Sonbaharda dalına tutunmaya çalıştıkça çaresizce savrulan yaprakların hüznüdür ait olamamak hissi. Öyle ki ne diğer yapraklara ne dala ne ağaca ne de toprağa aittir. Bir kişi düşünün, şehir şehir gezer, yeni mekanlar insanlar tanır lâkin, aidiyet hissi zarar görmez. Gel gör ki, kırk yıllık aile eş dost, arkadaş çevresi vardır ama kendini hiçbir yere sığdıramaz. Çünkü aidiyet bir mekana bir kişiye değildir. Tüm bunların bir kişiye hissettirdiğidir. Bir duygudur. Ve bu duygunun oluşması, istek, arzu, nefret, ret ve kabul mekanizmasıyla kendini tanımak ile oluşur.
Kendini tanıyıp, duygusal olarak nasıl tamamlanacağına dair farkındalık oluşturmuş bir birey harekete geçer ve bu eksiklerinin tamamlandığı kişi ve konumlara aitlik hisseder. Hayata dair yeni deneyimler, kendimize ait yeni his ve keşiflerimize, farkındalığımıza sebep olur. Bu da yine bir bağ, bir aidiyet sebebidir. Bireye sunulan fikir ve düşüncelerin birçoğu, ona ait olmayan bir dünya ve yabancı bir oluşumdur. Oysa ki, kendi deneyimleri, kendi fikir ve düşüncelerinin oluşumu doğrultusunda kendi dünyasını oluşturur ve aidiyet hisseder. Ancak kendi oluşumlarınadır aitliği. Kendini rahatça ifade edebildiği ve kabul gördüğü kişi ve ortamlara da hisseder bunu. Çünkü bu kişi ve ortamlarda kendini olduğu gibi anlamlandırır ve kimlik karmaşası yaşamaz. Kısacası anlattığının anlaşıldığı yeredir aitliği.
Sonuç olarak kendini bulana, keşfedene kadar kaçtığı hiçbir yere ait olmadığını anlayacak. Ne zaman ki özüne bir yolculuğa çıkıp muhteşem keşifler yaşadığında, kendine ayna olan her şeye aitlik hissedecektir. Ve denizindeki dalgalar, göğündeki fırtınalar dinecek, sonsuz sakinlik ve dinginlik başlayacaktır.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Filiz Akkaya
Aidiyet
Sonbaharda dalına tutunmaya çalıştıkça çaresizce savrulan yaprakların hüznüdür ait olamamak hissi. Öyle ki ne diğer yapraklara ne dala ne ağaca ne de toprağa aittir. Bir kişi düşünün, şehir şehir gezer, yeni mekanlar insanlar tanır lâkin, aidiyet hissi zarar görmez. Gel gör ki, kırk yıllık aile eş dost, arkadaş çevresi vardır ama kendini hiçbir yere sığdıramaz. Çünkü aidiyet bir mekana bir kişiye değildir. Tüm bunların bir kişiye hissettirdiğidir. Bir duygudur. Ve bu duygunun oluşması, istek, arzu, nefret, ret ve kabul mekanizmasıyla kendini tanımak ile oluşur.
Kendini tanıyıp, duygusal olarak nasıl tamamlanacağına dair farkındalık oluşturmuş bir birey harekete geçer ve bu eksiklerinin tamamlandığı kişi ve konumlara aitlik hisseder. Hayata dair yeni deneyimler, kendimize ait yeni his ve keşiflerimize, farkındalığımıza sebep olur. Bu da yine bir bağ, bir aidiyet sebebidir. Bireye sunulan fikir ve düşüncelerin birçoğu, ona ait olmayan bir dünya ve yabancı bir oluşumdur. Oysa ki, kendi deneyimleri, kendi fikir ve düşüncelerinin oluşumu doğrultusunda kendi dünyasını oluşturur ve aidiyet hisseder. Ancak kendi oluşumlarınadır aitliği. Kendini rahatça ifade edebildiği ve kabul gördüğü kişi ve ortamlara da hisseder bunu. Çünkü bu kişi ve ortamlarda kendini olduğu gibi anlamlandırır ve kimlik karmaşası yaşamaz. Kısacası anlattığının anlaşıldığı yeredir aitliği.
Sonuç olarak kendini bulana, keşfedene kadar kaçtığı hiçbir yere ait olmadığını anlayacak. Ne zaman ki özüne bir yolculuğa çıkıp muhteşem keşifler yaşadığında, kendine ayna olan her şeye aitlik hissedecektir. Ve denizindeki dalgalar, göğündeki fırtınalar dinecek, sonsuz sakinlik ve dinginlik başlayacaktır.