla iş yükü verilmesidir. Bu nedenle, size kapasitenizi ya da bilginizi aşacak düzeyde bir görev verildiğinde ‘hayır’ cevabını verebilmeniz önemlidir.”

Öfke nasıl kontrol edilir? Haber

Öfke nasıl kontrol edilir?

Öfkeliyken stres hormonlarının salındığını ve bu karıncalanma hissinin, kalp çarpıntısı, göğüste sıkışma, baş ağrısı, başta baskı hissi ve ateş basması gibi birçok semptoma yol açabildiğini, uzun vadede ise bağışıklık sistemini olumsuz etkilediğini söyleyen Psikiyatrist Uzm. Dr. Gamze Ergil, “Öfke kontrol bozukluğu ile başa çıkabilmek mümkün. Sizi özellikle neyin öfkelendirdiğini fark ederseniz, baş etme yolunu da bulabilirsiniz” dedi. Psikiyatri Uzmanı Uzm. Dr. Gamze Ergil, “Geçmiş travmalar, sizden beklentilerin yüksek olması ve artık bunların ağır gelmesi gibi birçok neden de peşinizi bırakmayabilir. Bu da aşrı öfke hissetmenize neden olabilir. Hatta öfkenizi kontrol edemeyebilirsiniz. Öfke kontrolü sağlamakta zorlanabilirsiniz. Ancak öncelikle öfkenin doğal bir duygu olduğunun bilinmesi gerekir” dedi ve öfkeyi kontrol altına alabilmeye yardımcı olacak ipuçlarını paylaştı. Öfke kontrolünü kolaylaştırmak için 10 adım şunlar: "1. Öfkelendiğinizde size ipucu olabilecek fiziksel belirtiler kendini daha önce belli eder. Çarpıntınız, terleme, titreme, sıcak basması ya da ellerinizi yumruk yapmanız gibi belirtileri fark ettiğinizde konuşmaya başlamadan önce içinizden yavaşça 10'a kadar sayın, nefesinize odaklanın ve yavaş nefes alıp vermeye çalışın. 2. Çoğu zaman yaşadığımız duygular başımıza gelen olaydan çok, o olaya yüklediğimiz anlamla ilişkilidir. Öfke duygusu da o anda aklımızdan geçen düşüncelerimizle ilgili olabilir. Tepki vermeden önce olumsuz, belki de abartılı veya yanlı olabilecek düşüncelerinizi fark etmeye çalışın. 3. Spesifik bir ortam öfkenizin tetiklenmesine neden oluyorsa, oradan uzaklaşmaya çalışın. Tamamen uzaklaşmanız mümkün değilse de örneğin iş yeriniz gibi, kısa bir ara vermek, birkaç gün izin almak öfkenizi yönetmenize yardımcı olabilir. 4. Modern hayat sürekli koşuşturduğumuz ve işleri yetiştirmeye çalıştığımız bir hale dönüştüğünde, sakinleşmeye de vakit kalmıyor gibi gözükse de gün içinde kısa sürelerle nefes egzersizleri ve kas gevşetme egzersizleri gibi relaksasyon teknikleri çok yardımcı olabilir. 5. Stres düzeyinin yüksek olması öfkenin en önemli sebeplerinden biridir. Hayatınızla ilgili stres oluşturan etkenleri gözden geçirin ve stres azaltmaya yönelik meditasyon, öz şefkat, yoga, hobiler için zaman ayırma gibi davranış değişiklikleri öfke kontrolünü de kolaylaştırır. 6. Egzersiz yapmak olumsuz duygularla baş etmek için iyi bir yoldur. Egzersizi rutininizin bir parçası haline getirirseniz etkileri de uzun süreli olur. 7. Öfkeli olduğunuzda karşı tarafı suçlayan ifadeler kullanmak yerine kendinizle ilgili ifadeler kullanın. Örneğin, ‘hiçbir şey yapmıyorsun!’ diyerek genellemek yerine, ‘bulaşıklara yardım etmediğin için çok kızgın hissediyorum’ demeyi deneyin. 8. Kin tutmamaya çalışın. Sizi öfkelendiren kişi veya durumla ilgili kin tutmak hem acınızı hem de haksızlığa uğrama düşüncenizi sürekli canlı tutacaktır. 9. Öfkenizin aşırı olduğunu fark ettiğinizde ortamı yumuşatmak ve baş etmek için mizahı kullanabilirsiniz ama iğneleyici konuşmalardan kaçının. 10. Tüm bu önerileri organize etmek zor geliyor ya da nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız veya denediniz ama başaramadığınızı hissediyorsanız mutlaka profesyonel yardım alın". BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Panik atak sırasında yapılması gerekenler

Aşkın ilk evresine dikkat! Haber

Aşkın ilk evresine dikkat!

Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Fizyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Levent Öztürk, 3 evreden oluşan aşkın ilk dönemlerinin hormonsal değişiklikler nedeniyle stresli geçtiğini söyledi. Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Fizyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Levent Öztürk, TÜ Bilimsel Araştırma Topluluğunca Dr. Ratıp Kazancıgil dersliğinde düzenlenen "Aşkın Fizyolojisi" seminerinde, aşık olmanın bireyde hormonsal değişiklilere neden olduğunu söyledi. Aşk konusunun yüz yıllardır sanatçılar ve düşünürler tarafından ele alındığını belirten Öztürk, son yıllarda bilim insanlarının aşkın insan vücuduna olan fizyolojik ve psikolojik etkilerini araştırmaya başladığını ifade etti. Aşkın 3 evreden oluştuğunu anlatan Öztürk, "İlk evre 'aşık olma', ikinci evre 'tutkulu aşk dönemi' son evre ise 'arkadaşça aşk dönemi'. Çoğu ilişki ilk 2 evre içinde bitiyor. Üçüncü evreye ulaşamıyor." dedi. Öztürk, aşkın erken evrelerinde beyindeki serotonin hormonu seviyesinin azaldığına dikkati çekti. Bu hormonun azalmasının bireyde stres ve depresyonu artırdığını belirten Öztürk, şunları kaydetti: "Birey aşık olduğu kişiyi günün her saati düşünmeye başlıyor. Saplantılı bir dönem oluşabiliyor. Bu dönemlerde serotoninin azalmasıyla depresif duygu durumlarının içine giriliyor. Obsesif kompulsif bozuklukla benzer bir kimya beynimizde ortaya çıkmaya başlıyor. Aşkın stres boyutunu yansıtıyor. Aşkın erken evlerinde kortizol yüksek, stres faktörü çok. İlişki ilerleyip güven duyguları artıkça kortizol düşüyor, böylelikle stres düzeyi de azalıyor." BU HABER DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Sonbaharda bu 5 hastalığa dikkat!

O hastalığın sebebi stres! Haber

O hastalığın sebebi stres!

Hastalığın erkeklerde kadınlara göre 3 kat fazla görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Göçgil, yoğun stres veya kaygı durumlarının bu hastalığın tetikleyicisi olabileceği konusunda uyardı. Yoğun iş yükü, zaman baskısı, aile içi sorunlar, ilişki problemleri, finansal zorluklar ve sağlık problemleri gibi çok sayıda konu stresi artırabilir. Erkeklerde kadınlara göre 3 kat fazla görülen santral seröz koryoretinopati hastalığının gelişimi için en önemli risk faktörünün stres olduğu belirten Göz Hastalıkları Uzmanı Nur Acar Göçgil, hastalık hakkında merak edilenleri aktardı. “STRES VEYA KAYGI DURUMLARI HASTALIĞIN TETİKLEYİCİSİ OLABİLİR” Yoğun stres veya kaygı durumlarının bu hastalığın tetikleyicisi olabileceğinin altını çizen Prof. Dr. Göçgil, “Özellikle erkeklerde, kortizol gibi stres hormonlarının seviyelerindeki değişiklikler, bazı durumlarda kortikosteroid ilaçların aşırı veya uzun süreli kullanımı ve aile geçmişi, bu hastalığın riskini artırabilecek genetik yatkınlığa işaret edebilir.” dedi. “NADİREN İKİ GÖZÜ DE ETKİLEYEBİLİR” Santral seröz koryoretinopati (SSKP) hastalığının gözün merkezi bölgesindeki retina tabakasının altında sıvı birikimi ile karakterize olan bir göz hastalığı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nur Acar Göçgil, “Retina, göz içindeki ışığı algılayan ve görüntüleri beyne ileten tabakadır. SSKP genellikle tek bir gözü etkiler, ancak nadiren her iki gözü de etkileyebilir. Bu durum, görme kaybına ve merkezi görüşte bozulmaya neden olabilir.” uyarısında bulundu. “MERKEZ GÖRMEDE BULANIKLIK VE SOLUKLUK FARKEDİLİYOR” Santral seröz koryoretinopati hastalığında belirtilerin genellikle yavaş gelişip arttığını belirten Prof. Dr. Göçgil, “En belirgin belirti, merkezi görüşte bulanıklık veya bozulmadır. Bu, küçük yazıları okumak, detayları görmek veya net bir görüntü oluşturmak gibi görsel görevleri zorlaştırabilir. Renklerde solma veya renk değişiklikleri gibi renk algısında bozukluklar yaşanabilir. Metamorfopsi, yani görüntülerin şekil değiştirmiş gibi görünmesine neden olabilir. Örneğin, düz çizgiler kavisli veya dalgalı gibi görünebilir. Kontrast duyarlılığı kaybı oluşarak farklı tonların veya renklerin net bir şekilde ayrılamamasına neden olabilir. Nesneler normalden farklı bir şekilde görünebilir, örneğin bazı bölümler daha büyük veya daha küçük görünebilir. SSK bazen hafif bir göz rahatsızlığı veya ağrısı ile de ilişkilendirilebilir.” ifadelerini kullandı. EN CİDDİ KOMPLİKASYON KALICI MERKEZİ GÖRÜŞ KAYBI “Santral seröz koryoretinopati hastalığı kendiliğinden düzelme eğilimindedir. Ancak şikayetler başladığında göz doktoru tarafından muayene edilmelidir. Hastalık bulguları şiddetli, üç-dört aydan uzun süreli olduğunda veya görme kaybı riski taşıyorsa tedavi açısından yine uzman doktor tarafından değerlendirilmelidir.” diyen Prof. Dr. Göçgil, “Hastalık tedavi edilmezse veya belirtiler uzun süre devam ederse, bazı komplikasyonlar ortaya çıkabilir. SSKP'nin en ciddi komplikasyonu, kalıcı merkezi görüş kaybı olabilir. Retina altında uzun süreli biriken sıvı nedeniyle retina hasarı meydana gelirse, bu hasar geri dönüşümsüz olabilir ve net bir görüntü oluşturmakta kalıcı güçlükler ortaya çıkabilir. Bazı vakalarda SSKP kronik hale gelebilir, yani belirtiler uzun süreli veya tekrarlayan bir şekilde devam edebilir. Bu durumda, görme sorunları sürekli veya aralıklı olarak ortaya çıkabilir. SSKP'nin uzun süreli etkileri renk algısında kalıcı değişikliklere neden olabilir.” sözleriyle sadece uzman bir doktorun kesin tanı ve tedavi planını belirleyebileceğini hatırlattı. HASTALIĞIN TEDAVİ SÜRECİ NASIL GERÇEKLEŞTİRİLİYOR? Santral seröz koryoretinopati hastalığının tedavisinin genellikle semptomların şiddetine ve hastanın genel sağlık durumuna bağlı olarak değişebileceğini de sözlerine ekleyen Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Göçgil, tedavi süreciyle ilgili olarak ise şu ifadeleri kullandı: “Tanı genellikle göz muayenesi, oftalmoskopi ve optik koherens tomografi (OCT) gibi görüntüleme yöntemleri ile konulur. Hafif veya kendiliğinden düzelen vakalarda, doktorunuz belirtileri izlemek ve göz muayeneleri düzenlemekle yetinebilir. Kortizon içeren bir ilaç kullanımı varsa bırakılması önerildi. SSKP'nin tetiklenmesi veya alevlenmesi sıkça stresle ilişkilendirilir. Stresi yönetmek ve azaltmak için relaksasyon teknikleri, meditasyon, yoga gibi yöntemler veya uzman doktora danışma önerilebilir. Diğer altta yatan sistemik hastalıklar veya kullanılan ilaçlar sorgulanır. Erken dönemde retina altındaki sıvının emilimini artırmak için ağızdan verilen ilaçlar bir süre verilebilir. Retinadaki sıvı birikimine neden olan alan tam sarı nokta merkezinde değilse argon lazer fotokoagülasyon tedavisi etkili olmaktadır, ancak hastalık sıklıkla merkezde olduğundan günümüzde bu tedaviye uygun hasta çok nadirdir. Etkili yöntem halk arasında soğuk lazer diye de bilinen dozu veya süresi azaltılarak uygulanan fotodinamik tedavidir. Göz dolaşımını belirleyen filmler çekilerek sızıntı belirlenen alanlara, damardan etkin ilacı verilmesinden sonra uygulanan bir ışık tedavisidir. Öte yandan günümüzde ilacın üretimindeki sıkıntı bu tedaviyi zaman zaman uygulamamızı güçleştirmektedir. Etkinliği gösterilmiş başka bir tedavi şekli de, bir diğer özel dalga boyundaki lazer ile retina dokusuna zarar vermeden retina altındaki hücreleri aktive ederek sıvının emilmesini tetikleyen ışık tedavisidir. Retina altında özellikle yeni damarlanma geliştiğinde, sıvı birikimini azaltmak ve bu damarları baskılamak amacıyla anti-vasküler endotelyal büyüme faktörünün (VEGF) göz içine enjeksiyon tedavisi etkilidir. AntiVEGF göz içi enjeksiyonu, retina altındaki sıvının çekilmesi için de kullanılabilir. “TEDAVİ PLANI KİŞİYE ÖZGÜ OLARAK BELİRLENMELİDİR” Her hasta farklıdır ve tedavi planı kişiye ve gözün durumuna özel olarak belirlenmektedir. SSKP tedavisi konusunda en doğru ve güvenilir bilgiyi göz doktorunuzdan alabilirsiniz. Tedavi seçeneklerini ve riskleri doktorunuzla detaylı olarak tartışmak önemlidir.” BÜLTEN

Kaygı ve paniğe iyi gelen 5 bitki çayı Haber

Kaygı ve paniğe iyi gelen 5 bitki çayı

Stres, kaygı, endişe hayatımızın her döneminde karışımıza çıkabilir. Bu dönemlerde profesyonel destek almakta fayda var. Bu dönemleri daha rahat geçirmek için kaygı ve paniğe iyi gelen bitki çaylarını derledik. İşte kaygı ve paniğe iyi gelen 5 bitki çayı… Kaygı ve panikle baş etmek için işin uzmanından destek almak gerekir. Bitki çayları kaygı ve panikle başa çıkmada yardımcı olabilir. Bazı şifalı bitkiler kaygı ve paniğe iyi gelir. İşte Kaygı ve paniğe iyi gelen 5 şifalı bitki çayı… Günlük hayatta yaşadığımız stres farkında olmasak da hem ruh sağlığımız he de beden sağlığımızı olumsuz etkiliyor. Bazı şifalı bitkiler günlük hayattaki stresi azaltmaya yardımcı olur. İşte kaygı ve paniğe iyi gelen 5 bitki çayı… Kaygı ve paniğe iyi gelen bitki çayları Yeşil Çayın Faydaları Şifalı bitkilerden yeşil çay hazımsızlığa iyi gelir. Yağ yakımını hızlandırdığı için zayıflamaya yardımcı olur. Yeşil çay kas gevşetici özelliği sakinleşmeye ve stresi azaltmaya yardımcı olur Papatya Çayı Papatya çayının sakinleştirici etkisi son zamanlarda sosyal medyada alaycı bir dille geçiyor. Papatya çayında bulunan vitamin ve mineraller sakinleştirici etkiye sahiptir. Rahat uyumak için papatya çayı tüketilmesi tavsiye ediliyor. Lavanta Çayı Lavanta çayı güzel kokusu ile dikkat çeken lavanta bitkisinden elde edilir.  Lavanta çayı stresi azaltır. lavanta çayını demleyerek tüketebilirsiniz. Aynı zamanda lavanta yağını yastığınıza damlatarak gece rahat bir uyku çekebilirsiniz. Adaçayı Stresi azaltan şifalı bitkiler arasında yer alan adaçayı baş ağrısına da iyi gelir. C vitamini deposu olan adaçayını günde 3 bardaktan fazla tüketilmesi önerilmiyor. Yasemin Çayı Yasemin çayı hem tadı hem kokusu ile dikkat çekiyor. Uyku bozukluğuna iyi gelen yasemin çayı aynı zamanda stresi azaltıyor. Sinirleri yumuşatan yasemin çayını günde 2 fincan tüketebilirsiniz HABER MERKEZİ

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.