Mezarlığa gitmeden bulunduğumuz yerden ölülerimize Kur’an ve dua okuduğumuzda kabul edilir mi?
Yazının Giriş Tarihi: 25.04.2024 08:42
Yazının Güncellenme Tarihi: 25.04.2024 08:42
Hz. Peygamber, mezarlıkları ziyaret etmiş ve bu ziyaretlerinde de ölülere selam vermiştir. Efendimizin ayrıca mezarlıklarda şu duayı okuduğu kaynaklarda vardır: “Ey Mü’minler yurdu, siz bizden önce gittiniz. İnşallah biz de size ulaşacağız.” (Müslim, “Cenâiz,” 104.) Sevgili Peygamberimiz bu sözü ile hem ölülere dua etmiş hem de yaşayanları ölüm konusunda uyarmıştır. Mezarlıkları ziyaret etmek güzel ve sevap olduğu gibi ziyaret etme imkanı bulunmadığı durumlarda ise kişinin bulunduğu yerden ölüsüne Kur’an okuması ya da dua etmesi de uygun ve sevaptır. Aynı şekilde yapılan ibadetlerin ve hayırların sevaplarını başkasına bağışlamak dinen caizdir. Buna göre kişi, mezarlığı ziyaret etme imkanı yoksa bulunduğu yerden okuduğu Kur’anı, yaptığı hatmin, kıldığı namazın ve istediği bir hayrın sevabını ölüsüne bağışlayabilir.
Bayram namazını kılmanın hükmü nedir?
Bayram namazı, biri Ramazan Bayramı’nda diğeri Kurban Bayramı’nda olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rekâtlık bir namazdır. Bayram namazı Hanefi mezhebinde Cuma namazının vücub şartlarını taşıyan kimselere vaciptir. Şafii ve Malikilere göre ise bayram namazları müekked sünnettir. İster vacip, ister sünnet kabul edelim hangi mezhepten olursak olalım Müslümanların kaynaşmasına, görüşmesine vesile olan bayram namazlarına iştirak etmekte fayda ve sevap vardır. Kadınlar ve erkekler İslam nazarında temel ibadetlerde (namaz, oruç, zekat...) fark etmeksizin eşittirler. Erkeğe farz olan farz namazlar kadına da farzdır. Ama meşakkat olmasın diye bazı ibadetler kadın için farz kılınmamıştır. Cuma namazı, bayram namazı gibi. Ama kadın istemesi halinde Cuma namazını da Bayram namazını da camiye gidip eda edebilir. Dini anlamda bunun bir mahzuru söz konusu değildir.
Vaktinde ödenmeyen sadaka-ı fıtır borcu nasıl ödenir?
Bütün ibadetlerde olduğu gibi sadaka-i fıtır yükümlülüğü de geciktirilmeyip zamanında yerine getirilmelidir. Bununla birlikte zamanında ödenmemişse, bu fitrelerin mümkün olan ilk fırsatta ödenmesi gerekir. Yani fıtır sadakasının borcunu kaza etmek gerekir.
Şevval ayında Ramazan’dan kalan kaza orucu mu yoksa nafile oruç mu tutulmalıdır?
Oruç, namaz gibi dinin farz kıldığı ibadetleri yerinde ve zamanında yerine getirmek gerekir. Bir özür olmadan bunları sonraya, kazaya bırakmak dinen büyük bir günahtır. Fakat bir özür varsa özre binaen geciktirilebilir. Özür ortadan kalkınca en yakın zamanda kaza etmek gerekir. Oruç borcu olan (hastalıktan, yolculuktan) Ramazan ayının bitmesi ile bayramdan sonra bunları kaza etmesi gerekir. Şayet kaza etmeden ölürse ahiret gününde bunlardan sorulur. Allah affetmezse azapta görür. Buna göre kaza borcu olan kimse sorumlu olmadığı ve ahiret gününde azap görmesine vesile olmayacağı nafile orucu tutacağına, üzerinde borcu olan kaza orucunu tutmalıdır. Kaza oruçları bitince istediği kadar nafile orucu tutabilir.
Günün Ayeti
Müminler ancak kardeştir. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin. Hucurât, 49/10.
Günün Hadisi
“Bir kimsenin Müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs durması helal değildir.” Müslim, “Birr”, 8.
Günün Sözü
Şerler içerisinde cezası en çabuk olanı ise, zulmetmek ve akrabalarla alakayı kesmektir. İbn Mâce, “Zühd”, 23.
Günün Nüktesi
Bir bayram günü Peygamberimiz ile Yetim Abdullah…
Abdullah küçük yaşta iken, bir savaşta babasını kaybetmişti. Annesi yeniden evlenince üvey baba, Abdullah’ı istememişti. Ve Abdullah sokaklarda sahipsiz kalmıştı. Dertliydi. Yardımsever halkın verdikleriyle karnını doyurabiliyordu. Arkadaşları gülüp oynarken, o, bir köşede oturur, başını elleri arasına alır, düşüncelere dalardı.
Bir bayram günü, Abdullah yine böyle bir kenara oturmuş, başını ellerinin arasına almıştı. Cıvıldaşan çocuklara bakıp ağlıyordu. Üstü başı lime lime idi. Gömleği belki kırk yerden yamanmıştı. Üstelik sabahtan beri yiyecek bir şey de bulamamıştı.
O sırada Peygamberimiz geçiyordu. Oynaşan çocukları seyretmek için biraz durdu. Gülümsedi. Birkaç çocuğu okşadı. Sonra Abdullah’ı gördü. Kenarda durup ağlaması dikkatini çekmişti. Yanına gitti. Ve niçin arkadaşlarıyla oynamadığını, niçin ağladığını sordu. Abdullah üzüntüsünden Peygamberimizi tanıyamamıştı.
- Amca, dedi, babam bir savaşta şehid düştü, anam evlendi. Üvey babam beni istemedi. Yapayalnız kaldım. Ne yiyecek bir dilim ekmeğim, ne giyecek yeni bir gömleğim var. Bu yüzden arkadaşlarıma katılamıyorum.
Peygamber Efendimizin mübarek gözleri doldu.
- Peki yâ Abdullah, dedi, sen Hasan ile Hüseyin’e kardeş olmak ister misin?
Hasan ile Hüseyin, Peygamberimizin torunlarıydı. Abdullah istekle atıldı:
- Çok isterim.
- Fâtıma’ya evlât, Peygamber’e torun olmak ister misin?
Abdullah hemen cevap verdi:
- Çok isterim.
- Öyleyse yürü bize gidelim, bundan sonra benim torunumsun...
Abdullah ancak o zaman Peygamberimizin karşısında bulunduğunu anladı ve ellerine sarılıp öptü.
Birlikte eve gittiler. Abdullah’ın karnı aylardan beri ilk defa güzelce doydu. İlk defa yeni elbiseler giydi. Ve Peygamberimizden izin alıp tekrar çocukların arasına döndü. Ama bu sefer kenardan seyretmiyordu. Oyuna katılmış, onlar gibi hoplayıp zıplamaya başlamıştı. Çocuklar bu değişikliği merak edip Abdullah’a sordular:
- Ey Abdullah, bir saat önce ağlıyordun, üstün başın dökülüyordu, şimdi bakıyoruz yeni elbiseler giydin, aramıza katılıp oynuyorsun. Sebebi nedir?
Abdullah memnun memnun gülümseyerek dedi ki:
- Benim yerimde olsaydınız siz de sevinirdiniz. Ben Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’ya evlat, Hasan ile Hüseyin’e kardeş, Peygamber Efendimize de torun oldum.
Çocuklar gıpta ile iç çektiler. Bir ağızdan şöyle dediler:
- Keşke biz de senin gibi yetim kalsaydık da, Peygamberimizin torunu olma şerefini kazansaydık.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Doç. Dr. Zeki Uyanık
Mezarlığa gitmeden bulunduğumuz yerden ölülerimize Kur’an ve dua okuduğumuzda kabul edilir mi?
Hz. Peygamber, mezarlıkları ziyaret etmiş ve bu ziyaretlerinde de ölülere selam vermiştir. Efendimizin ayrıca mezarlıklarda şu duayı okuduğu kaynaklarda vardır: “Ey Mü’minler yurdu, siz bizden önce gittiniz. İnşallah biz de size ulaşacağız.” (Müslim, “Cenâiz,” 104.) Sevgili Peygamberimiz bu sözü ile hem ölülere dua etmiş hem de yaşayanları ölüm konusunda uyarmıştır. Mezarlıkları ziyaret etmek güzel ve sevap olduğu gibi ziyaret etme imkanı bulunmadığı durumlarda ise kişinin bulunduğu yerden ölüsüne Kur’an okuması ya da dua etmesi de uygun ve sevaptır. Aynı şekilde yapılan ibadetlerin ve hayırların sevaplarını başkasına bağışlamak dinen caizdir. Buna göre kişi, mezarlığı ziyaret etme imkanı yoksa bulunduğu yerden okuduğu Kur’anı, yaptığı hatmin, kıldığı namazın ve istediği bir hayrın sevabını ölüsüne bağışlayabilir.
Bayram namazını kılmanın hükmü nedir?
Bayram namazı, biri Ramazan Bayramı’nda diğeri Kurban Bayramı’nda olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rekâtlık bir namazdır. Bayram namazı Hanefi mezhebinde Cuma namazının vücub şartlarını taşıyan kimselere vaciptir. Şafii ve Malikilere göre ise bayram namazları müekked sünnettir. İster vacip, ister sünnet kabul edelim hangi mezhepten olursak olalım Müslümanların kaynaşmasına, görüşmesine vesile olan bayram namazlarına iştirak etmekte fayda ve sevap vardır. Kadınlar ve erkekler İslam nazarında temel ibadetlerde (namaz, oruç, zekat...) fark etmeksizin eşittirler. Erkeğe farz olan farz namazlar kadına da farzdır. Ama meşakkat olmasın diye bazı ibadetler kadın için farz kılınmamıştır. Cuma namazı, bayram namazı gibi. Ama kadın istemesi halinde Cuma namazını da Bayram namazını da camiye gidip eda edebilir. Dini anlamda bunun bir mahzuru söz konusu değildir.
Vaktinde ödenmeyen sadaka-ı fıtır borcu nasıl ödenir?
Bütün ibadetlerde olduğu gibi sadaka-i fıtır yükümlülüğü de geciktirilmeyip zamanında yerine getirilmelidir. Bununla birlikte zamanında ödenmemişse, bu fitrelerin mümkün olan ilk fırsatta ödenmesi gerekir. Yani fıtır sadakasının borcunu kaza etmek gerekir.
Şevval ayında Ramazan’dan kalan kaza orucu mu yoksa nafile oruç mu tutulmalıdır?
Oruç, namaz gibi dinin farz kıldığı ibadetleri yerinde ve zamanında yerine getirmek gerekir. Bir özür olmadan bunları sonraya, kazaya bırakmak dinen büyük bir günahtır. Fakat bir özür varsa özre binaen geciktirilebilir. Özür ortadan kalkınca en yakın zamanda kaza etmek gerekir. Oruç borcu olan (hastalıktan, yolculuktan) Ramazan ayının bitmesi ile bayramdan sonra bunları kaza etmesi gerekir. Şayet kaza etmeden ölürse ahiret gününde bunlardan sorulur. Allah affetmezse azapta görür. Buna göre kaza borcu olan kimse sorumlu olmadığı ve ahiret gününde azap görmesine vesile olmayacağı nafile orucu tutacağına, üzerinde borcu olan kaza orucunu tutmalıdır. Kaza oruçları bitince istediği kadar nafile orucu tutabilir.
Günün Ayeti
Müminler ancak kardeştir. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin. Hucurât, 49/10.
Günün Hadisi
“Bir kimsenin Müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs durması helal değildir.” Müslim, “Birr”, 8.
Günün Sözü
Şerler içerisinde cezası en çabuk olanı ise, zulmetmek ve akrabalarla alakayı kesmektir. İbn Mâce, “Zühd”, 23.
Günün Nüktesi
Bir bayram günü Peygamberimiz ile Yetim Abdullah…
Abdullah küçük yaşta iken, bir savaşta babasını kaybetmişti. Annesi yeniden evlenince üvey baba, Abdullah’ı istememişti. Ve Abdullah sokaklarda sahipsiz kalmıştı. Dertliydi. Yardımsever halkın verdikleriyle karnını doyurabiliyordu. Arkadaşları gülüp oynarken, o, bir köşede oturur, başını elleri arasına alır, düşüncelere dalardı.
Bir bayram günü, Abdullah yine böyle bir kenara oturmuş, başını ellerinin arasına almıştı. Cıvıldaşan çocuklara bakıp ağlıyordu. Üstü başı lime lime idi. Gömleği belki kırk yerden yamanmıştı. Üstelik sabahtan beri yiyecek bir şey de bulamamıştı.
O sırada Peygamberimiz geçiyordu. Oynaşan çocukları seyretmek için biraz durdu. Gülümsedi. Birkaç çocuğu okşadı. Sonra Abdullah’ı gördü. Kenarda durup ağlaması dikkatini çekmişti. Yanına gitti. Ve niçin arkadaşlarıyla oynamadığını, niçin ağladığını sordu. Abdullah üzüntüsünden Peygamberimizi tanıyamamıştı.
- Amca, dedi, babam bir savaşta şehid düştü, anam evlendi. Üvey babam beni istemedi. Yapayalnız kaldım. Ne yiyecek bir dilim ekmeğim, ne giyecek yeni bir gömleğim var. Bu yüzden arkadaşlarıma katılamıyorum.
Peygamber Efendimizin mübarek gözleri doldu.
- Peki yâ Abdullah, dedi, sen Hasan ile Hüseyin’e kardeş olmak ister misin?
Hasan ile Hüseyin, Peygamberimizin torunlarıydı. Abdullah istekle atıldı:
- Çok isterim.
- Fâtıma’ya evlât, Peygamber’e torun olmak ister misin?
Abdullah hemen cevap verdi:
- Çok isterim.
- Öyleyse yürü bize gidelim, bundan sonra benim torunumsun...
Abdullah ancak o zaman Peygamberimizin karşısında bulunduğunu anladı ve ellerine sarılıp öptü.
Birlikte eve gittiler. Abdullah’ın karnı aylardan beri ilk defa güzelce doydu. İlk defa yeni elbiseler giydi. Ve Peygamberimizden izin alıp tekrar çocukların arasına döndü. Ama bu sefer kenardan seyretmiyordu. Oyuna katılmış, onlar gibi hoplayıp zıplamaya başlamıştı. Çocuklar bu değişikliği merak edip Abdullah’a sordular:
- Ey Abdullah, bir saat önce ağlıyordun, üstün başın dökülüyordu, şimdi bakıyoruz yeni elbiseler giydin, aramıza katılıp oynuyorsun. Sebebi nedir?
Abdullah memnun memnun gülümseyerek dedi ki:
- Benim yerimde olsaydınız siz de sevinirdiniz. Ben Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’ya evlat, Hasan ile Hüseyin’e kardeş, Peygamber Efendimize de torun oldum.
Çocuklar gıpta ile iç çektiler. Bir ağızdan şöyle dediler:
- Keşke biz de senin gibi yetim kalsaydık da, Peygamberimizin torunu olma şerefini kazansaydık.