TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

“Halk hareketi bizi güçlü kılıyor”

HDP İzmir İl Eş Başkanı Cavit Uğur, 7 Haziran seçimine günler kala gazetemize özel açıklamalarda bulundu

Haber Giriş Tarihi: 01.06.2015 07:08
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
“Halk hareketi bizi güçlü kılıyor”

NEŞE YAVUZ

Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım sohbete. Cavit Uğur kimdir, neler yapar, siyasete nasıl atılmıştır?

1964 Gaziantep doğumluyum, bir Türkmen-Alevi ailenin oğluyum. Bu sebepten ötürü sola yakın büyüdüm. Daha ortaokul çağlarında siyasetle tanıştım. Sonrasında, henüz daha küçük yaşta sayılabilecekken 12 Eylül’ün hışmına uğradım. 47 gün işkencede kaldım, 2 yıla yakın cezaevinde kaldım, sonrasında ise suçsuzsun diyerek bıraktılar. Üniversite yıllarımda önce Eskişehir’deydim, daha sonra yatay geçişle İzmir 9 Eylül Üniversitesi’ne geldim. İşletme mezunuyum ve serbest mali müşavirlik yapıyorum. Üniversite hayatımda bir dönem aktif siyaset yapamadım ama sonrasında Birleşik Sosyalist Parti’nin kurulması esnasında 1994 yılında aktif rol aldım. Daha sonra ise Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin kurucu üyesi ve ilk genel merkez yürütme kurulu üyeliği görevinde bulundum. O tarihten itibaren hem sosyalist mücadele içerisinde hem de sosyalist hareketin birleşmesi uğruna verilen bütün girişimlerin içerisinde bulundum. Şimdi ise 4 yıldan beri, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’unun çalışmalarında aktif olarak yer aldım, Halkların Demokratik Kongresi (HDK)’nde görev aldım ve Halkların Demokratik Partisi’nin kuruluşu ile birlikte de o gün bugündür il eş başkanlığı görevini yürütmekteyim.

HDP’nin en büyük problemlerinden biri kararsız seçmenin ön yargıları. Bu ön yargıların temelinde ise AK Parti ile koalisyon ve başkanlık sistemine onay verme ihtimali var. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Partimizle ilgili en önemli kaygılardan birisi Kürtler AKP ile anlaşıyor, AKP’den destek görüyor gibi yargılar. Kürtler evet AKP ile görüşüyor. Çünkü barış ve müzakere dediğimiz şeyler savaşın iki tarafında bulunan güçler arasında yapılır. Bir tarafta hükümet var ve hükümetin de başında AKP var. Doğal olarak, silahlı güçlerin bir kısmının sevk ve idaresi hükümettedir. Bu tarafta ise, Kürt hareketinin legal tarafı olarak Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), bu sürecin çatışmasızlıkla sürdürülmesi ve bunun gerçek bir barışla sonuçlanması için bir arabuluculuk yapıyor. Gerek BDP gerekse HDP bu arabuluculuk görevini gerçekleştiriyor. Şimdi görüşülmeyecek de ne olacak? Kiminle görüşülecek? Görüşmenin amacı budur.  Bu önyargıyı besleyen diğer husus da şimdiye kadarki bütün cumhuriyet hükümetlerinin Kürt sorununa mesafeli yaklaşmasıdır. Beğenelim beğenmeyelim, bir şey yapsın yapmasın, sonuçta AKP hükümeti ‘mış gibi’ yapsa da Kürt sorununda bir açılım getirmeyi kamuoyuna göstermiştir. Kamuoyu özellikle de barış isteyen Kürt halkı buna inanmıştır. AKP’yi destekleyen Kürt halkının büyük kısmı, ‘evet Kürt realitesini tanıyan yegane parti AKP’dir’ inancındadır. Gerek MHP gerek CHP, gerekse diğer partiler bu konuda hiçbir şey yapmamışlardır. Günün sonunda AKP ne yaptı diyeceksiniz. Evet, AKP hiçbir şey yapmadı, sadece oyaladı. Sadece bunu söylem olarak yapacağını vaat etti. Vaat ettiklerini de gerçekleştirmedi. Bu açıdan ulusalcı medyanın, partilerin kışkırtmasıyla sanki HDP ile AKP koalisyon yapacaklar gibi kaygılar var. Genel Başkanımız da sonuçta açık ve net bir şekilde söyledi. Tam tersine barış ve müzakere sürecinin ilerletilebilmesinin yegane yolu, Tayyip Erdoğan’ın başkanlığının önlenmesi ve hatta onun bir hükümet olmasından alıkoyulmasıdır. Bu açıdan da partimizin bu seçimden başarılı çıkması önemli bir şeydir. Eğer hükümet, hükümet kuracak yeterli sayıyı bulamazsa ve dışardan bir desteğe ihtiyacı olursa, bu asla olmayacaktır. HDP ne koalisyon ortağı olacak ne de dışarıdan destek sağlayacaktır. Tam tersine kendi bağımsızlığını muhafaza edecektir.

‘Çözüm Süreci’ şu an ne durumda?

2013 Nevruz’unda Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile beraber, bir müzakere sürecine başlandı denildi. Ve bu toplumda büyük bir heyecan uyandırdı. Ve iyi-kötü çok şükür ki ufak tefek olaylar hariç, asker, gerilla, polis cenazesi gelmedi. Doğal olarak toplum bir nefes aldı, rahatladı. Toplum aslında bunu destekliyor, çatışma, ölüm istemiyor. Peki, eline silah alıp dağa çıkan insanlar ne değişti de elindeki silahı bıraksınlar? Önce bu soruyu sormak lazım, bu insanlar çok silah sevdikleri için mi dağa çıkmışlılar? Hayır, bir takım iddiaları, talepleri var. Bu talepler yerine getirilmediği süre içerisinde gerçek anlamda bir silahsızlanma ve barışın tesis edilmeyeceği görünüyor. Bunlar da Kürtlerin kolektif hakları (başta ana dilde eğitim olmak üzere) tanınmasıdır. Ya da tanınabileceği bir eşiğe doğru düzenlemelerin yapılmasıdır. AKP hükümeti 13 yıl boyunca bunların hiçbirisini yapmadı, tam tersine Kobani olaylarını bahane ederek, yeni güvenlik yasaları çıkardı ve Türkiye’yi tam bir güvenlik rejimi haline getirdi. Bu kadar asker, güvenlik ve polis varken bir barış söz konusu olamaz. Hiçbir yasal düzenleme yapmayarak, isteklerin tersine yasal düzenlemeler yapmıştır. Evet bir süreç yoktur şuan, şükür ki çatışmasızlık hali devam etmektedir. Bunun iradesi de hükümetin elinde değil, Sayın Abdullah Öcalan’ın elindedir. O açıdan da bugün eğer bir şey olmuyorsa, tek taraflı bir nedenden olmuyordur. Sonrasında ne olacak derseniz, hükümet zaten 3 seneden beri bunu şantaj kozu olarak kullanıyordu. Beni seçmezseniz kıyamet kopar, şöyle olur böyle olur diyordu. Şimdi biz bu kozu onların elinden alıyoruz. Seni seçtirmeyeceğiz ve müzakere sürecini ilerleteceğiz. Çünkü barış artık, hükümet politikası olmaktan çıkmıştır, toplum bunu arzu ediyor. Biz de barışın toplumsallaştırılmasının gerektiğini biliyoruz. Tüm toplum kesimlerini kurulacak müzakere masasının özneleri olmaya davet ediyoruz. Hatta çıkıp da şunu söylüyoruz, bu masa sadece Kürt tarafı ile devlet tarafı arasında olamaz, yeni bir anayasaya ihtiyaç var. Bunun da tanıkları tüm insanlar olmalıdır, siyasal düşünceleri ne olursa olsun. Kadınlar, işçiler, gençler, sendikalar, LGBTİ bireyler. Bunlar olursa ancak müzakere süreci ilerler diye düşünüyoruz ve bunun yapmanın yolu da bu seçimlerde buna inanan insanların bir zaferle çıkmasıdır ve HDP bu yolu açacaktır diye umuyoruz.

HDP Türkiye partisi olamıyor diye eleştiriler var. Bu eleştirilerin temelindeki düşünce nedir? Bunlara cevabınız ne oluyor?

Biz parti olarak bu kavramı sevmiyoruz çünkü bizler zaten Türkiye’yiz. Bizi bölge partisi olmakla suçlayanların kendileri aslında bölge partisi bunu da sandıklardan anlıyoruz. Bizler cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye’nin her yerinden,  bir oy bile olsa, her sandıktan oy aldık. Ama Kürt illerinin çoğunda CHP ve MHP oy alamadı, demek ki bölge partisi bu partiler aslında. Kürt sorunu çok önemli bir sorun olduğu için sürekli dile getiriyoruz. Bu yüzden bize bunu yakıştırıyorlar aslında biraz haklılık payı da var. Ama son 1 yıldır görüldüğü üzere, Kürt sorunun çözümü Türkiye’nin topyekun demokratikleşmesiyle ilgilidir. Türkiye’nin sularının, derelerinin, ormanlarının siyanürlerle zehirlenip zehirlenmeyeceği, HES’ler-RES’ler gibi, bu tip enerji politikalarının değişmediği, işçilerin sendikal örgütlenmelerinin önündeki engellerin kalkmadığı,  kadın cinayetlerinin önleyecek sosyal politikaların gelişmediği, gençlerin ve öğrencilerin, atanamayan öğretmenlerin bütün sorunu, şimdiki bu iktisadi rejimin ve siyasi rejimin, geliştirilmesi ve daha toplumcu bir hale getirilmesi ile mümkün. İşte biz bunu gördüğümüz için HDP çevresinde bir araya geldik. Halklar arasında ayrım yok. Biz diyoruz ki Kürt, Arap, Ermeni, Laz, Boşnak, Roman var mı var, bunların kendi kültürleri var. Bizler ortak bir vatanda, onların kendi kimliklerini ve özgürlüklerini muhafaza ederek bir arada yaşayacakları bir demokratik cumhuriyeti savunuyoruz. Bu cumhuriyet onlara bunu vermiyor. Bu cumhuriyet sadece tekleştirme ve asimilasyon temelinde bir yaşam vaat etmiş ve bu da toplumlar arasındaki çatışmalara neden oluyor.  Bizler Türkiye’yiz, Türkiyelileşmeye çalışmıyoruz. Ayrımız gayrımız yok, bizler Türkiye’yiz diyoruz.

Bir önceki sorumla bağlantılı olarak gelen eleştirilerden biri de mitinglerinizde Türk bayraklarının olmaması? Son birkaç mitingde az da olsa Türk bayrağı gördüm ben ama yine de bu eleştirileri alıyorsunuz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Bu uzun yıllar boyuca söylenen bir şey. Şu örneği verebilirim size, ben işkence gördüğüm dönem, bana İstiklal Marşı’nı ezberletmeye çalışırlardı. 10 kıtayı ezberleyemeyince tekrar işkence yaparlardı. Bu sadece Kürtlerin problemi değil. Peki, sizler sosyalistlerin, komünistlerin mitinglerinde bayraklar görebiliyor musunuz? Göremezsiniz çünkü bu ırkla bağdaştırılacak bir şey değil, enternasyonal olmakla alakalı bir durum var. İkinci olarak da şunu diyebilirim: Evet bir takım yaraların sarılması lazım yoksa normalleşme olmaz. Biz Türk bayrağını alıp gelene bir şey demeyiz, bizim bayrakla bir problemimiz yok. Nitekim son mitinglerde de vatandaşlarımızdan bazıları bayraklarla geldi. Bunun önünde engel yoktur. Bayrak Türkiye’de bir siyasi sembol haline gelmiştir. Bu yüzden bu bayrağı, bütün ortak vatanın sembolü haline getirmek için hak ettiği yere tekrar iade etmek lazım. Bugün iktidarı kanla, soygunla, rüşvetle elinde tutan iktidarın elinden alıp gerçek sahiplerine, yani halka vermek lazım. Din için de aynı şey söz konusu, bu kavramı da fırsatçıların elinden alıp, Allah ile kul arasına girenleri aradan çıkarmak lazım. Maalesef Türkiye’de rejimler bayrağı da dini de böyle bir sembol olarak kullanmıştır.

İzmir’de seçim çalışmaları nasıl gidiyor?

Bizim arkamızda devlet gücü ve sermayesi olmadığı için küçük bir bütçe ile çalışıyoruz. Bütün bunlara rağmen İzmir’in her köşesinde parti içi örgütümüz var, komisyonlarımız var.  Afiş, bildiri, pankart dağıtıyoruz. Şu ana kadarki süreç cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elde ettiğimiz ilgiyi örgütlemekle geçti. Bu mitingden itibaren de, bizimle ilgili kaygıları olan kararsız kesimi ikna etmeye çalışıyoruz. Ev ev, kapı kapı dolaşıyoruz. İnsanların sorularını cevaplıyoruz, kafalarındaki soru işaretlerini gidermeye çalışıyoruz. 26 adayımızın hepsi de aktif olarak sahada. Hepsi de emekçi insanlar. Seçilsin ya da seçilmesin, 13. sıradaki adayımız da 1. sıradaki adayımız kadar iddialı ve özverili bir çalışma sunuyor. Bu bir gerçek halk hareketi olmamızdan kaynaklanıyor. Bu bize büyük bir kuvvet veriyor. Diğer partiler reklam şirketleri ile çalışıyor, afişlerini bile reklam şirketlerine astırıyor. Biz ise tasarımını, düzenlemesini, asmasını hepsini kendimiz hallediyoruz. Bu bizi güçlü kılıyor.

HDP’nin İzmir için projeleri var mı?

Bizim en büyük projemiz özerklik projesidir. Biz İzmirlilerin özerkliğini savunuyoruz. Bundan kastımız şudur bir örnekle açıklayayım, Folkart’ı biliyorsunuz. İzmir’in göbeğine saplanmış iki bıçak gibidir, yenileri de yapılıyor. Bütün bunların imar izinleri, belediyelerin elinde olan bir şey değil. Doğrudan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı. Ama biz İzmir’in yatırımlardan fayda sağlayıp sağlamayacağına İzmirlilerin kendilerinin karar vermesini istiyoruz. Kendi çevreleri, ekosistemleri, suları, dağları, toprakları konusunda doğrudan kararları kendilerinin vermesini istiyoruz. Ama diğer partiler diyor ki mesela ‘Biz tüp geçit yapacağız, onu yapacağız, bunu yapacağız’ Bizler hiçbir şey vaat etmiyoruz. Halk ne isterse onu yapacağız. Kuracağımız mahalle meclislerimiz, halk komitelerimiz, kamuoyu araştırmaları ile İzmirlilerin neye ihtiyacı varsa, gerek yerel gerekse genel iktidar olduğumuzda bunları sağlayacağız.  İzmir’in sorunlarına dair bir dizi şey de söyleyebiliriz. İzmir çok güzel bir şehir, kimsenin hayal edemeyeceği kadar geniş imkanları olan bir şehir. Ama bunlar sürekli olarak her geçen gün daraltılıyor, kirletiyor. Bunları önlemeye çalışmak bile İzmir için büyük bir projedir. Yatırım her şey değildir. Yatırım bir şeye ihtiyaç varsa yapılır. Yatırımın planlanması toplumsal ihtiyaçlara bağlı olmalıdır. Ama bizim dışımızdaki tüm partilerin tek umursadığı şey sermayedir. Sermaye ne istiyorsa onun peşindeler. Doğal olarak biz kendimizi bu çizgide onlardan ayırıyoruz.

İzmir’den kaç vekil çıkarabilirsiniz? Bir öngörünüz var mı?

Bizim iddialarımız var, tabi bir realite de var. İddiaların ve realitelerin nasıl gerçekleşeceğini 7 Haziran’da göreceğiz. Çok muhtemeldir ki 1+1’i çıkarıyoruz. Bu açık ve net. Son olarak bu mitingle ve sahadaki çalışmalarımızla beraber, bundan daha fazlasının mümkün olduğunu gördük. 2+2 çıkarma olasılığımızın çok yüksek olduğunu görüyoruz. Bu da bütün diğer partilerin hesabını değiştirecektir, tabi üzgünüm onlar için bir şey diyemiyorum.

HDP’nin genel sorunlara yaklaşımına dönecek olursak: HDP kadın hakları için neler yapıyor?

Kadın eşitlikçi bir politika izliyoruz. Bir kadının, bir erkeğin sahip olduğu her şeye sahip olması gerekiyor.  Bir erkek egemen dünyada yaşadığımız için bu erkek egemen algısını kırmak, farkındalık yaratmak, kadınlar için hayatı değiştirmek açısından bir takım tedbirler alacağız. Eş başkanlık sistemi de bunun bir örneği. Kadına şiddet, parti hukukumuz açısından en ağır suçtur. Bu konudaki tutumumuz da son derece açık ve net. Bunun en önemli göstergesi de, seçilmiş kadın adaylarımızın yarısının kadın aday olacak olması. Günlük hayatımızda da bu böyle. LGBTİ politikamız da bunun gibi tutarlı bir politikamızdır. Hiç kimse cinsel yönelimi ve cinsel tercihi yüzünden aşağılanamaz, küçümsenemez. Homofobiye karşı etkin bir ideolojik mücadele veriyoruz. Onların görünür olmaları açısından son derce aktif çalışıyoruz. Partimiz içerisinde de LGBTİ çalışma grubumuz var. Önce parti içinde farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. İzmir’de bir LGBTİ aday çıkarmak istedik ama olmadı, inşallah önümüzdeki dönemde bu konuda daha somut adımlar atacağız.

Peki, HDP hayvan hakları konusuna nasıl yaklaşıyor?

Bizler insan doğa ilişkilerine diğer partilerden farklı bakıyoruz. İnsanı doğanın efendisi değil, bir parçası olarak görüyoruz. Tıpkı hayvanlar gibi, tıpkı diğer canlılar gibi, insan da doğanın bir parçasıdır. İnsanın ne kadar yaşam hakkı varsa, hayvanın da o kadar yaşam hakkı vardır. Bu yüzden petshoplarda hayvan satımına, bütün hayvanların kendi doğal ortamından koparılarak evlerde ve barınaklarda yaşamaya zorlanmasına itiraz ediyoruz. Bu açıdan da mevcut koşullar içerisinde birdenbire bu sistemi değiştiremeyecekseniz de en azından tedbirlerin alınması gerekiyor. Hayvanlara karşı işlenen suçların, insana karşı işlenen suçlar kategorisine getirilmesi gerekiyor. Bunla alakalı düzenlemeler yapmayı savunuyoruz. Sonuçta diğer canlılar olmazsa insan da olmaz. Bütün canlılar bir insan kadar kıymetlidir ve bu kıymetin onlara geri iade edilmesi gerekmektedir. Maalesef Türkiye’de ve dünyada çok yanlış uygulamalar var. Bir toplumsal bilince ihtiyaç var. Sadece yasal düzenlemeyle değil, toplumsal algıyı değiştirecek bir görüşe ihtiyaç var.

Son olarak İzmirli seçmene ne söylemek istersiniz?

Biz bu seçimlerde, hem Türkiye hem de İzmir açısından önemli bir başarı elde edeceğimizi düşünüyoruz. Çok sayıda işaret bize bunu gösteriyor. İzmirliler bu güzel kentte, kendi yaşam alışkanlıklarına dokunulmadan yaşamak istiyor.  Biz de tam olarak bunu vaat ediyoruz. Herkes, birilerine zarar vermediği sürece istediği gibi yaşama hakkına sahiptir. HDP de bunun için doğru adrestir. İzmirlileri HDP’ye destek vermeye çağırıyorum. Seçimlerin selametle adil bir yarış olmasını diliyoruz. 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.