TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Silah değil kitap dönüştürür

İzmir Milli Kütüphane Vakfı Başkanı Avukat Ulvi Puğ Kütüphaneler Haftası kapsamında okumanın önemini anlatan birçok etkinlik yapılacağını söyleyerek, “Gördüğüm kadarıyla gençler artık küfür etmeden kendilerini ifade edemiyorlar. Küfür artık normal hale gelmiş. Bu kısır zihniyet ancak okuyarak yenilebilir” dedi

Haber Giriş Tarihi: 02.04.2015 06:48
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Silah değil kitap dönüştürür

NİLGÜN TAZE

Kütüphaneler haftası etkinliklerinden bahseder misiniz?

Ülkemizde kütüphaneler haftası 1954’den beri mart ayının son haftası kutlanıyor. Bu kutlamalardaki temel amaç elbette kitabı topluma tanıtmak ve kaynaştırmak. Bütün etkinliklerde olduğu gibi bu haftanın kutlanması güzel ancak kitap sevgisini bir yaşam biçimi haline getirmemiz gerekiyor. Türkiye’nin geleceği eline silah alan gençlerle değil kitap alan gençlerle değişebilir. Buda çocuk yaşlarda edinilebilir. Bazı zararlı alışkanlıklar olduğu gibi yararlı alışkanlıklar da vardır ve bunlardan bir tanesi de şüphesiz kitaptır. Bizim toplumumuz hep sigara elindeyken çocuğa sigaranın zararlarını anlatır. Kendisi uygulamaz ve çocuk gördüğünü örnek aldığı için ‘sen neden içiyorsun anne, baba’ diye sorar. Küçük yaşlarda ebeveynlerinin elinde kitap görmeyen çocuklardan kitap okumasını beklemek akıllıca değil. İzmir’deki bu çağdaş görünümün ardında gerçekte yeteri kadar kitap okuyan kişi yok ne yazık ki. Kitap okumada birçok şehirden daha geriyiz. Çocuk ilk olarak ders kitapları ile tanıştırılıyor. Halbuki ders kitapları sıkıcıdır ve bu yüzden çocuk kitabı sevemez. Oyun alanlarında çocukların ellerine bol resimli ve eğlenceli istedikleri gibi oynayarak inceleyebilecekleri plastik ya da gerçek kitaplar sunarsak küçük yaşlarda bu sevgiyi edinebileceklerdir. Kütüphaneler oyun alanları ile donatılmalıdır. Nasıl müzik kalitesi geliştirildikçe değişirse okuma kalitesi de sevdirerek değişir. Çocukların aklına kitap kavramını yerleştirmek için bizler çok geç kalıyoruz. Bu da yılda bir hafta kutlama yapılarak gerçekleştirilemez. Konferanslarımda çocuklara ‘kitaplarını okuduktan sonra filmini seyrettiğiniz kitaplar var mı ve en çok hangisini sevdiniz?’ diye soruyorum birçoğu ‘kitabı’ cevabını veriyor. Bu her zaman böyledir çünkü kitapta okuyan birey sayısınca ayrı algı vardır, halbuki filmi sadece yönetmenin gözlerinden izlersiniz. Siz okuduğunuzda hayal gücü size aittir ve onu hiçbir yönetmen çekemez. Kitabın bir diğer özelliği de sizi hep aynı güler yüzle karşılamasıdır.

Kitapların pahalı olması okumayı etkiliyor mu?

Ben ‘kitap pahalı’ bahanesine açıkçası hiç inanmıyorum. En son model cep telefonları ve giydikleri kıyafetlerin markalı olması için anne babalarını çocuklar zorlayabiliyorlar. İsterlerse aynı şeyi kitap için yapabilirler. Çocukların kaç kitap okuduğunun toplumda bir önemi yok. Beyinlere enjekte edilen değerler zenginlik, güç, yakışıklılık üzerine. Çocuklara öğrettiğimiz rol modeller bunlar. Kitap okuduğu için kimse kimseye saygı duyamıyor. İşte tüm bunlar kitap ve çocuk arsındaki uçurumu açıyor. Kütüphanelerde sessiz olmaları için çocuklara azarlanıyor. Zaten çoğu insanımızın bir eşik korkusu vardır. Kütüphanenin okumak için kurulduğunu hissetmeyerek sanki bir devlet dairesine girer gibi girerler. Bu gerginliği ortadan kaldırmamız gerekiyor. Gecekonduda doğmuş bir çocuğa kütüphanede kendisini yuvasında gibi hissettirmezseniz çocuk kütüphaneye bir daha gelmez. Hatta bununla ilgili ilginç bir fıkra vardır; sarışın bir bayan kütüphane görevlisinden yüksek sesle bir hamburger, bir patates, bir cola ister ve görevli de bu talep üzerine ‘burası kütüphane hanımefendi’ der. Sarışın kadın bunun üzerine gayet kısık bir sesle ‘ayy afedersiniz bir hamburger, bir patates, bir de cola lütfen’ cevabını verir. Kütüphaneler böyle konuşulması yasak yerler halinde değil cıvıl cıvıl olmalı. Öğrencilerin geleceğini duyduğumda ben karşılarım onları ve onların kütüphaneye gelmesi ile birlikte kütüphane bir can ve neşe gelir. Enerjilerini getirirler çünkü. Geçenlerde ziyarete gelen öğrencilerle konuşurken ‘siz dersten kaçtınız sevinerek buraya geldiniz ve sanırım bu sefer de ben çok konuştum’ dedim. Bu sözümün üzerine öğrencilerden bir tanesi ‘siz sabaha kadar konuşsanız yine de sizi dinleriz’ dedi. Kitapları sevdirmek için her birimizin ayrı ayrı sorumluluk alması gerekiyor. Zaten sosyal devlet anlayışı da budur. Yarın bir gün kız arkadaşı ya da eşiyle o eşik korkusunu yaşamadan geçer ve kendi çocuğu bu korkuyu hiç yaşamaz. Operaya bedava bilet verseniz ‘kıyafetim uyar mı ya da nasıl davranmam gerekir bilmiyorum’ çekincesiyle gitmeyen insanlar var. Bu korkuları oraların idarecilerinin alması gerekir. Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi gibi çok güzel bir kültür merkezimiz var. Her hafta çocukların bu tür yerleri gezmesi eşik korkularını küçük yaşta atmalarını sağlayacaktır.

Kitabı parkta altınıza koyarsanız minder, başınıza koyarsanız şapka, okursanız kitap olur. Kütüphaneler birer bilgi mabedidir. Eğer bir Hristiyansanız kiliseye, Yahudiyseniz havraya, Müslümansanız camiye gitmenin zevkini yaşarsınız. Kütüphaneye geldiğinizde de bilginin keyfini. Kafeteryaları olan kütüphaneler kurulursa gençler kız arkadaşlarını alıp bilgi mabetlerinde buluşurlar.

Öğrencilere davette bulunuyor musunuz?

Gerek kalmıyor. Her hafta bir okulumuzun öğretmeni öğrencileri getiriyor ve ben de onları birebir karşılıyorum. Geçenlerde bir baba ve oğlu dışarıdan kafalarını uzatıp içeri bakmaya çalışıyorlardı ve ben de yanlarına giderek ‘içeri girebilirsiniz’ dedim. Çok sevindiler. Çocukla birkaç saat sohbet ettik ve  arkadaş olduk. Bir sosyal paylaşım sitesinde öyle etkilenmiş ki kitap sevmekle ilgili bir piyes yazıp canlandırmış ve bunu yayımlamış. Bir çocuğun kazanmanın hissi harikadır. Ben tüm çalışma arkadaşlarıma gelen herkese güler yüzle davranmalarını istiyorum çünkü burası bir sivil toplum örgütü. İnsanlar burayı dişlerinden tırnaklarından arttırdıkları ile kurmuş ve halkın hizmetine sunmuşlar. Biz buranın bekçisiyiz ve bu bekçilik görevini güler yüzle yapmamız gerekiyor. Kapımızı çalan birine ‘buyurun’ yerine, ‘hoş geldiniz’ demek, yardımcı olamıyorsak neden olamadığımızı açıklamak gerekiyor. Burası araştırmacılara yönelik bir ihtisas kütüphanesi. Bir gün bir anne ile çocuğu yağmurlu bir günde gelmişler. Yer yok diye gönderildikleri sırada ben geldim ve onları odama çıkararak ağırladım. Daha sonra personelime yerimiz dolu olsa da her türlü çocuğumuzu odamı da açarak çalışmalarını sağlayabileceklerini söyledim. Bunlar basit gibi görünüyor ama o çocuğun beyninde bu tutum devrimler yarattı. Çocukların kütüphane kavramı yok. Bu binayı gençlerin bir kütüphanenin cumhuriyetin il mimarilerinden olması hasebiyle de dolaşmaları güzel olur. Tüm bunları görev başında bulunan biz yetkililerin sağlaması lazım.

Bu tarihi kütüphane ile ilgili planlarınız nelerdir?

Bu binayı kitap müzesi haline getirmek gibi bir hayalim var ancak onun öncesinde tabi yeterli alana sahip bir kütüphane kurmak gerekiyor. İzmir Milli Kütüphanesi’nde bir kitap koyacak yerimiz kalmadı. 102 yıldır ayakta ve derleme kanununa tabi olduğumuz için her yıl 50 bin 100 bin civarında kitap koleksiyonları geliyor. Bununla ilgili valiliğin, belediye başkanının ve üniversitelerin çalışma yapması lazım. ‘Bize bir bina verin’ gibi bir talebimiz yok. Bizim talebimiz İzmir’e daha büyük bir kütüphane kazandırmak. Mülkiyetleri onların olsun kitap mülkiyetleri de bizde kalmak suretiyle daha çok İzmirliye hizmet edelim. 9 Eylül Üniversitesi rektörlük binasının taşınma durumu var. Oranın bir kütüphaneye dönüştürüldüğünü düşünün. Her üniversiteden bir temsilci olur böyle bir hazineyi orada değerlendirir burayı da bir kitap müzesi haline getiririz. Burası da el yazması ve çok nadide eserlerin sergilendiği eserlerin tanıtılacağı bir bina haline gelebilir. 9 Eylül Üniversitesi’nde tüm senato üyelerinin, rektörlerin katıldığı toplantıda kendilerine kütüphaneciliği anlattık. Umut ediyorum ki onlarla bir gelişme olur. Gönlüm istiyor ki bu tür konuları siyasetin dışında tutularak, Türkiye’nin geleceği olarak görülüp valilik, belediye başkanı tarafından çalışmalar yapılsa. Kütüphanenin etrafındaki bloklar Çin seddi gibi. Buralara bir mimari yarışmayla sadece kütüphane değil opera, tiyatro binası yapılabilir. Bizim çalışma salonumuz 50 kişilik. İzmir nüfusu 4 milyon. Her gün birisi çalışmak istese 220 yıl sıra beklemesi lazım. Devlet tiyatrosu da 200 kişilik. Buraya modern sanatlar müzesi bile yapılabilir. Bilindiği üzere Kadıfekale düzenlemesi yapılıyor ve dünyanın en büyük restorasyon çalışmalarından biri yapılıyor. Bir turist gemisi geldiği zaman burada onlara konaklayacak bir gerekçe sunmuş oluruz. Kemeraltı’nı ışıl ışıl yaparsınız turist operasından çıktığı zaman gidip Türk mutfağı ve müziği ile tanışır, alışverişini yapar. Bir anda İzmir’in ekonomisine, kültürüne ciddi bir katkıda bulunulmuş olur. Bunlar olmayacak şeyler değil. Avrupa Birliği’nin fonlarına bile bence başvurmaya gerek yok çünkü burası kendi kendini fazlasıyla kurtarır. Hatta ve hatta bu proje bir küçük butik otelle bile desteklenebilir.

Bu isteklerinizi gerekli mercilere sundunuz mu?

Evet. Valilik bırakın bu projeyi hayata geçirme çabası yüzde 35’i özel idare ile ortak olduğumuz binaya yerleşmemize bile izin vermiyor. Bu bina bizi 10 yıl rahat idare edebilirdi.  Kiralayın ya da satın biz alalım dedik ona dahi cevap alamadık. Sonuçta biz kendi şahsımız için değil milletin menfaati için istiyoruz binayı. Şu an içinde bulunduğumuz binayı Vali Rahmi bey tahsis etmiş vakti zamanında. Bir valinin parmağı var işin içinde. Bugün de aynı duyarlılık gösterilmiş olsa kendileri de Rahmi bey gibi o kentin belleklerinde kazılı kalırlar. Ve her şeyden önce de kendi belleklerine yazılırlar. Tüm bu çağrılarımız da dilerim idarecilerin belleğinde de yer alır. Kitaplara ihtiyacın ne kadar büyük olduğunun farkında olan, kitap okuma alışkanlığı geliştirmiş vali ve belediye başkanlarının olması gerekiyor her şeyden önceki bu eksikliği görebilsinler. Bir çok sanat dalında olduğu gibi İzmir’de de maalesef aynı şikayet var. İzmir’de heykel sanatı yoktur çünkü yöneticilerin kafasında hiçbir zaman Avrupa’da gördüğümüz rönesanstan kalma heykel modelleri dahi şekillenmemiştir. Nereye baksanız bir sanat eseri görüyorsunuz. Bizde neden olmasın? Yürekte hissedip kafamızda oluşturarak yapılabilecek şeyler bunlar. Ben umutsuz değilim. Özellikle gençler bu ihtiyacı sürekli bir şekilde dile getirebilirse cevap gelecektir diye düşünüyorum. Ben konferanslarda anlatıyorum ancak kendi kütüphanemizin atmosferinde yapılan anlatım kadar etkili olmuyor. Katip Çelebi Üniversitemizin rektörü de kütüphanemizi ziyaret etti. Varyant’ın başında sağlıkla ilgili bir kitap müzesi oluşturacaklar ve bizden kitap istediler. Ben de binayı komple kitaplık haline getirirlerse İzmir’e daha çok hizmet edebileceklerini söyledim. Doku olarak tarihi bir bina olduğu için kütüphane yapılmaya da uygun. Bir de 9 Eylül Üniversitesi’nin Buca’daki kampüsünde üç katlı, 6 bin metrekarelik bir yer yapmışlar. Onun bir katını bize tahsis edebilirler. Üniversitenin 70 bin üzerinde öğrencisi var. Bu güzel bir hizmet ancak kütüphanelerin şehrin merkezinde olması bütün İzmirliyi memnun eder.

İzmir’deki kütüphane sayısı yeterli mi?

9 Eylül Üniversitesi, İl Halk Kütüphanesi ve Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı kütüphanelerimiz var. Kütüphanelerin yeterli olup olmadığını anlamak için kütüphanelerin dolup taşması lazım. Biz bir ihtisas kütüphanesi olduğumuz için genellikle bize araştırma yapan akademisyenler gelmekte ve her zaman doluyuz. Derleme kanununa tabi olduğumuz için bütün kitaplar, gazete koleksiyonları her şey var bizde. Bir doktora ya da doçentlik tezi hazırlayan kişi kaynağa inmek zorunda ve o kaynaklarda sadece burada var. Geçen sene itibarıyla iki binamızdan 12 bin kişi yararlanmış. Zaten 50 kişilik olan salonumuzun dolu olarak kaldığını gösterir bu. İzmir’de okuyucular ‘kütüphaneler yetersiz kütüphane istiyoruz’ gibi gerekli makamlara bir sıkıştırmada bulunmuyorsa bu ihtiyaç yok anlamındadır. Türkiye’de kütüphanenin bir kamu görevi olarak kabul edilmesi daha 1800’lü yıllarda olmuş. 1860 tarihi maarif nizamnamesinde çıkıyor ilk defa. Onun öncesinde sadece hayırseverler ve padişahlar açmış kütüphaneyi. Kütüphanenin bulunması yazının icadına kadar gider dünyada. Nasıl matbaa kavramı 300 yıla yakın geç geldiyse ülkemize kütüphane kavramı da ondan da geç geldi. Toplum maalesef okuyarak kendini geliştirme ihtiyacı hissetmiyor. Yetkililerde toplumun taleplerine göre bazı kavramları ele alıyor. Bunun için kitabı ve kütüphaneyi sevdirebilirsek halktan gelen talep kütüphane sayılarının artmasına yol açar. Milli kütüphane  fazla talep görüyor. Hem fazla insanı ağırlayacak alana hem de yeni gelecek kitaplar için alan ihtiyacımız var. 200-300 kişilik bir salonumuz olsa inanıyorum ki salon dolacaktır çünkü burası İzmir’in kalbinde yer alan merkezi bir yer. Kütüphanenin hem ulaşımının kolay olması hem de bilinen bir yerde olması lazım. 9 Eylül’ün Kütüphanesi’nin 70 bin müşterisi şimdiden hazır çünkü 70 bin öğrencisi var. Bu öğrenciler eğer gerçekten kitap kavramını benimsemişlerse kütüphanelerde oturacak yer bırakmamış olmaları lazım. Ben İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Süleymaniye Kütüphanesi’ne gitmek bize müthiş keyif verirdi hemen karşımızda bulunan eski sahafçıları karıştırmak oralarda o kitapların kokusunu solumak, o kitapları seyretmek bile bizim için bir keyifti. İşte bu keyfi bizim çocuklarımıza aşılamamız gerekiyor. Bilimsel bilgiyi artık tatlı şekillerde vermemiz gerekiyor. Panellere ve konferanslara gerçekten konusunda uzman çok değerli insanları geliyor ancak bir bakıyoruz ki dinleyiciden çok konferans veren var. İnternette kopyala yapıştır filozofları çoğaldığı için kimse dinlemek istemiyor. Halbuki aldıklarını özümseyip deneyimlerinizi bir kağıda bağlı kalmadan sizin anlatabilmeniz lazım. Kağıttan okuma hele gençlere hiç keyif vermiyor çünkü çok zeki ve canlılar. Sorduğu sorulara gerçek cevap vermenizi, samimi olmanızı bekliyor ve bunlara karşılık bulamazsa sizi dikkate almıyor. Tek beklentileri rol yapmadan olduğunuz gibi olmanız, bilmiyorsanız “bilmiyorum” diyebilmeniz. Sonuçta hiçbirimiz süpermen değil ve her şeyi bilmek de mümkün değil.  Gençlerimizin çoğunda okuma alışkanlığı olmadığı için kelime hazneleri oldukça dar ve kendilerini ifade edemiyorlar. Bu da asosyal bir yaşam sürmelerine ve yalnızlık hissetmelerine neden oluyor. Benim en çok rahatsız olduğum şey gençlerin nokta, virgül gibi küfürlü kelimeleri çok sık kullanmaları. Adeta küfür etmeden konuşamayacak duruma gelmişler. Bunu bir özgürlük olarak görüyorlar. Halbuki insan kendini küfür etmeden de ifade edebilir. Gençler şiir de okumuyorlar. Nazım Hikmet’in kız çocuğu şiirini okuyun ya da en büyük savaş karşıtı romanı okuyun. O şiir çok daha etkili kalacaktır. Kalbinden kız çocuğunu bir kez okumuş bir insan bir daha hiçbir zaman bir insana zarar veremez. Bunun için bu tür zenginlikleri çocuklara sevdirmek lazım çünkü ancak bu sevgi tüm dünyayı sevmelerini sağlayabilecek.

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.