[tag] Haberleri |İlkses Gazetesi - Son Dakika [tag] Haberleri

#yoksulluk

yoksulluk haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, yoksulluk haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Yoksulluk çocukları okuldan uzaklaştırdı Haber

Yoksulluk çocukları okuldan uzaklaştırdı

SEMİ TEKTAŞ-ÖZEL HABER - Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) verilerine göre 2023-2024’te eğitim dışındaki çocuk sayısı yüzde 38,4 artarak yaklaşık 612 bin 814’e yükseldi. Bu sayıyla eğitim dışındaki çocuk sayısı son üç yılın en yüksek seviyesine çıktı. 2023-24’te eğitim dışındaki çocukların yüzde 53,6’sı erkek, yüzde 46,4’ü kız çocukları oluşturdu. Geçtiğimiz yılda ise yüzde 49,9 erkek, yüzde 50,1’ni kız çocuğu olmak üzere 442 bin 643 çocuk eğitimin dışında kaldı. Eğitim dışında kalan çocuk sayısında görülen artış ve bu artışın ağırlıklı olarak erkek çocuklarda olması eğitimciler tarafından ekonomik krizin eğitimden kopuşta etkili olduğu belirtiliyor. Erkek çocuklarının eğitim yerine hane giderinde yardımcı olması, kız çocuklarının yine mali sıkıntılar nedeniyle eğitim alması yerine erken ve zorla evlilikler ile ev içi bakım yükü sırtlarına bindiriliyor. Yaş gruplarına göre bakıldığında ise 6-9 yaş grubunda yaklaşık 73 bin 872 çocuk, 10-13 yaş grubunda yaklaşık 86 bin 269 çocuk, 14-17 yaş grubunda yaklaşık 452 bin 672 çocuk eğitim dışında kaldı.  EĞİTİMDEN UZAKLAŞILIYOR İki eğitim-öğretim yılı arasında öğrenci sayısındaki değişim en fazla 2006 doğumlularda görülüyor. Bu gruptaki çocukların net okullaşma oranları son bir yılda yüzde 8,3 puan düştü. Bu grubunu yüzde 5,2 puan düşüşle 2007 doğumlular, yüzde 3,9 puan düşüşle 2006 doğumlular takip ediyor. Bu durum eğitimden erken ayrılmanın özellikle 15 yaştan itibaren arttığına işaret ediyor. Türkiye’de 15 yaşın resmî çalışmaya başlama yaşı olması bunu artıran sebeplerden biri olarak yorumlanıyor. Artan yoksulluk nedeniyle çocuklar aile yardım etmek, ailelerin eğitim masraflarını karşılayamaması yine çocukların eğitimden uzaklaşmasını sağlayan etkenlerin başından geliyor. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) İzmir 2 Nolu Şube Başkanı Zeliha Danyeli, yoksullaşmaya vurgu yaptığı konuşmasında eğitime yeterince bütçe ayrılmamasını eleştirdi. 3 ÇOCUKTAN 1’İ OKULA GİDİYOR Artan yoksulluk ve eğitim masraflarından dolayı dar gelirli ailelerin çocuklarını okula gönderemediğini söyleyen Danyeli, “Çocukların okuldan uzaklaşmasının en büyük sebeplerinden biri her geçen gün artan yoksulluktur. Ülkenin içinde yaşadığı ekonomik kriz halkı her geçen gün daha da yoksullaştırıyor. Bu yoksullaşma çocukların nitelikli bir eğitim ve öğretim görmelerini de engelliyor. Eğitim masrafları kayıt parası adı altına başlıyor ve bazı okullarda talep edilen kayıt parası velilerin ödeyemeyeceği miktarlarda oluyor. Çünkü Millî Eğitim Bakanlığı (MEB)’in okullara ayırdığı ödenek kurumlardaki masrafları karşılamıyor. Bu masraflarda velilerden alınan paralar ile karşılanmaya çalışılıyor. Özellikle de yoksul aileler bu paraları karşılanmakta zorlanıyorlar. Bununla birlikte aynı zamanda temel giderler olan okul kıyafetleri, kırtasiye giderleri yemek masrafları her yıl giderek artıyor. Geçen yıla oranla bu masraflar yüzde 70 oranında arttı. Ülkede yaşayan yoksul aileler çocuklarının temel eğitim giderlerini karşılamakta zorlanıyorlar. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in belirlemiş olduğu açlık sınırının altında 36 milyon insan yaşıyor. Yaşanan bu ekonomik krizde ister istemez yoksul ailelerin çocuklarının nitelikli bir eğitim öğretim almalarının önünde engel oluyor. MEB’in tasarruf tedbirleri kapsamında okul servislerine mesafe sınırı getirmiş olması da çocukların eğitime erişimini engelledi. Özellikle dezavantajlı bölgelerde okuyan kesimlerin bu servis paralarını ödemeleri mümkün olmayınca kendi çocuklarını okula göndermeme gibi bir durum ortaya çıktı. Bazı velilerimizle konuştuğumuzda 2-3 çocuğu olan aileler bazen 2, bazen 1 çocuğunu okula gönderiyor, kalan çocuklarını okula gönderemiyor” diye konuştu. ÇOCUKLAR UCUZ İŞ GÜCÜ  Çocukların ucuz işgücü olarak kullanıldığını belirten Danyeli, anayasal olan eğitim hakkı için MEB’in yeterli bütçe ayırması gerektiğini ifade etti. Danyeli, “Yoksulluğun artmasıyla birlikte evin ihtiyaçları karşılanamıyor. Aileler de çocuklarını okuldan uzaklaştırılıp ve çalıştırmak zorunda kalıyor. Çocuklar ucuz iş gücü olarak sermayenin beklentisi yönünde çalıştırılıyor. EĞİTİM-SEN olarak MESEM’lere de karşıyız. MESEM uygulamasıyla öğrenciler bir gün okula ve dört gün de ucuz iş gücü olarak işletmelerde çalıştırılıyorlar. Aslında bu da çocuk işçiliğinin meşrulaştırılmış adıdır. MESEM lere yoksul ailelerin çocukları gidiyor. Çocuklar akranlarıyla birlikte nitelikli bir örgün eğitim görmekten uzaklaşıyorlar. Hem zihinsel gelişimleri hem de sosyolojik gelişimleri sekteye uğruyor. Özellikle de büyük kentlere göç eden yoksul aileler yoksullaşmanın ve aynı zamanda temel ihtiyaçlarını karşılayamadıklarından dolayı çocuklarını kayıt dışı olarak bazı işletmelerde çalıştırmak zorunda kalıyor. Kız çocuklarının eğitim-öğretimden uzaklaşmasıyla birlikte evdeki bakım yükü artıyor eve daha çok hapsediliyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaşandığı bir ortamda yaşıyoruz. Bununla birlikte kız çocuklarının evdeki bakım yükü artıyor, erken evlendiriliyor ve çocuk yaşta anne oluyorlar. Bununla birlikte erkeklerin şiddetine, istismarına daha fazla maruz kalıyorlar. EĞİTİM-SEN olarak eğitimin her çocuğun temel anayasal hakkı ve devlet tarafından da bir kamusal sorumlulukla karşılanması gerektiğini söylüyoruz. Bu hakkın ihlal edilmemesi için eğitimin ticarileştirilmesi yerine mutlaka kamusal bir anlayışla tüm çocukların sağlıklı, güvenli, tam donanımlı, parasız, ulaşılabilir eğitim almasını sağlamak devletin temel görevlerinden bir tanesidir. Bundan dolayı devletin eğitim masraflarını üstlenerek her çocuğun eğitim hakkını koruma altına almalıdır” diyerek sözlerini tamamladı.  

Kamuda yoksulluk krizi Haber

Kamuda yoksulluk krizi

KEMAL ÖZKURT – ÖZEL HABER - Türkiye’de açlık ve yoksulluk sınırları hızla yükselirken, resmi enflasyon oranlarının sokağa yansıyan etkisi çok daha ağır hissediliyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) son verilerine göre, Ekim ayında enflasyon bir önceki aya göre yüzde 2,88, geçen yılın aralık ayına göre yüzde 39,77 ve yıllık bazda yüzde 48,58 olarak açıklandı. Öte yandan, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) tarafından açıklanan Ekim 2024 açlık ve yoksulluk sınırı verilerine göre, yoksulluk sınırı 66 bin 553 TL, açlık sınırı ise 20 bin 431 TL oldu. Bu verilerin ardından 17 bin 2 TL olan asgari ücret ile 12 bin 500 TL olan emekli maaşları açlık sınırı altında kalırken, öğretmen, polis ve sağlık çalışanı gibi birçok kamu personeli maaşları da yoksulluk sınırının çok altında kaldı. Temmuz ayında memurlara verilen yüzde 19,31’lik zam, aylık yüzde 2-3 seviyelerinde artan enflasyon karşısında dört ayda eridi. Özellikle asgari ücret ve emekli maaşları açlık sınırının altında kalırken, öğretmen, polis ve sağlık çalışanı gibi birçok kamu görevlisi de yoksulluk sınırının altındaki yaşam koşullarıyla mücadele ediyor. ZAMLAR ENFLASYON KARŞISINDA ERİDİ  Son dönemde artan enflasyon ve yaşam maliyetlerinin, kamu çalışanlarının maaşlarını hızla eriterek milyonlarca kamu görevlisini ve emekçiyi yoksulluk sınırının altına ittiğini belirten Memur-Sen İzmir İl Başkanı Gençer Yılmaz, “Gelinen noktada öğretmenlerimizden polisimize, hemşiremizden teknik personelimize kadar geniş bir kesim, yalnızca aile geçimini sağlamak için dahi büyük zorluklar yaşamaktadır. Birçok sivil toplum kuruluşu tarafından açıklanan yoksulluk ve açlık sınırı verileri, kamu çalışanlarının ekonomik durumunu bir kez daha çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir. En düşük memur maaşının 39 bin 177 TL olduğu bir tabloda, Ekim ayı itibarıyla yoksulluk sınırının 66 bin civarına yükselmesi, kamu çalışanlarının yaşam standardını sürdürülebilir olmaktan çıkarmıştır. Öğretmenlerimiz, polislerimiz ve sağlık çalışanlarımız, yüksek sorumluluk gerektiren görevlerde bulunmalarına rağmen maalesef yoksulluk sınırının altında kalmaktadır” diye konuştu.  BU ÜCRETLER KABUL EDİLEMEZ  Mevcut şartlarda yalnızca maaş artışları değil, kamu çalışanlarının alım gücünü artıracak kalıcı ekonomik reformların da zorunlu hale geldiğini söyleyen Yılmaz, “Kamuda çok önemli görevlere sahip çalışanların, yoksulluk sınırının altında bir yaşama mahkûm edilmesi kabul edilemez. Yöneticilerimizden teknisyenlerimize, memurdan hizmetliye, hemşireden din görevlisine kadar tüm kamu çalışanlarının hak ettikleri hayat standardını sağlanmasını bekliyoruz. Memur-Sen olarak, tüm kamu çalışanlarımızın refahını artıracak, alım gücünü koruyacak ve sürdürülebilir bir ekonomik iyileşmeyi amaçlayan politikalara olan ihtiyacımızı bir kez daha vurguluyoruz. Bu bağlamda, kamu çalışanlarımızın hak ettiği ekonomik standartları sağlayacak tedbirleri alan hükümetimize teşekkür ederken, yeni yılda memuru enflasyona ezdirmeyecek bir maaş düzenlemesi için gerekli adımların atılmasını bekliyoruz” dedi.  MEMUR YOKSULLUĞA MAHKÛM Memur maaşları, kıdem, unvan, görev yeri, ek göstergeler ve tazminatlar gibi birçok faktöre bağlı olarak değişiyor. TÜİK’in açıkladığı Ekim ayı enflasyon rakamları, asgari ücretli çalışan ve emeklilerin yanı sıra birçok kamu çalışanının maaşlarının, Türk-İş tarafından açıklanan yoksulluk sınırı rakamlarının altında kaldığını ortaya koydu. En düşük memur maaşı şu an 39 bin 177 TL olarak belirlenmişken, son açıklanan Ekim ayı enflasyon rakamlarıyla birlikte memurların aldığı zam erimiş oldu. Güncel memur maaşlarına bakıldığında, lisans mezunu, yeni atanan bir memur maaşı 40 bin 821 TL düzeyindeyken yoksulluk sınırı ile arasındaki fark göze çarpıyor. ÖĞRETMENİ, POLİSİ, HEMŞİRESİ HEPSİ YOKSUL Kamu çalışanları arasında en kalabalık grubu oluşturan öğretmenlerin maaşları, uzun yılların deneyimine sahip olanlar dışında yoksulluk sınırının çok altında. Ekim 2024 itibarıyla öğretmen maaşları ortalama olarak 47 bin 419 TL seviyesinde. Benzer şekilde, emniyet teşkilatında görev yapan polis memurlarının maaşı 52 bin 551 TL’ye çıkmış durumda. Ancak bu maaş, gün geçtikçe artan yaşam maliyetleri ve enflasyon karşısında yetersiz kalıyor. Sağlık sektöründe çalışan hemşirelerin maaşları ise 47 bin 909 TL seviyelerinde; bu durum, sağlık gibi yüksek sorumluluk gerektiren bir meslekte dahi maaşların yoksulluk sınırına oldukça yakın olduğunu ortaya koyuyor. Uzman doktorlar gibi daha kıdemli sağlık personelinin maaşları yoksulluk sınırını aşsa da, sağlık hizmetleri sunumunda temel rol oynayan hemşirelerin maaşı hâlâ yoksulluk sınırına çok yakın bir noktada. VALİ MAAŞLARI YOKSULLUK SINIRINDA Öğretmen, polis, hemşire ve memur maaşlarının yoksulluk sınırına yakın ya da altında kalması, kamu sektöründeki diğer meslek gruplarının maaşlarını da gündeme getirdi. Deneyim ve görev yerine göre değişen vali maaşları 65 bin 400 TL ile 95 bin TL arasında; kaymakam maaşları ise 70 bin TL’den başlayıp 143 bin TL’ye çıkıyor. Bu rakamlara bakıldığında, göreve yeni başlayan bir valinin yoksulluk sınırının sadece bin TL üzerinde maaş aldığı görülüyor. Cumhuriyet savcıları 60 bin TL ile 95 bin TL arasında gelir elde ederken, kamu mühendisleri ortalama 52 bin 827 TL, teknisyenler ise 41 bin 890 TL maaş alıyor. Maaşlar kıdeme göre değişse de birçok mühendis ve teknik personel maaşı yoksulluk sınırının altında kalıyor. Diyanet personelinde imam maaşları 30 bin-42 bin TL arasında değişirken, müezzin maaşı 35 bin 800 TL, vaiz maaşı ise 37 bin TL seviyesinde. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapan personel maaşlarına bakıldığında ise orgeneral, tuğgeneral ve albay maaşları yoksulluk sınırının üzerinde kalırken, yüzbaşı, teğmen, astsubay başçavuş, astsubay üstçavuş, astsubay ve uzman çavuş maaşları yoksulluk sınırının altında kaldı. Yılbaşında kamu maaşlarına yapılması beklenen zam dikkate alındığında, artmaya devam eden yoksulluk sınırı sebebiyle önümüzdeki iki ay içinde vali ve kaymakam gibi üst düzey yöneticilerin maaşlarının dahi yoksulluk sınırının altına düşebileceği öngörülüyor. ENFLASYON BİLİNENDEN DAHA FAZLA Açıklanan mevcut rakamlar ile enflasyon farkının yüzde 1,87 olduğunu ifade eden Memur-Sen Genel Başkanı Yalçın, “Uzun süredir piyasalarda baskılanan tek kalem ‘sabit ücretlilerin gelirleri’ olarak kayıtlara geçmeye devam ediyor. ‘Enflasyon düşecek’ kavramı üzerinden sadece sabit ücretlilerin harcamalarını baskılayan, zam oranlarını düşük tutan, ‘sabit gelirliler harcamazsa enflasyon düşecek’ dayatması yapılan bir süreci yaşıyoruz. Beklenen, açıklanan ve hissedilen enflasyondan çok daha fazlasını yaşadığımız yakın geçmiş dönemimizde, başta kamu görevlilerimiz olmak üzere sabit gelirlilerin ücretleri hak ettiği seviyeye yükseltilemediği için bozulan gelir dağılımı dengesi halen beklenen seviyeye ulaşmış değil” ifadelerini kullandı.

Kadınlara eşitlik yok, yoksulluk çok Haber

Kadınlara eşitlik yok, yoksulluk çok

Yeniden Refah Partisi, TBMM’ye nafaka düzenlemesiyle ilgili Türk Medeni Kanunu’nda değişiklik öngören kanun teklifi sundu. Kanun teklifinde; nafakanın süresiz olmaması, nafaka ödemesinin 5 yılla sınırlandırılması gibi düzenlemeler yer aldı. Duruma toplumun her kesiminden tepki yükselirken, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu da ses yükseltti. Yazılı bir açıklama yapan platform, “Geçtiğimiz günlerde Meclis’te 6284 karşıtı bir söz alıp ‘Kadınları korumak için yasalara ihtiyacımız yok’ diyen Yeniden Refah Partisi aynı vakitlerde kendi milletvekillerinin tümünün imzası ile nafaka hakkının sınırlandırılması için yasa teklifi vermişler. Şu an teklif alt komisyonlarda. ‘Kadınları korumak için yasaya gerek yok’ diyen düşünce erkeklerin sözde mağduriyetleri gerekçesiyle yasa teklifi için kollarını sıvamış. ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ demeyeceğiz çünkü kadınlar için istedikleri dünyanın, kadınların köleliği olduğunu biliyoruz” eleştirisinde bulundu. EL UZATTIKLARI SADECE NAFAKA HAKKI DEĞİL… “Her gün saldırıları kadınların modern haklarına” denilen açıklamada, “El uzattıkları sadece nafaka hakkı değil, nafaka ile birlikte 6284, Medeni Kanun kapsamındaki mal paylaşımı, miras, boşanma gibi nice haklarımız. Sadece bununla da sınırlı değil, belirli bir inancın belirli bir yorumu doğrultusunda Anayasa değişikliği hedefleri. Bugün tekrar gündeme getirdikleri nafaka ile ilgili olarak unutmamamız gereken birkaç noktayı tekrar hatırlatıyoruz: Yasanın hiçbir maddesinde nafakanın kadın tarafına verileceğine ilişkin bir madde yoktur. Ama yobazların ve gericilerin tartışmaları hep kadınlara verilen nafakalar üzerinden ilerliyor. Nafaka miktarına ve süresine boşanma aşamasında kadın ve erkeğin gelir durumu gözetilerek karar veriliyor. ‘Erkekleri yoksullaştırdığı’ yönündeki iddialar tabii ki kalan tüm açıklamaları gibi gerçek dışıdır. 1 gün evli kalıp süresiz nafaka veren yoktur” mesajı verildi. EŞİTLİK MADDESİ İHLAL EDİLMEKTE Açıklamada öne çıkan diğer cümleler ise “Esas sorun ve soru yoksulluğa düşen tarafın neden hep kadınların olduğudur. Yoksulluk, iştirak nafakalarının kim tarafından, kime, ne miktarda ve hangi koşullar devam ettiğinde verileceği mahkeme kararı ile belirlenmektedir. Tekrar mahkeme kararı ile de kalkmaktadır. Bu anlamda süreye ilişkin iddia edilen mağduriyetler de gerçek dışıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sürdüğü sürece nafaka hakkı var olmaya devam edecektir. Ev içerisinde eşitsiz ilişkiler son bulmadığı sürece, kadınların istihdamı, yaşlı, çocuk bakımı gibi kadınlara yüklenen sorumluluklar kamusal olarak düzenlenmediği sürece bu hak devam edecektir. Anayasanın eşitlik maddesi Yüksek Refah Partisi’nin bu önerisi ile ihlal edilmektedir” şeklinde. ARTIK BİZ KONUŞACAĞIZ Platform tarafından son olarak “Son hatırlatmayı 2011 yılında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar ile yapalım:  Medeni Kanun’un 175. maddesinde yer alan ‘süresiz olarak’ ibaresinin Kestel Aile Mahkemesi tarafından iptali istenmişti. Anayasa Mahkemesi de ‘itiraz konusu kuralın boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek eşi korumak için getirildiği ve diğer eşin koşulları bulunduğu sürece, herhangi bir süre sınırı olmaksızın yoksulluk nafakası vermesi yükümlülüğünü düzenlediğini ve bu yükümlülüğün de sosyal hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğunu’ vurgulamış ve talebi reddetmiştir. Böylesi haklarımıza yönelik saldırılar peşi sıra geliyor. Bu saldırılar eşitliği ortadan kaldırmaya yönelik olduğu gibi özgürlüklerimize birer kasıt. Kadınlar korkmayın. Bu teklifi kölece bir yaşam dayatılan kadınlar olarak bizler durdurabiliriz. Eğer bir mağduriyet konuşulacaksa da onu yaşamlarıyla bedelini ödeyen kadınlardan çok kimse yaşamamıştır, bilemez. Artık biz konuşacağız” sözlerine dikkat çekildi. BU İÇERİK DE İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR- Foggo Çocuk Kongresi’nde konuştu: Yoksulluk insan hakları ihlalidir!

Her Yer Çocuk ekibi anlattı: Çocuklar oyun yerine yoksulluğu düşünüyor Haber

Her Yer Çocuk ekibi anlattı: Çocuklar oyun yerine yoksulluğu düşünüyor

Çocukların yaşadığı her sorunun politik olduğuna inanan ‘Her Yer Çocuk’ adlı topluluk, yaklaşık 8 yıldır Türkiye’nin pek çok ilinde ve yüzlerce mahallesinde çocuk hakları temelinde etkinlikler düzenliyor. Resim, satranç, müzik, felsefe, sanat, spor, edebiyat, toplumsal cinsiyet, ekoloji, hayvan hakları, evrim gibi çok çeşitli atölyeleri çocuklarla buluşturan topluluk gönüllüleri, İzmir’in Gültepe, Kuruçeşme, Güzeltepe gibi yoksul mahallerinde de çalışmalar yürütüyor. Çocukların olduğu her yerde olmayı şiar edinen Her Yer Çocuk ekibinden Sedanur Uğur ve Sinem Atasoy ile tamamen gönüllülük esasına dayalı atölye çalışmalarını, çocukların ve ailelerin yaklaşımlarını, saha çalışmalarından hareketle günümüz Türkiye’sinde çocukların içinde bulundukları durumu, en acil ihtiyaçlarını ve nelerin yoksunluğunu çektiklerini konuştuk. ÇOCUKLARIN YAŞADIĞI HER SORUN POLİTİK Her Yer Çocuk ekibi olarak 8 yıldır, Türkiye’nin pek çok ilinde ve yüzlerce mahallesinde çocuk hakları temelinde etkinlikler düzenlediklerini belirten Sedanur Uğur, “Çocukların yaşadığı her türlü sorunun, hak ihlali, ihmal ve istismarın aslında politik olduğunu biliyoruz. Çocuk haklarından ve çocuklardan yana tavır alıyoruz. Çocukların toplumun bir parçası olduğunu biliyor, onların özneleşmesine katkı sunmak için çalışıyoruz. Çocukların temel haklarının korunup uygulanması, her koşul ve yerde çocukların üstün yararının gözetilmesi, hiçbir çocuk arasında ayrım yapılmaması ve çocukların istedikleri her türlü işe katılımlarının sağlanması gibi temel ilkelerle hareket ediyoruz. Çocukların da içinde olduğu yeniden bir yaşamı şimdiden kurma motivasyonuyla hareket ediyoruz” dedi. BU YILIN TEMASI DAYANIŞMA Ekip olarak şimdiye kadar hayata geçirdikleri çalışmalardan bahseden Uğur, “Sanattan ekolojiye, müzikten satranca, eğlenceli bilimden evrime kadar çok zengin içeriklerle atölyeler yapıyoruz. Her yıl bir temamız oluyor; mesela geçen yıl temamız barış idi, bu yıl ise dayanışma! Yaz etkinliklerimizin bitiminde mahalle şenlikleri ve çocuk festivali düzenliyoruz. Hedefimiz çocukların olduğu her yerde olmak! ÇOCUKLAR ELBETTE Kİ ENDİŞELİ Saha çalışmalarından hareketle, çocukların günümüz Türkiye’sinde içinde bulunduğu durum, en acil gereksinimleri ve nelerin yoksunluğunu çektiklerine dair tespitler paylaşan Uğur, “Çocuklar elbette ki endişeli. Umutla bakabildikleri bir geleceklerinin olmadığını düşünüyorlar, yaşları gereği oyun gibi eğlenceli şeyler düşünmek yerine yoksulluğu düşünmek zorunda kalıyorlar. Bu durum da haliyle çok ciddi bir çocuk hakları ihlalleri dizisini ortaya koyuyor. Çocuklar sadece çocuk oldukları için almaları gereken tüm hakları için mücadele etmek ya da fedakarlık etmek zorundalar. Eğitim hakkını alabilmek için sağlıklı beslenme hakkından vazgeçmek zorunda kalmaları ya da evin geçimine katkı sağlamak için eğitim haklarından vazgeçmeleri gibi. Çocuklar için en acil gereksinim elbette yoksulluğun ortadan kalkması ve eşit çocukluk çağı” ifadelerini kullandı. AİLELER BİZE GÜVENİYOR Haftada bir kez ailelerle bir araya gelip değerlendirme toplantıları yaptıklarını anlatan Uğur, “Mahallelerde ve parklarda çocuklarla bir araya geldiğimizde doğalında ebeveynlere yönelik de çalışmaları yapmış oluyoruz, buna oyunlar da dahil. Ayrıca haftada bir kez mutlaka ebeveynlerle bir araya gelip değerlendirme toplantıları yapıyoruz. 8 yıldır hemen hemen aynı mahallelerde çalışma yapmamız sayesinde de ebeveynlerin bizi tanımasını ve Her Yer Çocuk’un amacını anlamasını sağlayabiliyoruz. Çocukların istismardan korunması ve güçlendirilmesinden tutalım evde çocuklarla iletişime kadar hemen her konuda ebeveynlerle yan yana geliyoruz. Böyle olunca, başlarda bizi tanımadıkları için çekimser kalabilen ebeveynler zamanla bizi tanıyor, çocuk bakışımızı görüyor ve bize güveniyor. Süreçte çocukların eve mutlu geldiğini, hevesle atölyeleri takip ettiğini, iletişim kurma konusunda güveninin geliştiğini belirten çok fazla ebeveyn oluyor” diye konuştu. “BİR DAHA NE ZAMAN GELECEKSİNİZ?” Çocukların her atölye çalışmasına aynı istek ve hevesle katıldığını dile getiren Her Yer Çocuk ekibinden Sinem Atasoy ise şunları söyledi: “Etkinlik yaptığımız her mahallede çocukların etkinlik sonunda ‘Bir daha ne zaman geleceksiniz?’ sorularıyla karşılaşıyoruz. Çocukların her atölye çalışmasına aynı hevesle gelmesi, kendilerini rahatça ifade etmeleri, en zor konuları bile barış ortamında tartışabilmeleri aslında kendilerini güvende hissettiklerini gösteriyor. 1 ay süren atölye çalışmalarının devam etmesi gerektiğini her sene sonunda çocuklarla yaptığımız değerlendirmelerde duyuyoruz.  Her Yer Çocuk’un bize en önemli katkısı çocukların bireysel özgürlüklerini korumaya çalıştıklarını görmek oldu. Başlarına gelen, çözemedikleri olaylarda fikrimizi almaları yaptığımız çalışmaların önemini gösteriyor. Her Yer Çocuk gönüllü bir proje.  Bu yüzden en büyük talebimiz gönüllü atölye yürütücüsü sayımızın artması ve Her Yer Çocuk çalışmasının daha fazla yerde yapılması. Yerel yönetimlerin de desteklerini almaya başladık. Umarız bu destekler artarak devam eder. Çocuklarla ilgili her şey politik ve sınıfsal. Çocuklar sadece çocuk oldukları için ihmal ve istismara maruz bırakılıyorlar ama aynı zamanda içine doğdukları sınıf da onların çocukluğunu belirliyor büyük oranda. Bu nedenle işçi, emekçi, ötekileştirilen insanların yaşadığı yerlerde etkinliklerimizi yürütüyoruz.” BU HABER DE DİKKATİNİZİ ÇEKEBİLİR: Psikolog Bağdaş’tan velilere öneriler

Başka Bir Tarım Sertifikasyonu uluslararası alanda geçerlilik kazandı Haber

Başka Bir Tarım Sertifikasyonu uluslararası alanda geçerlilik kazandı

İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketi İzDoğa’nın hazırladığı Başka Bir Tarım Sertifikası programı, uluslararası alanda geçerlilik kazandı. Bu sertifika ile İzDoğa, mera hayvancılığı alanında uluslararası kriterlere göre değerlendirme yapacak. Asya Pasifik Akreditasyonu’nun (APAC) yetkili kuruluşu olan Ulusal Akreditasyon Merkezi’nin (NAC) akredite ettiği İzDoğa, üreticilere uluslararası alanda geçerlilik kazanan Başka Bir Tarım Sertifikası vermeye başladı. Sertifikayı doğa ile uyumlu yöntemlerle tarım ve hayvancılık yapan üreticiler alabilecek. Sertifikasyon sistemine bağımsız üreticiler de baskabirtarim.com sitesinden başvurabilecek. Kırla kent arasında dengeyi kuran mekanizma Kuraklıkla mücadele etmeyi, yoksulluğu sonlandırmayı, güvenilir ve sağlıklı gıdaya erişimi kolaylaştırmayı hedefleyen Başka Bir Tarım Sertifikasyonu, döngüsel ve doğa ile uyumlu tarım için dünyadaki ilk sertifikasyon sistemlerinden biri kabul ediliyor.   Başka Bir Tarım Sertifikasyon Programı ile İzDoğa, tarımın ve mera hayvancılığının geleceğine dair önemli bir uygunluk değerlendirme kuruluşu olarak hizmet verecek. Sertifika programı, tarım ve hayvancılığın yalnızca ekonomik bir faaliyet olarak sürdürülmesini değil, aynı zamanda kırla kent arasındaki dengeyi koruyan bir mekanizmanın da hayata geçirilmesini amaçlıyor. Sertifika için denetimler başladı Sertifikanın dağıtım süreci için İzDoğa çalışmalara başladı. Daha önce Mera İzmir projesi kapsamında İzmir’in tüm köyleri dolaşılarak çıkarılan Çoban Haritası’nda yer alan üreticiler ziyaret edilmeye başlandı. Tarım ve hayvancılık yapan üreticiler birçok kriter doğrultusunda sertifikaya uygunlukları için değerlendiriliyor.  Yapılan denetimler sonucunda kriterlere uygun üretim yapan üreticiler sertifika almaya hak kazanıyor.  İzDoğa ve İzTarım’ın birlikte yürüttüğü Mera İzmir projesi kapsamında İzmir’de yüzlerce üreticiden toplanan sütler ile İzmirli markası adı altında temiz ve güvenilir birçok ürün tüketici ile buluşturuluyor. Sertifika ilk aşamada İzTarım tarafından üretilen et ve süt ürünlerine verilecek.  Sertifikanın 8 ana kriteri bulunuyor Başka Bir Tarım Sertifikası, tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirliğini teşvik etmek için geliştirildi. Sertifikasyon programı kapsamında üreticilerin, tarım ve hayvancılık faaliyetlerini yaparken aşağıdaki kriterleri yerine getirmesi gerekiyor: ● Yetiştirilen ürünler yetiştirildiği bölgenin mikrokliması ile uyumlu olmalı ● Yüksek su ve elektrik tüketmemeli, düşük karbon emisyonuna sahip olmalı ● Yüksek su ve elektrik kullanılarak üretilen, bulunduğu bölgenin iklim ve coğrafi koşullarına uymayan ve yüksek karbon emisyonuna neden olan harici tarımsal girdiler kullanılmamalı ● Büyük ölçekli hafriyat yapılarak ve doğal koşullar bozularak üretim yapılmamalı ● Üretimde biyolojik çeşitliliği azaltan yoğun müdahaleler yapılmamalı ● Üretim bulunduğu havzanın ve coğrafyanın doğal karakterine uygun bir bütünlük içerisinde gerçekleştirilmeli ● Üretilen ürünler üretici, tüketici ve o bölgedeki biyolojik çeşitliliğe zarar vermeyecek şekilde işlenmeli ● Üretim biçimi mümkün mertebe üretildiği bölgeye özgü arazi işleme biçimlerini içermeli Sertifikasyon programı başvuru formuna ve detaylı bilgiye baskabirtarim.com sitesi üzerinden ulaşılabilir.  Bu haber de dikkatinizi çekebilir... İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden yeni iş birliği

“Roman çocuklar yoksulluktan uzaktan eğitime katılamadı” Haber

“Roman çocuklar yoksulluktan uzaktan eğitime katılamadı”

SULTAN GÜMÜŞ KAYA Roman Hafıza Çalışmaları Derneği (Romani Godi), ‘Kovid-19 Pandemisinden Çıkış Süresinde Türkiye’de Romanlar’ raporunu yayımladı. Dernek, rapor ışığında şu noktalara dikkati çekti: “Kapatma-karantina koşullarında işsiz kalan Romanlar daha da yoksullaştı, temel ihtiyaçlarını bile gideremez oldu. Toplumdan dışlandılar, ayrımcılığa uğradılar. Sosyal yardımlardan ve sağlık hizmetlerinden daha az yararlandılar. Roman çocuklar yoksulluktan uzaktan eğitime katılamadılar, okul terkleri arttı.” AĞIRLAŞAN ÇOCUK YOKSULLUĞU… Açıklamanın devamında ise şu sözler yer alıyor: “Tüm bu nedenlerle, pandemide ağırlaşan çocuk yoksulluğu ve derin yoksulluğun gelecek nesilleri ipotek altına almaması için kamusal önlemlerin alınması gerekiyor. Romanlar pandeminin derinleştirdiği eşitsizliklere karşı korunmalı. Peki, ne yapmalı? Roman topluluklar, pandemide katmerlenen ve derinleşen mevcut sorunlarına ve maruz kaldıkları eşitsizliklere karşı sosyal politikalarla korunmalı. Pandemide ciddi boyutlara ulaşan çocuk yoksulluğu ve derin yoksulluğun gelecek nesilleri ipotek altına almaması için kamusal önlemler alınmalı. Kovid-19 salgınında derinleşen sorunların kronikleşmemesi ve yaygın eşitsizliklerin kalıcı hale gelmemesi için Roman topluluklar kamusal önlemlerle desteklenmeli. Zira Romanlar, pandeminin etkisiyle daha da ağırlaşan bu koşulları ve hasarı destek almadan onaramaz.” Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz: https://romanigodi.org/ohcr-girdi-cagrisina-katkicovid-19-pandemisinden-cikis-surecinde-turkiyede-romanlar/

Yoksul ajandası: İndirim günleri, akşam pazarı ve kuyruklar Haber

Yoksul ajandası: İndirim günleri, akşam pazarı ve kuyruklar

ÇAĞLA GENİŞ Her geçen gün daha da artan gıda enflasyonu, en çok dar gelirli kesimleri vuruyor. Vatandaş giderek düşen alım gücü nedeniyle kalitenin ikinci planda kaldığı ucuz gıdalara yöneliyor. Bu durum ‘merdiven altı’ denilen kayıt dışı üretim hız kazanırken, gıda ürünlerinde taklit ve tağşişin de artmasını tetikliyor. Halk sağlığı açısından risk teşkil eden bu tabloyu değerlendiren Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Uğur Toprak, “Yurttaşlar indirim günlerini takip edip hangi ürün nerede daha uygun fiyatlı diye araştırıyor. Halk ekmeklerin önünde uzun kuyruklarda çoğu zaman saatlerce bekliyor. Pazarın kapanma saatlerine yakın alışverişe giden hatta ne yazık ki pazar toplandıktan sonra geride kalanları toplamak zorunda kalan yurttaşlarımızı da görüyoruz. Yurttaş ne yazık ki beslenemiyor. Sadece karın doyuruyor” vurgusu yaptı. Yaklaşan Kurban Bayramı nedeniyle ucuz baklavalarda yapılan hileler konusunda da uyaran Toprak, Antep fıstığı yerine gıda boyası ile boyanmış yer fıstığı konulduğunu söyledi. HALK SAĞLIĞI RİSK ALTINDA Vatandaşın alım gücünün büyük ölçüde azaldığını belirten Toprak, “Gıda güvenliğine yönelik yoğun tartışmaların olduğu, her gün başka bir gıda zehirlenmesi ve gıda ürünlerinde taklit/tağşiş haberi ile karşılaştığımız günleri yaşıyoruz. Gıda enflasyonunun yüksek olması gıda harcamalarının toplam harcamasının büyük bir bölümünü oluşturan dar gelirli kesimleri çok daha fazla etkilemektedir. Bu da özellikle gıda ithalatçısı az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en temel sorunlarından biridir. Yükselen döviz fiyatları ve artan işsizlikle birlikte gıda enflasyonundaki artış vatandaşın alım gücünü büyük ölçüde azaltıyor. Bu durum vatandaşın gıda alışverişinde öncelikli olarak fiyat kriterini baz almasına ve hangi ürün, nerede ucuzsa oraya yönelmesine neden olmaktadır. Burada da karşımıza iki büyük sorun çıkmaktadır; birincisi neredeyse hammadde fiyatına satılan ve merdiven altı veya kayıt dışı şekilde uygun olmayan koşullarda üretilen gıda maddeleri, ikincisi ise taklit ve tağşiş. Her iki durum da halk sağlığı açısından risk teşkil etmektedir. Taklit ve tağşiş ile mücadelede elbette ifşa etmek, denetimleri arttırmak, caydırıcı para ve hatta hapis cezası önemli. Ama daha da önemlisi bu kanunları uygulamak. Ülkemiz için asıl önemli nokta ise, işin sosyoekonomik boyutu. Bu noktada da asgari ücret, açlık sınırı, gıda enflasyonu ve alım gücü gibi kavramlar devreye giriyor” dedi. İNDİRİM GÜNLERİNİ TAKİP EDİYORLAR Türk-İş’in Mayıs 2023 verilerine göre mutfak enflasyonundaki artış yıllık yüzde 112,13 olduğunu hatırlatan Toprak, “Açlık sınırı 10.362,01 TL. Yani asgari ücret açlık sınırının altında. Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 13.439,41 TL. Yoksulluk sınırı ise 33.752,49 TL. Yani 4 kişilik bir ailenin tamamı asgari ücrete çalışsa dahi yine de yoksul. Yani mevcut duruma baktığımızda hepimiz yoksuluz, çoğumuz açız desek yanlış olmaz. Yurttaşlar indirim günlerini takip edip hangi ürün nerede daha uygun fiyatlı diye araştırıyor. Halk ekmeklerin önünde uzun kuyruklarda çoğu zaman saatlerce bekliyor. Çünkü 5 kuruş dahi hane bütçesi için oldukça önemli. Pazarın kapanma saatlerine yakın alışverişe giden hatta ne yazık ki pazar toplandıktan sonra geride kalanları toplamak zorunda kalan yurttaşlarımızı da görüyoruz. Sonuç olarak; enflasyon, sabit bir geliri olan ve emek gücüne dayanan kesimler için yıkıcıdır” ifadelerini kullandı. YURTTAŞ BESLENEMİYOR Dar gelirli ailelerin elde ettiği gelirin yeterli ve dengeli beslenme için gerekli harcamaları karşılayacak düzeyde olmadığını dile getiren Toprak, “Son dönemde hemen her ülkede yaşanan gıdaya ilişkin sorunlar, önümüzdeki dönemde daha dikkatli olmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Yinelemek gerekir ki, dar gelirli ailelerin elde ettiği gelir yeterli ve dengeli beslenme için gerekli harcamaları bile karşılayabilecek düzeyde değil. Bu durumda olan aileler, büyük bir olasılıkla beslenme dışı harcamalarının (kira, ulaşım, yakıt, elektrik ve benzerleri) bir kısmını da beslenme harcamalarından kısarak elde edebilmekte. Sonuç olarak, gelir düzeyinin düşük ve yetersiz olması, dar gelirli kişi ve ailelerin sağlıksız, yetersiz ve dengesiz beslenmesine neden olmakta. Hicap duyarak söylüyoruz yurttaş ne yazık ki beslenemiyor. Sadece karın doyuruyor. Dengeli bir beslenme yerine tek tip ve özellikle karbonhidrat ağırlıklı beslenme ilerleyen yıllarda başta obezite olmak üzere diyabet ve diğer hastalıklara neden olacak” diye konuştu. GIDA BOYALI YER FISTIĞI Yaklaşan Kurban Bayramı nedeniyle ucuz baklava ve çikolata gibi ürünlerde yapılan hileler konusunda da uyaran Toprak, şunları söyledi: “Bayramının gelmesiyle birlikte ikramlık çikolata, baklava, şekerleme, lokum gibi ürünler yine tüketicilerin başlıca alışveriş kalemlerini oluşturacak. Ancak alışverişi yapacak tüketicilere, özellikle de alım gücü düşük olan kesime yönelik olarak bazı fırsatçılar; yine merdiven altı, kayıt dışı, uygunsuz ürünleri, sokakta, dökme veya ambalajsız olarak, neredeyse hammadde fiyatına satacaklardır. Tüketiciler bu ürünlere itibar etmemeli, bunları satın alıp tüketmemelidir. Satın alınan gıdaların etiketlerinde Tarım ve Orman Bakanlığınca verilen işletme kayıt veya onay numarasının olup olmadığının kontrol edilmesi, tavsiye edilen tüketim tarihi, üretici firmanın adı ve adresi, içerik bilgileri, miktar ve fiyat bilgilerinin incelenmesi büyük önem taşımaktadır. Baklavada Antep fıstığı yerine yer fıstığı ve gıda boyası kullanılan ürünler satışa sunulabiliyor. Bunun yanında glikoz ve fruktoz şurubu yani mısır nişastası bazlı şeker kullanımı çok olabiliyor. Şekere göre fiyatı daha uygun olduğu için tercih sebebi olabiliyor. Çikolata hileye açık bir üründür. Kaliteli bir çikolatayı anlamak için; etiketi çok iyi okumalıyız, içeriğinde yapay tatlandırıcılar, soya, koruyucu, mısır şurubu ve trans yağlar olmayanlar tercih edilmeli. Kaliteli çikolatalarda kakao oranı en az yüzde 50 civarında olmalı. Kaliteli bir çikolata pürüzsüz, parlak ve lekesiz olmalı. Kırılırken bitter çikolatada sütlü çikolataya kıyasla daha sert bir ses çıkartmalı, ayrıca kırılırken kırıntı bırakmamalı. Çikolatanın ambalajından çıkartılıp ele alındığında erimeye başlaması gerekir. Çünkü gerçek kakao yağı 34 santigrat derecede yani vücut sıcaklığında eriyen bir yağdır.”

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.