[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#Tarih

Tarih haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Tarih haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Zamanın içinde kaybolan miras: İzmir’in saat kuleleri Haber

Zamanın içinde kaybolan miras: İzmir’in saat kuleleri

GÖNÜL MORSÜNBÜL-ÖZEL HABER/ Şehirlerin tarihi ve kültürel miraslarından biri olan saat kuleleri, kent meydanlarının ve kamusal alanların önemli unsurlarından birini oluşturuyor. Gündelik hayatı planlarken kullanılan saatlere günümüzde ulaşmak artık ‘kolay’ olsa da saatin tarihsel yolculuğu incelendiğinde kent meydanları ve kamusal alanlar için önemli “bellek nesneleri” olarak kullanıldıkları görülüyor. Kişisel saatlerin henüz gelişmediği geçmiş dönemlerde kamusal alanlara inşa edilen saatler halkın zaman hakkında bilgi sahibi olmasını sağlarken, teknolojik güç olarak da önem arz ediyordu. Özellikle kamusal alanlarda inşa edilen bu kuleler, halkın zamanı takip edebilmesi ve aynı zamanda teknolojik ilerlemelerin simgeleri olarak işlev görüyordu. Saat kulelerine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Gökçen Başaran İnce, imparatorluklardan ulus-devlete geçiş süreci ile birlikte zamansal ve mekansal düzenlemelerin, ulus-devletin kendini halka açtığı, halk nezdinde görünür kıldığı ve sembolik olarak da bir anlamda kültürel hegemonyasını oluşturduğu alanlar olması nedeniyle saatlerin önem kazandığını söylüyor. Doç. Dr. İnce, saat kulelerinin devletlerin kendilerini ve imajlarını halkla paylaştığı, topluma mesaj verdiği yapılar olduğunu vurgulayarak, “Kentlerdeki anıt, heykel veya saat kuleleri gibi yapılar, devletlerin halkla iletişim kurduğu ve kendisini tanıttığı alanlardır” açıklamasında bulundu. İnce’ye göre, Osmanlı İmparatorluğu döneminde özellikle Sultan Abdülhamid dönemi için, saat kuleleri “modernleşmenin sembolleri” olarak kabul edilirdi. Avrupa şehirlerinde yaygın olan bu yapılar, Osmanlı kent mimarisinde de modernleşmenin bir işareti olarak görülürdü. Saat kuleleri, halkın zamanı takip edebilmesini sağlarken, aynı zamanda modern şehircilik anlayışının da bir parçası olarak tasarlanırdı. Günümüzde de varlığını devam ettiren saat kuleleri tarihi ve kültürel dokusuyla sosyal yaşamda insanları bir araya getiren ortak alanlar olması nedeniyle canlılığını koruyor. Saat kulesi ile en meşhur illerden biri hangisi diye sorulsa kuşkusuz ki akla gelen ilk şehirlerden biri İzmir olur. İzmir, saat kuleleri açısından Türkiye’nin sayılı kentlerinden biridir. Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi inşa edilen saatlerin yanı sıra İzmir, birçok cephe ve meydan saatlerine de ev sahipliği yapıyor. İzmir Konak Saat Kulesi, İzmir Alsancak Garı Saat Kulesi, İzmir Bayramyeri Saat Kulesi, İzmir Şirinyer NATO Saat Kulesi, İzmir Fuarı Saat Kulesi ve İzmir Agia Fotini Saat Kulesi İzmir’in 6 “tarihi” saat kulesini oluştururken, Hisar Camii Muvakkithanesi de şehrin en eski meydan saatlerinden biridir. İzmir, tarihi saat kulelerinin yanı sıra yakın dönemde inşa edilen saat kulelerine de sahiptir. Sözgelimi Buca’da yer alan Buca Saat Kulesi, Tınaztepe Saat Kulesi yeni inşa edilen kulelerden bazılarına örnektir. İzmir’in zengin tarihi ve kültürel mirasının ayrılmaz bir parçası olan saat kuleleri hem estetik hem de işlevsel açıdan büyük bir öneme sahip. Tarihi ve kültürel miras ürünleri olarak önemli “hafıza mekanlarını” oluşturan saat kulelerinden yola çıkarak İzmir’de bulunan bu saatlerin tarihsel süreç içerisindeki değişimlerine bakıp, günümüzde hak ettikleri düzenli bakımı ve ilgiyi görüp görmediklerini irdeleyecek, bu yapıların günümüzdeki durumlarını ele alacağız… Türkiye’de tarihi ve kültürel yapılara olan ilginin az olması, bu yapılar hakkında bilgilerin sınırlı olmasına bazen de var olan bilgilerin gerçekle örtüşmemesine neden oluyor. İzmir’deki saat kulelerine ilişkin en detaylı çalışmalardan birini hazırlayan araştırmacı yazar Hakan Kazım Taşkıran’dır. Smyrna İzmir, Şehir Araştırmaları Dergisi’nde bir seri olarak hazırladığı “İzmir’de Zaman” çalışmasında; Taşkıran, saat kulelerini detaylı olarak anlatır. KONAK SAAT KULESİ’NİN BİLİNMEYENLERİ “Konak’taki Saat Kulesi”, “Hamidiye Kulesi”, “Memleket Saati”, “İzmir Saat Kulesi”, “Konak Saat Kulesi” gibi farklı isimlerle ifade edilen saat kulesi için en doğru isimlendirmenin “İzmir Konak Saat Kulesi” olduğunu söyleyen Taşkıran, günümüzde İzmir’in simgesi olarak da anılan bu yapının Osmanlı’nın son dönemini temsil ettiğini söyler. Sultan Abdülhamit, 1899-1900 yılında yayınladığı bir fermanla vilayet ve sancaklarda saat kulelerinin yapılmasını buyurunca, İzmir’in tek şadırvanlı ya da çeşmeli saat kulesi olan bu tarihi yapı, Sultan II. Abdülhamit’in 25’inci cülus yıl dönümü için İzmir Valisi Mehmet Kamil Paşa döneminde mimar Raymond Charles Pere tarafından inşa edilir. Arap ve Batı mimarisinin harmanlanarak bir araya getirdiği İzmir Konak Saat Kulesi’nin inşası ile ilgili detaylı bilgiler veren araştırmacı yazar Taşkıran, 1901 cülus törenine yetiştirilmek koşuluyla projenin Pere’ye verildiğini ancak masrafların artması sonrasında valiliğin kaynak arayışına girdiğini ve halkın katılımının sağlandığı bir yardım kampanyasıyla inşa edildiğini aktarır. II. Abdülhamid’in 25. cülus yıl dönümü dolayısıyla yapılan kule için halk yardım ederken, kulenin saati ise Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye edilir. 1927 yılına gelindiğinde saat kulesinde önemli bir değişim yaşanır. 28 Mayıs 1927 tarihinde kabul edilen ve 15 Haziran 1927’de yürürlüğe giren bir kanun gereğince Konak Saat Kulesi’nin dört yüzeyinde yer alan padişahın tuğraları ile Osmanlı armalarının kazınarak kazınan alana çapraz iki bayrak yerleştirilir. Bugün ise bakıldığında kazınan yerlere ay-yıldız figürlerinin yerleştirildiği görülür. Taşkıran’a göre, yapıdaki tek sorun arma ve tuğralar da değildir. Kulenin dört cephesinde yer alan iki Osmanlıca, iki Romen rakamlı kadranlar ve orijinal kadran çerçevelerinin yerine günümüzde modern rakamlı kadran almıştır. İzmir Konak Saat Kulesi’nin yüksekliği ise tartışma konusudur. Birçok internet sitesinde, Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yılı anısına kulenin 25 metre yükseklikte inşa edildiği yazar. Taşkıran ise bu bilgiye karşı çıkarak kulenin yüksekliğinin 21 metre 15 cm olduğu bilgisini verir. Konak Saat Kulesi inşasından sonra zaman zaman, çeşitli nedenlerle hasar görür. 31 Mart 1928 tarihinde İzmir’de yaşanan depremde saat kulesinin en üst bölümü yıkılır daha sonra yeniden restore edilir. İnternet sitesi tr.wikipedi.org’dan edinilen bilgilere göre, saat kulesi 1 Şubat 1974 tarihinde İzmir’de yaşanan 5,2 şiddetindeki depremden de etkilenir. Bu depremde saat kadranları üzerindeki son kat yıkılırken saat, depremin oluş saati olan 02:04’te durur. Yaklaşık iki yıl sonra 1976 yılında saat kulesi onarılır. Konuya ilişkin değerlendirmede bulunan ve 1994 yılından bu yana Konak Saat Kulesi’nin bakımını yapan saat ustası Feti Pamukoğlu, saat kulesinin 1994 yılında da periyodik bakımları yapılmadığı için duruk vaziyette olduğunu söyler. Pamukoğlu’nun onarımıyla tekrar çalışan saat, 15 Temmuz 2016 yılında askeri darbe girişiminin yaşandığı gece, Atatürk Meydanı’nda tutulan “demokrasi nöbeti” sırasında bazı vatandaşların kuleye tırmanması nedeniyle tekrar hasar görür. 16 Temmuz 2016 sabahı kulenin saat ve çeşmelerin çalındığı, tarihi taşlarının ise zarar gördüğü fark edilir. Kulede yenileme ve güçlendirme çalışmaları yapılarak, saat kente yeniden kazandırılır. Günümüzde İzmir’in Konak İlçesi’nde Atatürk Meydanı’nda varlığını koruyarak sürdüren İzmir Konak Saat Kulesi, kentin merkezinde konumlanmış, birçok vatandaşın buluşma noktası olarak canlılığını korumaktadır. Saat ustası Pamukoğlu, Konak Saat Kulesi’nin mekanik olarak orijinalliğini eskisi gibi muhafaza eden, üzerinde modifikasyon yapılmamış ve ayar hassasiyeti son derece iyi olan sayılı kulelerden biri olduğuna dikkat çeker. İzmir Konak Saat Kulesi, İzmir’in en bakımlı, saati en düzgün çalışan tarihi saat kulelerinden biri olarak varlığını sürdürmekte, önemli turizm merkezlerinden biri olarak cazibesini korumaktadır. NATO SAAT KULESİ: YASAKLI ZAMAN İzmir’in bir diğer tarihi saat kulesi ise birçok vatandaşın varlığından dahi haberdar olmadığı Buca’daki NATO Karagahı içinde bulunan saat kulesidir. Araştırmacı yazar Hakan Kazım Taşkıran bu saat kulesini “İzmir Şirinyer NATO Saat Kulesi” olarak ifade ederken bir diğer araştırmacı yazar Erol Şaşmaz ise “Eski Amerikan Koleji Saat Kulesi” olarak ifade ediyor. İzmir Şirinyer NATO Saat Kulesi’nin zamanın gözden ırak bıraktığı saat kulelerinden biri olduğunu belirten Taşkıran, İzmir Şirinyer NATO Saat Kulesi’nin 1913 yılında Amerikan Erkek Koleji olarak kullanıldığını, 1937 yılında Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı Dönemi’nde ise bu okulun Kızılçullu Köy Öğretmen okulu olarak açıldığını, 1940 yılına gelindiğinde okulun “Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne” dönüştüğünü 1950 yılında ise “Kızılçullu kız Köy Enstitüsü” olduğunu aktarır. 1952/1953 yılları arasında LSE Karargahı, 1953 yılında yapının bulunduğu alanın NATO’ya devredildikten sonra 6. ATAF Karargahı olarak kullanılmaya başladığını ifade eder. Şaşmaz ise, yapının 1912 yılında Buca’da Amerikan Koleji olarak yapıldığını yazar. Şaşmaz’ın internet sitesinde yer verdiği bilgilere göre, “Bu yapının giriş kapısı dört katlı dikdörtgen kule şeklinde olup dışarıya doğru taşırılmıştır. Kulenin katları arasında enine silmeler bulunmaktadır. Yuvarlak kemerli giriş kapısının üzerindeki iki katta ince uzun dikdörtgen pencereler bulunmaktadır. Üzeri balkonla sonuçlanan dördüncü katın üzerine yuvarlak kadranlı bir saat yerleştirilmiştir.” Araştırmacı yazar Taşkıran, NATO’nun içinde yer alan bu tarihi saatin kamuya kapalı olduğuna dikkat çekerek “yasak zaman” tanımlaması yapar. Askeri alan içinde bulunan saatin kuleye ne zaman yerleştirildiğini bilemediklerini ancak kadranların zaman içinde değişmiş olabileceğine dikkat çeken Taşkıran, “Bu saat kulesi yapı bütünün parçası olarak inşa edilmiştir. İyi korunmuş durumda ve işlevini sürdürmektedir” diye yazmaktadır. Saat ustası Pamukoğlu da NATO Saat Kulesi’nin İzmir’in en bakımlı ve düzgün çalışan saatlerden birine sahip olduğunu belirtti. Pamukoğlu ayrıca Şirinyer NATO Saat Kulesi’nin çan sistemine sahip olduğunu fakat çanın çalıştırılmadığını ifade etti. İzmir Şirinyer NATO Saat Kulesi tıpkı İzmir Konak Saat Kulesi gibi bakımlı tarihi saat kulelerinden biri olsa da NATO Karargahı’nın içinde kaldığı için birçok vatandaş için “yasaklı” bir yapıdır. Dört yönlü bir yapı olan Şirinyer NATO Saat Kulesi’nin bir yönü Şirinyer Hamam Sokağı’ndan gözükse de diğer üç kadranının olduğu taraf bahçe etrafındaki yüksek duvarlardan dolayı dışarıdan gözükmemektedir. Kentin tarihi ve kültürel miraslarından biri olan bu asırlık yapı kolektif bellekte yeterince yer bulamadığı için kentin kültürel hafızasında yer alamamaktadır. Böylesi bir yapının İzmirliler tarafından bilinmiyor olması, kent tarihi için bir kayıptır. Yetkililerin, Şirinyer NATO Saat Kulesi’nin unutulmaması ve daha geniş bir kitle tarafından tanınması için çeşitli adımlar atması İzmir’in tarihi ve kültürel mirası açısından önemlidir. ALSANCAK GARI SAAT KULESİ: YANLIŞ ZAMAN Osmanlı dönemi eseri olarak kategorilendirilen İzmir Alsancak Saat Kulesi, kentin merkezi noktalarından birinde olmasına rağmen birçok İzmirli tarafından bilinmeyen, kentin tarihi eserleri arasında hak ettiği değeri göremeyen, hafıza mekanı olarak canlılığını yitiren saat kulelerinin başında geliyor. İzmir Alsancak Saat Kulesi’nin tam olarak hangi tarihlerde inşa edildiği bilinmiyor. Araştırmacı yazar Taşkıran’a göre, günümüzde Alsancak Garı’nın bünyesinde bulunan saat kulesinin 1870 yılında işletmeye açılan Paradi (Paradiso)- Buca Hattı’nın tarihçesiyle örtüştüğü düşünülüyor. Alsancak Garı yapım tarihinin 1857/1858, bu istasyonun bünyesinde açılan Buca Garı için ise 1870 tarihi bulunmaktadır. Önceden de ifade edildiği gibi saat kulesinin ne zaman yapıldığına dair kesin bir tarih yoktur. Bununla birlikte internet sitelerinde İzmir Alsancak Garı Saat Kulesi için söylenen “İzmir’in ilk ve en eski saat kulesi” olduğuna dair bilgi ise doğru değildir. Belki de burada “hayatta kalabilen” ya da “günümüzde varlığını sürdüren en eski saat kulesi” demek daha doğru bir ifadeye karşılık gelir. Nitekim İzmir’in bilinen en eski ve ilk saat kulesi bugün varolmayan Agia Fotini Saat Kulesi’dir. İzmir Alsancak Saat Kulesi’nin saati ile ilgili detayları yazan Taşkıran, “Beyaz, opal camdan yapılmış 120 cm. çapındaki romen rakamlı kadran, ilk yapıldığı dönemin orijinalliği ile dikkati çekiyor. Araştırmacıların hala mekanik olarak çalıştığını yazdığı saat kulesi, bugün tahmin edilenin aksine elektronik sistemle çalışmaktadır” bilgisini aktarır. Günümüzde Alsancak Garı’nda “otopark” olarak kullanılan alanın içinde yer alan kulenin caddeye bakan tarafında, dikdörtgen çerçeve içinde bulunan yuvarlak kadranlı saat çalışıyor görünse de yaklaşık 11 dakikalık süreyle zamanı yanlış gösteriyor. Alsancak Garı Saat Kulesi’ne ilişkin konuştuğumuz saat ustası Pamukoğlu, buradaki saatin orijinal bir saat mekanizmasına sahip olduğunu belirterek Alsancak Garı Saat Kulesi’nin saatinin “düzeltilebilir” olduğuna dikkat çekti. Pamukoğlu, “1870 senesinin saati, 154 yıllık bir saat... Bakımı yapıldığında günde 3 veya 4 saniye fark eder. Bu ise tarihi bir saat için ciddi bir ayar hassasiyetine sahip olduğunu gösterir” açıklamasında bulundu. Pamukoğlu, Alsancak Garı Saat Kulesi’nin saatinin faal bir vaziyette olduğunu, saat kuracak kimse olmadığı için elektronik olarak kendisi tarafından yapıldığını, elektrikle tetikleme sistemi çıkarıldığı zaman mekanik olarak saati çalıştırmanın mümkün olduğunu ve saatin tarihi dokusunun kesinlikle bozulmadığını ifade etti. Öte yandan Pamukoğlu, İzmir Konak Saat Kulesi, Şirinyer Nato Saat Kulesi gibi Alsancak Garı Saat Kulesi’nin de çan sistemine sahip olduğunu ancak bu çanların boşta bırakıldıkları için çalmadıklarını aktardı. Türkiye’de sadece saat kulelerinde değil, birçok tarihi yapıya baktığımızda çan seslerinin kapatıldığını görürüz. Alsancak Garı Saat Kulesi’nin kadranına dikkatli baktığınızda tahrip edildiğini görmeniz mümkündür. Kentin merkezi noktalarında birinde bulunmasına rağmen yeterli özeni göremeyen İzmir Alsancak Garı Saat Kulesi, birçok İzmirli tarafından ise unutulmuş durumda. Şehrin dokusunda yer alan herhangi bir tarihi eserin öncelikle şehirde yaşayanlar tarafından fark edilmesinin önemine değinen araştırmacı yazar Taşkıran, “Yeterli tanıtımın yapılmaması, göz önünde olmasına rağmen bir eserin unutulmasına yol açabilir. Bir şehirde yaşayanların bazı eserleri anımsama konusunda güçlük çekmeleri belki de bu ve benzeri nedenlere dayanır. Saat kulesi ve çevresini gösteren eski kartpostallara bakıldığında, meydana hakim konumuyla bu yapı hemen göze çarpar. Oysa bugün saat kulesi eski görselliğini ve meydana olan hakimiyetini yitirmiştir” der. Bu açıklama Alsancak Garı Saat Kulesi’nin günümüzdeki durumunu özetler niteliktedir. İZMİR FUARI SAAT KULESİ: ÇALINMIŞ ZAMAN İzmir Alsancak Garı Saat Kulesi’nin bu atıl halinden biraz daha ilerlediğinizde bu kez de bir başka saat kulesi olan İzmir Fuarı Saat Kulesi ile karşılaşılır. Kültürpark’ın içerisinde Lozan Kapısı’nın girişinde bulunan İzmir Fuarı Saat Kulesi, 1938’de mimar Harbi Hotan tarafından yapılır. İzmir Fuar alanındaki saat kuleli mekanın 1938 yılında açılarak önce Vakıflar Pavyonu, daha sonra Hindistan Pavyonu ardından da Pakistan Pavyonu olarak hizmet verir. Araştırmacı yazar Hakan Kazım Taşkıran bugün orijinal saati olmayan eski Vakıflar (Evkaf) Pavyonu Saat Kulesi için “çalınmış zaman” tanımlaması kullanır. Taşkıran bu durumu şöyle anlatır: “İzmir Fuarı’nın ilk yapıldığı zamanlar, Vakıflar Pavyonu adıyla anılan bu mekanın kulesinde, bir zamanlar İstanbul Çemberlitaş’ta atölyesi bulunan tanınmış saat ustası Mustafa Şemi Pek (1870-1955) tarafından üretilmiş bir mekanik saat vardı. Bugün kulede olması gereken saatin ve dört cephesinde yer alan kadranların yerinin boş olduğu görülmektedir. Kule saati üzerine Şevki Bilgili’den edindiğimiz bilgiye göre Mustafa Şemi pek imzasını taşıyan bu saat 1970- 1980 yılları civarında kuleden çalınmış, akıbeti ise bilinmiyor. Şevki Bey, ‘Büyük bir ihtimalle saat parçalanıp hurdaya gitmiştir diyor’ üzülerek...” Günümüzde ise İzmir Fuarı Saat Kulesi’ne her ne kadar orijinaline benzer yuvarlak kadranlı yeni bir saat takılmış olsa da buradaki saat ne yazık ki çalışmamaktadır. Saat ustası Feti Pamukoğlu’na göre, İzmir Fuarı Saat Kulesi’ndeki saatin temel sıkıntısı ise elektrik tesisatı ile ilgilidir. Fuar alanında topraklama sisteminin yapılmadığı, saatin aldığı enerji ile tükettiği enerji arasında dengenin olmaması saat kulesinin temel sıkıntılarını oluşturuyor. Pamukoğlu’na göre, İzmir Fuarı Saat Kulesi’nin düzgün çalışabilmesi için öncelikle belediyenin teknik ekipleri tarafından bu sorunların çözülmesi gerekiyor. İzmir Fuarı’nın ortasında yer alan bu tarihi saat yetkililerin ilgisini bekliyor. Düzenli bakım ve ilgiye sahip olmayan İzmir Fuarı Saat Kulesi, kentin en hareketli alanlarından birinde olmasına rağmen tarihsel ve kültürel ilgiyi göremiyor. BAYRAMYERİ SAAT KULESİ: UNUTULAN ZAMAN İzmir Bayramyeri Saat Kulesi unutuldu mu? diye soran araştırmacı yazar Taşkıran, “Her geçen gün önemini biraz daha yitiren mekanik kule saatleri, günümüzde şehirlerimizi süsleyen “yalnız” birer obje gibi dururlar, Bayramyeri Saat Kulesi de bunlardan biridir” diyor. Mimar Harbi Hotan’ın bir diğer saat kulesi eseri olan Bayramyeri Saat Kulesi, cumhuriyet dönemi eserlerinden biridir. Konak Varyant’ta bulunan Bayramyeri Saat Kulesi, Demokrat Parti döneminde Türkiye’de yapılmış tek saat kulesidir. Bu saat kulesi aynı zamanda çansız imal edilmiş bir sisteme sahiptir. Araştırmacı yazar Taşkıran, Bayramyeri Saat Kulesi’ne ilişkin şu bilgileri verir: “Demokrat Parti Dönemi, İzmir’in ilk büyük projelerinden biri olarak 15 Ocak 1956 tarihinde, saat 10.30’da törenle açılmıştır. Kule’nin yaklaşık iki yıl boyunca saatsiz kalmasının ardından Ekim 1957’de saat kuleye monte edilerek hizmete girmiştir. Tek makinalı, dört kadranlı olan Bayramyeri Saat Kulesi’nin kadran çapı 90 cm’dir. Haftada bir kez kurulan, çanı bulunmayan kule 60 kg ana ağırlık, 18 kg sarkaç ağırlığıyla çalışır ve yerden yüksekliği yaklaşık 14,5 m’dir.” Bayramyeri Saat Kulesi’nin en önemli özelliklerinden biri kule saatinin, dönemin koşullarda İzmirli bir saat ustası olan Şevki Bilgili tarafından İzmir’de üretilmiş, el yapımı mekanik saat olmasıdır. Taşkıran, “Bu saat kulemizin yaşı yarım yüzyılı aşmış olmasına karşın modernliği algılan(a) mamış, şehrin kültür varlıkları içerisinde yerini alamamış, klasikleşmeye başlandığında ise henüz fark edilememiş, adeta unutulmuş bir tarihi eserimizdir” diye yazar. Bayramyeri Saat Kulesi’nin diğer saat kulelerinden ayıran bir diğer fark ise pazaryeri çevresine kurulmasıdır. 1957 yılından itibaren çalışan saat kulesinin günümüzdeki durumuna bakıldığında saatin işlevselliğini koruduğu görülüyor. Bakım ve onarımını ise 1994’ten beri saat ustası Feti Pamukoğlu yapıyor. Pamukoğlu, buradaki saatin düzgün çalıştığına vurgu yaparken, zaman zaman 4 kadran arasında senkronizasyon sorununun yaşandığını söylüyor. Pamukoğlu’na göre, bu sorun belediye ekipleri tarafından içeride yapacakları tadilatla çözülebilir niteliktedir. Varyant’ta bulunan bu tarihi saat kulesi her ne kadar “bakımlı” bir saat kulesi olsa da kentin kültürel ve tarihi simgeleri arasında hak ettiği değeri göremeyen yeterli tanıtım yapılmadığı için göz ardı edilen, birçok vatandaş tarafından bilinmeyen, kentin kayıp yapılarından biridir. İZMİR AGİA FOTİNİ SAAT KULESİ: KAYIP ZAMAN İzmir’in en eski saat kulesi bugün izi dahi kalmamış olan İzmir Agia Fotini Saat Kulesi’dir. Araştırmacı yazar Taşkıran’ın “kayıp zaman” olarak nitelendirdiği İzmir Agia Fotini Saat Kulesi ile ilgili bilgiler yok denecek kadar azdır. Bu anlamda Taşkıran’ın değerlendirmeleri oldukça kıymetlidir. İzmir Agia Fotini Saat Kulesi yaklaşık olarak 1856 yılında inşa edilirken saatin kuleye eklenme tarihi ise 1892 yıllarına tekabül eder. Kilise’nin çan kulesinin yüksekliğine dair 33 metre olduğu bilgisi ise tartışmalıdır. Taşkıran, bu yükseklik bilgisinin Hz. İsa’nın öldüğü yaş ile ilişkilendirildiğine dikkat çekerek kulenin yüksekliğinin 33 değil 25 metre olduğunu ifade eder. İzmir Agia Fotini Saat Kulesi farklı tarihlerde meydana gelen birçok deprem ve yangından etkilenerek yıkılıp yeniden inşa edilir. Taşkıran şöyle yazar: “1891 yılında restore edilen yapının çan kulesine 1892 yılında, İzmirli hayırsever bir Ortodoks olan Acitiris’in hediyesi Bavyera yapımı, dört kadranlı büyük bir mekanik saat eklenmiştir. Çan kulesinin üzerinde “iliu ater sigo” yazan (Güneş olmayınca suskunum) bir de güneş saati vardı.” İzmir Agia Fotini Saat Kulesi, 1922 yılında meydana gelen İzmir Yangını’nın ardından ise tamamen ortadan kalkar. Yeniden inşa edilmeyen kule, artık Taşkıran’ın ifadesiyle “kaybedilen” bir zamandır. Agia Fotini Kilisesi’nin eski Karacan Dershanesi binasının bulunduğu alanda olduğu tahmin ediliyor. İzmir Agia Fotini Saat Kulesi, tarihi ve kültürel bir eser olarak varlığını kaybettiğimiz, toplumsal bellekte de izi git gide silinen İzmir’in ilk ve en eski saat kulelerinden biridir. Her şehir, kendine özgü tarihi yapılarla şekillenir; bu yapılar sadece estetik değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal önem taşır. Bu bağlamda, İzmir'in ilk saat kulesi olan ve günümüzde tamamen kaybolmuş İzmir Agia Fotini Saat Kulesi, toplumsal bellek ve kent kimliği üzerine önemli bir örnek teşkil eder. İzmir Agia Fotini Saat Kulesi gibi yapılar, toplumsal hafızanın bir parçasıdır ve bunların korunması, geçmişin izlerini geleceğe taşır. Ancak bu yapıların yok olması, sadece fiziksel bir kayıp değil, aynı zamanda toplumsal belleğin bir parçasının silinmesine neden olur. Bu tür yapılar kaybolduğunda, kent kimliği eksilir ve kolektif hafıza da zayıflar. HİSAR CAMİSİ MUVAKKİTHANESİ: FARK EDİLMEYEN ZAMAN İzmir’in tarihi saatlerinden biri de Hisar Camii Muvakkithanesi’dir. Hisar Camii Muvakkithanesi için cephe ya da meydan saati dememiz daha uygun olur. Arapça’da “vakit”ten gelen “muvakkit” isminin “vakit tayin eden kişi” anlamına geldiğini ifade eden Taşkıran, Hisar Cami Muvakkithanesi’nin İzmir camileri içinde günümüze ulaşan tek örnek olduğunu yazar. Taşkıran saatle ilgili şu bilgileri verir: “Saatin içe bakan kadranı Romen rakamlı dışa bakan kadranı ise Arap harflidir. Saatin caminin bu bölümüne yaklaşık olarak en erken 19. yüzyıl sonu veya 20. yüzyıl başında yapıya eklenmiş olduğu tahmin ediliyor.” Günümüzde tarihi Kızlarağası Hanı çevresinde bulunan Hisar Camii Muvakkithanesi’nin saati, kentin çalışmayan saatlerden birine daha örnektir. Saatin mekanizmasının çalındığı ya da kaybolduğu rivayet edilir. Konuya ilişkin görüştüğümüz kent gözlemcisi ve yazar Orhan Beşikçi, “Muvakkithaneler, mekanik saatlerin icadından önceki dönemlerde, muvakkitlerin gökyüzünü izleyerek ezan vaktini tayin ettiği yerler olarak bilinir. Hisar Camisi’nin girişinde bulunan muvakkithane meydanın kalabalığından ve çevresindeki düzensizlikten dolayı fark edilememekte” dedi. Öte yandan Beşikçi muvakkitlerin yanı sıra camilerde ve mescitlerde kullanılan eski mekanik saatler hakkında da dikkat çeken değerlendirmelerde bulunarak, “Hisar Camisi’nin depolarında bulunan ve dışarıdan gelme ahşap kasalı, üzerinde süslemeleri olan yaklaşık 2,14 metre yüksekliğinde olan pandüllü el emeğiyle yapılmış üç saat Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından onarıldı, şimdi vakıflar bölge müdürlüğünün memur odalarında duruyor” açıklamasında bulundu. Beşikçi, tarihi saatlerin memurların odasında durmaları yerine bir müzede sergilenebileceklerini aktardı. Tarihi Hisar Camisi Muvakkithanesi’nin saatin çalışmaması, İzmir’in kent belleği ve tarihi açısından büyük kayıplardan biridir. Tarihi yapıların korunması ve yaşatılması, sadece fiziksel yapıların değil, aynı zamanda bu yapıların kent belleğinde bırakacağı izlerin de korunmasını da gerektirir. Ancak Hisar Camii Muvakkithanesi’ne gerekli ilgi ve bakımın yapılmaması, kentin kültürel zenginliklerinin yeterince değerlendirilememesine yol açmaktadır. Yetkililerin, Hisar Camii Muvakkithanesi’ne yönelik restorasyon ve tanıtım çalışmalarını hızlandırması, bu tarihi yapıyı kent tarihi ve kültürel mirası açısından tekrar işlevsel hale getirmesi açısından önemlidir. BUCA SAAT KULESİ: UMURSANMAYAN ZAMAN İzmir, tarihi saat kulelerinin yanı sıra yeni inşa edilen saat kulelerine de ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Yeni inşa edilen saat kulelerin başında ise Buca’nın Gediz Mahallesi’nde 2007 yılında dönemin Belediye Başkanı Cemil Şebboy tarafından açılan Buca Saat Kulesi geliyor. Ankaralı Kapart firmasından Heykeltraş Metin Uçak tarafından yapılan dört cepheli ve 8,5 metre yüksekliğindeki bu meydan saati uydu bağlantılı elektro- mekanik bir sisteme sahiptir. Araştırmacı yazar Taşkıran, “Oldukça sürrealist forma sahip olan bu zaman anıtının meydan saatlerinin modasının geçtiği bir dönemde, şehir ve ilçe merkezinin dışında bir yere yapılmış olması dikkat çekiyor” der. Buca Saat Kulesi, yıllardır çalışmayan ve bakımsız bırakılan yapılardan biridir. Saat ustası Feti Pamukoğlu, Buca Saat Kulesi’nin bakımı ile ilgili en son 2017 yılında teklif verdiğini ancak belediye tarafından herhangi bir ödenek ayrılmadığı için saatle ilgili gerekli çalışmaları yapamadığını aktarır. Bu durum, Buca Saat Kulesi’nin hem işlevselliğini yitirmesine hem de toplumsal bellekteki öneminin azalmasına yol açmaktadır. İzmir’in en büyük ilçelerinden biri olan Buca’nın merkezinde, çalışmayan bir saatin bulunması, belediyenin kente olan ilgisi hakkında da bilgi verir. İşlevsel olarak eksiklikleri olan bir yapının, kent merkezinde “bozuk” bir şekilde bekletilmesi yetkililerin şehir hayatına gösterdikleri önemi yansıtırken bu durum, toplumsal algıyı olumsuz yönde etkilemekte, kent yönetiminin sorumluluklarını yerine getirmediği izlenimini uyandırmaktadır. Öte yandan Buca’daki diğer saat kulelerinden Dokuz Eylül Rektörlük ve Tınaztepe Saat kulelerine bakıldığında da benzer sorunlarla karşı karşıya kaldıkları görülür. Tınaztepe Kampüsü’ndeki saat kulesi, büyüklüğü ve çapıyla dikkat çekerken, bu yeni inşa edilen saatlerin uzun süre çalışmaması, kentin bilinmeyen ve işlevsiz bırakılan yeni saatlerine örnek teşkil eder. Bu yapılar, Buca’nın kent kimliği ve estetik değerleri açısından önemli olmalarına rağmen atıl durumda bırakılmışlardır. YETKİLİLERE ÇAĞRI İzmir’in tarihi ve kültürel miraslarından biri olan saat kulelerine bakıldığında, İzmir Konak Saat Kulesi dışında kalan saatlerin çeşitli sorunlarla karşı karşıya kaldıkları görülüyor. Şehirdeki saat kulelerinin düzenli bakımlarının yapılmadığı, gerekli ödeneklerin ayrılmadığı ve bazı saatlerin atıl durumda bırakıldığı gözlemleniyor. Saatlere yönelik tanıtımlarının yapılmaması saatlerin değersizleşmesine, unutulmasına, toplumsal hafızada yer almamalarına neden oluyor. Bu tarihi yapılar, İzmir’in kültürel kimliğinin önemli bir parçası olarak korunmaya ihtiyaç duyarken, geçmişten gelen bu mirasın “toplumsal hafıza mekanları” olarak geleceğe taşınması önem arz ediyor. Bu kapsamda değerlendirmelerde bulunan Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Gökçen Başaran İnce; saat kulelerinin, her topluluğun kendisini bir zaman ve mekan algısıyla inşa ettiği fikrine dayandığında, kültürel belleğin zedelenmeden kuşaklararası sürekliliği için korunması, özenilmesi gereken yapılar olduğunun altını çiziyor. Doç. Dr. İnce, “Saatler geçmişi hatırlatan, toplumun geçmişiyle bağlarının sürmesini sağlayan, onu kimliklendiren birer “hafıza mekanı” aynı zamanda. Ne kadar tahrip edilmemiş bir tarih dokusu ile çevrili olursak, o kadar kolektif kimliğimizin nitelikleri bizde merak uyandırır ve hafızamız uyarılır. Bu nedenle bu yapıların hem korunması hem de aslına uygun biçimde restore edilmesi kültürel belleğimizin sürdürülebilirliği açısından çok önemli” diyor. Sonuç olarak, İzmir’deki saat kulelerinin korunması ve düzenli bakımının yapılması, kentin kültürel mirasının geleceğe taşınması açısından büyük önem taşıyor. Bu tarihi yapıların hem fiziksel hem de kültürel değerlerinin korunması, şehrin tarihsel dokusunun devamlılığı için yetkililere önemli görevler düşüyor.

Kayseri'nin tarihî zenginliği: Kültepe-Kaniş-Karum'da keşfedilen 'Kültepe Peyniri' ve antik ticaretin izleri Haber

Kayseri'nin tarihî zenginliği: Kültepe-Kaniş-Karum'da keşfedilen 'Kültepe Peyniri' ve antik ticaretin izleri

Kayseri-Sivas kara yolu üzerinde bulunan Kültepe-Kaniş-Karum Ören Yeri'nde Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığındaki kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde ve Kayseri Büyükşehir Belediyesinin destekleriyle devam ederken, elde edilen bulgular tarihe ışık tutuyor. 6 bin yıllık köklü geçmişi olan Kültepe Kaniş-Karum Ören Yeri'nde kazı çalışmaları 76. yılına girerken, Kazı Başkanı Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu; günümüzden 4 bin yıl önce bölgede 'Kültepe Peyniri' olarak tabir edilen özel bir peynirin bulunduğunu ve insanların bu peyniri yolculuk yaparken yanlarında götürdüklerini kaydetti. Bugünkü coğrafyada ne varsa 4 bin yıl önce de benzerlerini gördüklerini aktaran Kültepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu, "Aslında bugün olduğu gibi o dönemde de Anadolu benzer şartlara sahipti, tarım ve hayvancılık anlamında. Aslına bakarsanız belki daha önceden gelen gelenekler bugüne kadar da devam etti, kesintiye uğramadan. Ciddi olarak bir devamlılık var. Bu devamlılık çerçevesinde ilginç şeyler de karşımıza çıkıyor. Biliyorsunuz Kayseri, İç Anadolu Bölgesi'nde özel bir yer. Bütün Türkiye hatta dünyaya sorsanız Kayseri pastırmayla anılır. Yazılı belgelerde de bu konuyla ilgili olarak da birçok belge var. Net olarak 2 tablette çok özel bilgiler var. O zamanki insanlar yolculuğa çıkarken yanlarında kutulanmış, dilimlenmiş, kurutulmuş et götürüyorlar. Bugün bile günümüz şartlarında normal bir sandviç hazırlama gibi olayın benzerleri. Bir de ilginç olarak yan ürün daha var, peynir. 4 bin yıl önce Kaniş Peyniri denilen bir peynir var. Bunu da yanlarında götürdüklerini okuyoruz bu tabletlerden. Açıkçası bugünkü coğrafyada ne varsa 4 bin yıl önce de benzer şekilde aynı ürünleri görüyoruz" ifadelerini kullandı. "Özel bir peynir" O dönemki insanların 'Kültepe Peyniri' olarak adlandırmasının peyniri özel kıldığını da sözlerine ekleyerek; "Kültepe'nin özelliği daha önce adını koyamadığımız her türlü obje için Asurluların bıraktığı belgelerde bunların isimlerini görüyoruz. Bunlar arasında da 'Kaniş Peyniri' denilen bir peynir var. Muhakkak ki özel bir peynir olmasa 'Kaniş Peyniri' demeyecek, sadece peynir diyecek" diye konuştu. Kayseri-Sivas kara yolu üzerinde bulunan Kültepe-Kaniş-Karum Ören Yeri'nde Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığındaki kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde ve Kayseri Büyükşehir Belediyesinin destekleriyle devam ederken, elde edilen bulgular tarihe ışık tutuyor. 6 bin yıllık köklü geçmişi olan Kültepe Kaniş-Karum Ören Yeri'nde kazı çalışmaları 76. yılına girerken, Kazı Başkanı Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu; günümüzden 4 bin yıl önce bölgede 'Kültepe Peyniri' olarak tabir edilen özel bir peynirin bulunduğunu ve insanların bu peyniri yolculuk yaparken yanlarında götürdüklerini kaydetti. Bugünkü coğrafyada ne varsa 4 bin yıl önce de benzerlerini gördüklerini aktaran Kültepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu, "Aslında bugün olduğu gibi o dönemde de Anadolu benzer şartlara sahipti, tarım ve hayvancılık anlamında. Aslına bakarsanız belki daha önceden gelen gelenekler bugüne kadar da devam etti, kesintiye uğramadan. Ciddi olarak bir devamlılık var. Bu devamlılık çerçevesinde ilginç şeyler de karşımıza çıkıyor. Biliyorsunuz Kayseri, İç Anadolu Bölgesi'nde özel bir yer. Bütün Türkiye hatta dünyaya sorsanız Kayseri pastırmayla anılır. Yazılı belgelerde de bu konuyla ilgili olarak da birçok belge var. Net olarak 2 tablette çok özel bilgiler var. O zamanki insanlar yolculuğa çıkarken yanlarında kutulanmış, dilimlenmiş, kurutulmuş et götürüyorlar. Bugün bile günümüz şartlarında normal bir sandviç hazırlama gibi olayın benzerleri. Bir de ilginç olarak yan ürün daha var, peynir. 4 bin yıl önce Kaniş Peyniri denilen bir peynir var. Bunu da yanlarında götürdüklerini okuyoruz bu tabletlerden. Açıkçası bugünkü coğrafyada ne varsa 4 bin yıl önce de benzer şekilde aynı ürünleri görüyoruz" ifadelerini kullandı. "Özel bir peynir" O dönemki insanların 'Kültepe Peyniri' olarak adlandırmasının peyniri özel kıldığını da sözlerine ekleyerek; "Kültepe'nin özelliği daha önce adını koyamadığımız her türlü obje için Asurluların bıraktığı belgelerde bunların isimlerini görüyoruz. Bunlar arasında da 'Kaniş Peyniri' denilen bir peynir var. Muhakkak ki özel bir peynir olmasa 'Kaniş Peyniri' demeyecek, sadece peynir diyecek" diye konuştu.

Alaşehir tarihiyle dünyayı ilçeye çekecek Haber

Alaşehir tarihiyle dünyayı ilçeye çekecek

Dünyaca ünlü çekirdeksiz sultani üzümün yetiştirildiği, denizi ve sınır kapısı olmamasına rağmen ilçede bulunan Gümrük Müdürlüğünden yaş meyve ve sebze ihracatı gerçekleştiren Alaşehir, ekonomi alanındaki başarısının yanında kültürel zenginlikleriyle de dikkat çekiyor. İncil'de adı geçen 7 kiliseden biri olan Saint Jean Kilisesi'ne ev sahipliği yapan ve Philadelphia antik şehri üzerine kurulu ilçe, turizm kenti olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Alaşehir Belediyesinin önemli restorasyon çalışmalarıyla ilçedeki pek çok kültürel değer günümüze kazandırılırken, turistlerin kenti tek başlarına bile rahatça gezebilmeleri için birçok noktaya yönlendirme levhaları konuldu. Yönlendirme levhalarıyla kentin kültürel değerlerini gezebilen turistler kare kodları telefonlarına okutarak hem İngilizce hem de Türkçe olarak o bölge hakkında tüm bilgilere ulaşabiliyorlar. Ekonomi kenti Alaşehir'i kültür yol haritasında önemli bir noktaya taşımak isteyen Alaşehir Belediyesi yaptığı yatırımlarla ilçeyi bacasız sanayi kenti haline getirmeyi hedefliyor. Belediye yaptığı çalışmalarla turizmi hareketlendiriyor Birçok antik yapıya ev sahipliği yapan Alaşehir için proje hazırladıklarını söyleyen Alaşehir Belediye Başkanı Ahmet Öküzcüoğlu, “Alaşehir milattan önce 150. yıllarda eski antik şehir Philadelphia üzerine kurulu bir ilçe. Bununla birlikte turizm yol haritamızda tarihi kentler birliğine bütüncül proje yazdık. Bu projemiz anıt ağaçların tescili, Toptepe bölgesinde arkeopark kurulumu, Bakkal Şükrü Evi'nin kent müzesi haline getirilmesi, Alakent Evimizin Alaşehir Kongresi'nin canlandırılacağı bir müze haline getirilmesi, ayrıca UNESCO Miras Listesi'ne Alaşehir kapamasını ve tahinli pidesini işletip, Turizm Bakanlığının haritasına Alaşehir işlendi. Bu yol haritamızdan sonra Belediyeler Birliğine de proje yazdık. Bu proje sayesinde Alaşehir ilçesine yönlendirme levhalarını koyduk. Artık turistlerimiz o levhalarını takip ederek ilçede gezebiliyorlar. Gezdikleri yerlerde de bilgilendirme panolarımız var. O panolar kare kodlu olup telefondan okutulduğunda o bölgenin tarihçesini İngilizce ve Türkçe olarak oradan takip edebiliyorsunuz. Belediyeler Birliğine ve Tarihi Kentler birliğine teşekkür ediyoruz. Kurşunlu Hanımızda da turistlerin gezebileceği yöresel ürünleri satın alıp lezzetlerini tadabileceği bir yer haline getireceğiz” dedi. “Jeotermal turizm canlanacak” İlçe aynı zamanda önemli jeotermal kaynaklarına da ev sahipliği yapıyor. Bu konuda da girişimlerini devam ettirdiklerini söyleyen Başkan Öküzcüoğlu, “İleride jeotermal turizmi canlandıracak 3 bölge ilan ettik. Jeotermal turizmi de Alaşehir'de görmek istiyoruz. Alaşehir bir arkeopark. Mozaikleri, yer altı tünelleri, tapınakları, amfitiyatrosu, Kurşunlu Hanı, Saint Jean Kilisesi, dini turizm açısından 7 kilisenden birisi, yamaç paraşütünü de ortaya koyuyoruz. İleride Alaşehir'i turizm açısından farklı bir yerde göreceksiniz” diye konuştu.

Bu projeyle Karadeniz'de tarihin Haber

Bu projeyle Karadeniz'de tarihin "kalbine" dalacaklar

Kocaeli'nin Kandıra ilçesinde bulunan Kerpe, Karadeniz'e kıyısı olan bir bölgedir. Helenistik dönemden beri tanınan ve bereketli iklimiyle bilinen Kerpe, Helen dilinde "çanak, çömlek, testi, küp" anlamına gelen "Kalpe" ismiyle öne çıkmaktadır. Tarihi boyunca ticari bir merkez olarak önemini koruyan Kerpe, Roma, Bizans ve Ceneviz dönemlerinde gemilerin uğrak noktası olmuştur. Osmanlı döneminde de Kerpe koyu, İstanbul'un odun, kömür ve tomruk gibi ihtiyaçlarını karşılamak için önemli bir rol oynamıştır. Kerpe'deki her dönemde canlı ticaret hayatı ile önemli bir rol oynamış olan Antik Kalpe Limanı'na ait mendirek kalıntılarının büyük bir kısmının su altında bulunması, 2020 yılında su altı kazı çalışmalarının başlamasına neden oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izinleriyle yürütülen bu çalışma, Türkiye'nin Karadeniz kıyılarındaki ilk bilimsel sualtı kazısı olma özelliğini taşıyor. Kocaeli Müze Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen bu çalışma büyük ilgiyle karşılandı ve Kerpe'nin tarihine ışık tutacak önemli bulgular ortaya çıkarmayı hedefliyor. Dalış yaparak kalıntılara ulaşan kazı ekibi, karadan 80 metre uzaklıkta ve 4 metre derinlikte geçmişin izlerine rastladı. Yaklaşık 2 bin metrekarelik bir alana yayılan kalıntılar arasında, milattan önce 4. yüzyıldan milattan sonra 12. yüzyıla kadar uzanan tarihi buluntular bulunuyordu. Ekipler, antik limana ait 2 mendirek parçası ve çok sayıda amfora kalıntısını suyun altından çıkardı. Bu önemli eserler, Kocaeli Arkeoloji Müzesi'nde "Karadeniz'in Sessiz Limanı: Kalpe" adıyla düzenlenen sergiyle tarih meraklılarının ilgisine sunuldu. Müzeye gelen ziyaretçilere, Kocaeli Müze Müdürlüğü Çukurbağ Arkeolojik Kazı Ekibi eşlik ederek, kazılar ve ortaya çıkan tarihi eserler hakkında bilgi veriyor. Ayrıca, Kocaeli Müze Müdürlüğü tarafından hazırlanan "Kerpe Sualtı Arkeoparkı Projesi", Doğu Marmara Kalkınma Ajansı'nın (MARKA) Destek Programı kapsamında kabul edildi. Bu proje sayesinde Türkiye'de ilk defa gerçek eserlerin sergilendiği bir su altı arkeoparkı oluşturulacak. Böylece turizm potansiyeli artacak olan bölge, aynı zamanda dalış turizmi için de cazip hale gelecek. Kocaeli Müze Müdürü Serkan Gedük, yaptığı açıklamalarda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izinleri doğrultusunda başlattıkları su altı kazı çalışmalarında önemli eserlere ulaştıklarını belirtti. Elde ettikleri kültür varlıklarını Cumhuriyet'in 100. yılına ithafen Kocaeli Arkeoloji Müzesinde sergilediklerini dile getiren Gedük, "Karadeniz'in Sessiz Limanı: Kalpe" adını verdikleri serginin, bölgedeki su altı tarih zenginliğini vurgulamak amacıyla düzenlendiğini vurguladı. Serkan Gedük, Kerpe koyunda yürütülen bu çalışmanın Türkiye'nin Karadeniz kıyılarındaki ilk bilimsel sualtı kazısı olduğunu ve bu nedenle büyük önem taşıdığını belirterek, "Bu çalışma, Karadeniz'in Antik Çağ'dan Osmanlı dönemine kadar olan ticari ilişkilerini vurgulaması açısından son derece kıymetlidir. Su altı kazıları sırasında ortaya çıkan kültür varlıkları, bu dönemdeki ticari ilişkilerin ve bölgedeki yaşamın izlerini taşımaktadır. Bu çerçevede, müzemizde çıkan kültür varlıklarını kronolojik olarak ve canlandırmalarla sergilemeye çalışıyoruz" dedi. Gedük, kazı çalışmaları sırasında milattan önce 4. yüzyıldan milattan sonra 12. yüzyıla kadar uzanan tarihi bir kronoloji sağlayan ticari amfora kalıntılarından, kırmızı astarlı seramiklere, kandillere, lüle parçalarına ve Osmanlı dönemine ait çeşitli kültür varlıklarına kadar birçok önemli eserin tespit edildiğini belirtti. Ayrıca, bölgede belirlenen batık kalıntılarıyla birlikte birçok su altı kültürel mirasının keşfedildiğini vurguladı. Müze Müdürü Serkan Gedük, kazı çalışmalarının yanı sıra bölgenin turizm potansiyelini artırmayı da amaçladıklarını belirterek, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Doğu Marmara Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle "Kerpe Sualtı Arkeoparkı Projesi"nin hayata geçirileceğini açıkladı. Bu pilot projeyle, bölgenin 2024 yılı içinde tamamlanması hedefleniyor. Gedük, projenin bölgenin özellikle dalış turizmine açılmasını sağlayacağını vurgulayarak, su altı kültürel mirasına ve dalış turizmine olan ilginin artmasıyla birlikte Karadeniz'e yapılan dalışların sayısının da artacağını belirtti. Aynı zamanda, bölgenin sadece dalış turizmi değil, aynı zamanda kültürel miras açısından da önemli bir destinasyon haline gelmesinin hedeflendiğini ifade etti. 6. sınıf öğrencisi Alper Er, müzedeki tarihi eserleri inceleyerek müzenin güzelliğinden etkilendiğini belirterek, özellikle su altı bölümünü beğendiğini ifade etti. Suyun altından çıkarılan eserleri hayranlıkla inceleyen Aybüke Binci ise müzenin gezip görmesiyle çok güzel bir etki bıraktığını söyledi. Çıkarılan eşyaların ilgisini çektiğini belirten Binci, bölgenin deniz çevresinde olması ve bu serginin yapılmasının da hoş bir detay olduğunu dile getirdi. Ayrıca, bu tür çalışmaların yapılmasının ve bu eserlerin görülmesinin kendisine onur verdiğini ifade etti.

Ünlü tarihçi Murat Bardakçı kimdir? Haber

Ünlü tarihçi Murat Bardakçı kimdir?

Murat Bardakçı kimdir? Murat Bardakçı, 25 Aralık 1955 tarihinde gazeteci İlhan Bardakçı ve Nemika Bağ'ın tek çocuğu olarak İstanbul Pakize Hanım Doğum Kliniği'nde dünyaya geldi. Ankara Atatürk Lisesi'nde eğitimini tamamlayarak Taş Mektep olarak bilinen bu okulu bitiren Murat Bardakçı, ailesinin 1966'da ayrılmasının ardından Ankara Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden 1978 yılında mezun oldu. Ancak ilgi alanı tarih olduğu için tarih konusunda uzmanlaştı. Bardakçı; Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Türkçe dahil olmak üzere beş dil bilmektedir. Murat Bardakçı’nın çalışmaları nelerdir? Musikiye olan ilgisini Selahattin Tanur ile tambur ve eser meşk ederek geliştiren Murat Bardakçı, Tanur'dan icazet aldı. Ekrem Karadeniz ile teori, teori tarihi ve ses sistemi üzerine çalışmalar yaptı. Fahire Fersan ve Vecdi Seyhun'dan da destek alarak ilgi alanını daha sonra musiki tarihine yoğunlaştı. Abdülbaki Gölpınarlı'dan şarkiyat kaynakları ve metodolojisi konularında büyük ölçüde faydalandı. Ayrıca, Türk ve İslam müziği tarihiyle ilgili kitaplar, belgeler, fotoğraflar, filmler ve ses kayıtları gibi arşiv malzemelerini topladı ve geniş bir nota koleksiyonu oluşturdu. Türk müziği tarihiyle ilgili birçok araştırması yayımlandı. Murat Bardakçı, dönemin sadrazamı Talât Paşa'nın özel arşivinden yararlanarak 1915 Ermeni Kırımı'ndaki olayları konu alan Talât Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi adlı kitabı yazdı. Ayrıca, 2006 yılında Kanal D'de yayımlanan ve 4 bölümden oluşan Son Osmanlılar belgeselinin senaryosunu kaleme aldı. 2008 yılında başladığı Tarihin Arka Odası programını, Habertürk televizyonunda Erhan Afyoncu ile birlikte sunarak Mart 2009'dan Ekim 2015'e kadar devam etti. Haberturk.com'da yazılarına devam eden Bardakçı, 1 Mart 2009'dan beri Gazete Habertürk'te pazartesi, çarşamba ve cuma günleri köşe yazıları, pazar günleri ise tam sayfa olmak üzere haftada dört kez yazmaktadır. Ayrıca, 30 Mayıs 2010 tarihi itibarıyla Habertürk Tarih dergisinin hazırlıklarını yapmaktadır. Murat Bardakçı, 2009 yılında uzun süredir birlikte olduğu Ayşegül Manav ile hayatını birleştirdi. Murat Bardakçı kitapları 1991 – Son Osmanlılar & Osmanlı Hanedanı'nın Sürgün ve Miras Öyküsü 1992 – Osmanlı’da Seks 1993 – Fener Beyleri’ne Türk Şarkıları 1995 – Refik Bey 1998 – Şahbaba: Osmanoğulları'nın son hükümdarı VI. Mehmed Vahideddin'in hayatı, hatıraları ve özel mektupları 2008 – Talât Paşa'nın Evrak-ı Metrukesi 2011 – Neslişah 2013 – Üçüncü Selim devrine ait bir Bostancıbaşı defteri 2014 – İttihadçıʹnın sandığı: İttihat ve Terakki liderlerinin özel arşivlerindeki yayınlanmamış belgeler ile Atatürk ve İnönü dönemlerinde Ermeni gayrimenkulleri konusunda alınmış bazı kararlar 2015 – Enver 2017 – Safiye 2017 – Neslishah: The Last Ottoman Princess 2018 – Yıkılış ve kuruluş: Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş belgeleri 2019 – Bir Devlet Operasyonu 19 Mayıs Ciltli: Mustafa Kemal Paşanın Samsun Yolculuğu ve Yolculukla İlgili Belgeler 2021 – "Sizi serbest bırakmayı muvafık bularak tatlîk ettim!": Mustafa Kemal Paşa ile Lâtife Hanım'ın boşanmalarının belgeli öyküsü 2022 – Atatürk’ün Mutfağı Ciltli: Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofrasında Yenenler, İçilenler, Mutfak Harcamaları ve Personel Masrafları 2023 – Reddimiras Murat Bardakçı kimin torunu? Murat Bardakçı’nın Cemal Bardakçı adlı dedesi, Denizli, Diyarbakır, Elâzığ, Çorum ve Konya valilikleri yapmıştır ve aynı zamanda Millî Mücadele kahramanlarından biridir. Murat Bardakçı hangi partili? Murat Bardakçı, Adalet ve Kalkınma Partilidir.

Hocaların Hocası olarak tanınan tarihçi Halil İnalcık kimdir? Halil İnalcık neden önemli? Haber

Hocaların Hocası olarak tanınan tarihçi Halil İnalcık kimdir? Halil İnalcık neden önemli?

Ülkemizde hizmet veren en önemli tarihçilerden biri olan Halil İnalcık kimdir? Halil İnalcık hayatı boyunca çok sayıda esere imzasını atmayı başardı. Günümüzde dünya çapında tanınan önemli tarihçilerin yetişmesini sağlayan ve “Tarihçilerin Kutbu” olarak tanımlanan Halil İnalcık hakkında merak edilen temel bilgiler, haberimizin devamında sizin için derledik. Halil İnalcık kimdir? Halil İnalcık, 1916 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Türk tarihine damgasını vuran, "Hocaların Hocası" olarak anılan bu büyük tarihçi, başarıları ve tarihe olan katkılarıyla tanınmış bir akademisyen olarak biliniyor. İlköğrenimine Ankara Gazi Mektebi'nde başlayan Halil İnalcık, son yılını Sivas Muallim Mektebi'nde tamamladı. Orta öğrenimini ise Ankara Gazi Muallim Mektebi'nde bitiren İnalcık, Türk tarihine olan ilgisini burada daha da pekiştirdi. Halil İnalcık akademik kariyerine nerede başladı? 1936 yılında Ankara Üniversitesi Yeni Çağ Tarih bölümünden mezun olan Halil İnalcık, akademik kariyerine asistanlık yaparak başladı. Büyük Rivat'e Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı konulu teziyle doçentliğe yükselen İnalcık, Türk Tarih Kurumu üyeliğine seçildi ve akademik dünyada saygın bir konuma ulaştı. İngiltere'de bulunan British Museum'da gerçekleştirdiği çalışmalarla uluslararası alanda tanınan bir isim haline gelen Halil İnalcık, 1951 yılında Türkiye'ye döndü. Yabancı dillerdeki başarılı yayınları, onun dünya genelinde takdir toplamasına ve bilim dünyasında önemli bir konum elde etmesine katkı sağladı. 1993 yılında Bilkent Üniversitesi'nde Tarih Bölümü'nü kurarak akademik mirasını sürdüren İnalcık, Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından sosyal bilimler alanında dünya genelindeki 200 bilim adamı arasında gösterildi. Halil İnalcık kaç yaşında vefat etti? Tarihçilerin Kutbu olarak anılan Halil İnalcık, 25 Temmuz 2016 tarihinde tedavi gördüğü hastanede 99 yaşında yaşamını yitirdi. Ölümü, Türk tarihçiliğinde büyük bir kayıp olarak değerlendirildi. Halil İnalcık kitapları Yaşamı boyunca çok sayıda kitap yayınlayan Halil İnancık’ın kitaplarından bazılarının isimleri şu şekildedir: Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler Milli Mücadele Tarihi 1908 – 1923 İmparatorluktan Cumhuriyete Fatih Sultan Mehemmed Han Atatürk ve Demokratik Türkiye Osmanlı'da Devlet Hukuk ve Adalet Türklük Müslümanlık ve Osmanlı Mirası Has-Bağçede Ayş u Tarab Rönesans Avrupası Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları (1302-1481)

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.