TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Sevgisizliği sevmek

Kop kop Mikrop lakaplı, sahnelerin sıcak kanlı ve sevilen insanı Hikmet Durmuş içinde iki farklı kimlik taşıdığını ancak bu iki kimliğin de niyetinin güzel örnek olma peşinde olduğunu söyleyerek, dünyadaki savaşların ancak sevgisizliği de sevme yoluyla önlenebileceğini söyledi

Haber Giriş Tarihi: 17.06.2015 06:59
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Sevgisizliği sevmek

Görünüşünün aksine İzmir İmam Hatip Lisesi’nden mezun olduğunu ve bu liseyi isteyerek okuduğunu söyleyen sahnelerin sevilen ismi Hikmet Durmuş, İmam Hatip Lisesi’nde skeçler yazıp oynadığını söyledi. Bu süreçte halk oyunlarını da öğrenmeye devam ettiğini ifade eden Mikrop, asıl isteğinin birilerinin karşısında yeteneklerini sergilemek olduğunu söyleyerek, “Öncelikle gönül dostlarımla beni gazeteniz vasıtasıyla buluşturduğunuz için çok teşekkür ederim. Bana nasıl birisin derseniz zorlanırım. Gerçekten zorlanırım sevgili Nilgün... Lakin Mikrop nasıl bir kişiliktir diye soruyorsun, hemen cevaplıyayım... Sahne adı  ''Mikrop'' olan Hikmet Durmuş, iyi bir insan olmaya çalışan, dönem dönem Mikrop ve Hikmet kavgası sonucu havlu atmasını bekleyenleri hayal kırıklığına uğratan iki inatçı farklı karakter. Havlu atmıyor ikisi de. Biri şov dünyasının muzip ve eğlendiren sahne adamı... Diğeri ise 'Mikrop' isminden faydalanarak iyilik yapmak için eline geçirdiği fırsatları iyi değerlendirme peşinde. Azıcık ucundan ağır adam hani ... Kısacası ikisi de Allah rızası için iyi insan olma güzel örnek olma peşinde. Şu da var ki Hikmet bazen Mikrop'a kızıyor ‘kes len şu kırmızı sakalını’ diye ancak Mikrop da ona her seferinde aynı cevabı veriyor ‘işine bak sen’... Bu tür içsel konuşmalarım da olmuyor değil. Çok sıcak kanlı olduğumu gözlemlemişsiniz çok teşekkür ederim. Sıcak kanlı olmak için özel bir çaba harcamıyorum. İnsan sevmek, hayvan sevmek, bitki sevmek kısacası sevgisizliği bile sevmek. Yaşadığım dünyada Allah hepimize bir can vermiş ve ‘git de insanlarla savaş, kan dök’ dememiş... Hayata iyi tarafından bakmak tabi ki güzel. Bu bence her şeyden önce insanın kendisine iyilik etmesidir. Kimse hüzün ve acı görmek istemez ancak ortada bir acı varsa isteyenlere derman olma kapasitemiz olduğunu hatırlamak gerekir. Negatif bakmaktansa pozitif bakmak zaten var olan kanını ısıtmaya yeter. Sanat hayatın nasıl başladı diyorsun… Bir şey diyeceğim sevgili Nilgün, sanki ben doğduğumdan beri sanat hayatı içerisinde gibiyim. Belirli bir süre Bingöl'de okudum. Bingöl biliyorsunuz Doğu Anadolu’da. Buralarda genellikle Türkü ağırlıklı müzikler dinlenirdi. Ben de Müzik severdim . Hatta bir çalgı aleti çalmak istedim. Evde en büyük abim Yusuf bağlama çalardı.  Ablamın da sesi çok güzeldi.  Şimdi gelelim bana ben ise Türkü severim lakin Türk Sanat Müziği’ni çok severdim. Herkes bağlama çalmak için çabalarken, ben de Ud çalma arzusundaydım. Tabii ki bu lüksümüz hiç bir zaman olmadı. Lüksümüz derken hem okuyup hem de 8 kişi olan ailemle yaşıyordum. Babamız Almanya'da gurbetteydi… O dönemlerde  bazılarımız çarşıda su satıyor, bazılarımızda tezek ve odun toplamak için dağa gidiyorduk. Cefakar ve fedakar annem de bizi bir arada tutmak için çok çaba harcadı. Kolay değildir 6 erkek ve 2 iki kız çocukla, o olumsuz şartlarda tek başına ayakta kalabilmek. Ben dans etmeyi ve şarkılar söylemeyi çok severdim. Hatta Bingöl’de okuduğum süre içerisinde folklor ekibine katıldım. Daha sonra İzmir'e yerleştik. Ben İzmir İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldum. Bu liseyi isteyerek ve özümseyerek okudum. İmam Hatip Lisesi’nde skeçler yazdım ve oynadım. Bu arada halk oyunlarını da öğrenmeye devam ettim. Yani aslında ben hep birilerinin karşısında yeteneklerimi sergilemek istemişimdir. Sonra da turizm ve otelcilik okudum. Servis bölümünden mezun olduktan sonra ilk staj yaptığım yer Alsancak Garı’nın karşısında parlamenterlere ait Anadolu Kulübü oldu. Orada komilik yapıyordum. Enteresan bir şey söyleyeceğim... Komilik yaptığım esnada parlamenter eşleri gündüz bu kulübe geldiklerinde onlarla çok ilgilenirdim. Öyle ki 'durun falınıza bakayım' derdim. Bu ilgim onların da hoşuna giderdi. Bardak tabak yıkarken, tuvaletleri silerken daha çok Zeki Müren şarkıları mırıldanırdım. Mesela en çok sevdiğim şarkılarından olan ‘Şimdi uzaklardasın ve Sorma ne haldeyim’i öylesine mırıldanırdım… Azıcık da taklit gibi yapardım Zeki Müren paşamızı. Yine bir gün bardakları yıkarken şarkı söylüyordum ve o anda omuzumda bir el belirdi. Arkamdaki kulübün müdürü Ayhan hanımdı. ''Aman sen ne güzel şarkı söylüyorsun böyle''  dedi. Biliyordum beni birileri gidip gambazlamıştı onlar da çalışma arkadaşlarım Muhammed ve Nezahat ablaydı. Bana ‘bu yılbaşında sahneye çıkar mısın bir iki şarkı söylersin’ dedi. Yani hem komilik yapacaktım hem de sonrasında komiliğime ara verip iki şarkı söyleyecektim... Heyecanlandım tabi ki. Ben de sanki yıllardır bunu bekler gibi ''olur'' dedim.  Programda yine o dönemde bir solist vardı, ismini söylemek istemiyorum, nedenini biraz sonra anlayacaksınız zaten. Programın hem sunumunu üstlendim sahneye çıktım iki şarkıyı da söyledim, tonumu bilmem artık Allah ne verdiyse” dedi.

YARIŞMA YILLARI

 Sahnedeyken bir iki fıkra anlatmasının ardından misafirlerin çok eğlendiklerini gören ve o anda insanları eğlendirmenin çok hoşuna gittiğini fark eden Mikrop, bu deneyiminin kendisi için rüya gibi bir şey olduğunu söyleyerek, “Stajım bittikten sonra Bodrum Turgut Reis'te Yaprak Otel ilk iş yerim oldu. Güya şef olarak gittim oraya lakin hiç de öyle olmadı. Otel daha inşaat halindeydi. Aldım küreği kazmayı otelimizin bitmesi için amelelik yaptım. Otel bitince ilk yabancı kafilemizi ağırladık. Akşam yemeği esnasında hem elimde tabaklarla hizmet ederken diğer taraftan onlara şarkılar söyleyip dans ediyordum. Neyse uzatmadan söyleyeyim. Bir süre çalıştıktan sonra İzmir’e geldim. İzmir’de o gün yıldırım dans yarışması diye bir afiş gördüm. Her dalda dans yarışması yapılıyordu. Ben de hemen oryantal bölümü için başvurdum. Alsancak Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda yapılıyordu ve doğal olarak da bayanlar ağırlıktaydı. Herkes kostüm giyinerek gelmiş, benim üzerimde ise kot pantolon ve tişörtüm var. Bir delikanlı yanıma yaklaştı, ‘bu halle girersen kazanamazsın’ dedi. Kostüme de puan veriyorlarmış. Hemen yüzüme bir peçe taktı ne olduğunu anlamadan sahneye davet edildim. Şakır şakır oynamaya başladım. Nasıl bir dereceye girdim tam hatırlamıyorum lakin bir derecem oldu. Ertesi gün o zamanlar ilk özel televizyon olarak Star TV vardı. Akşam ailece haberleri izliyoruz. Ağabeylerim de var. Ve haber spikeri aynen şöyle anons etti: 'İzmir’de yapılan oryantal dans yarışmasına bayanlar kadar erkeklerin katılması dikkat çekti’  anonsu ile kendimi ekranda gördüm. Tüm aile fertleri izliyordu ama yüzümdeki peçeden dolayı  tanımamışlardı beni. Ben ise soğuk terler döküyorum. Bir ara annem haberi izlerken ‘püü bağ hele erkeğe bağ nasılda kıvırtarak oynuyor‘ dedi ve bana baktı. Bende ''ama ana ne güzel oynadı değil mi'' dedim. Neyse son kısmına geliyorum. Anadolu Kulübü beni tekrar İzmir'e dönünce aradı. O bahsettiğim solistten önce 20 dakika kadar sahne yapmamı istediler. Ben de ‘olur’ dedim ve sahneme kattığım dans ve şarkılarla herkesi eğlendirdim. Bu süre muhteşem geçti ve misafirler beni sormaya başlamışlardı. Benden sonra sahneye çıkan Assolist her defasında beni fırçalıyordu. Benim şarkılarımı söylemesin, şunu söylemesin bunu söylemesin. Zaten sınırlı sayıda bildiğim şarkılara müdahalesi üzüyordu beni. Özellikle Serdar Ortaç’ın kara biberim şarkısını söylememi istememesi bardağı taşıran son damla oldu. Ayrılmak zorunda kaldım. Daha önce Anadolu Kulübü’nde çalıştığım Pırpır Usta beni aradı o dönemde. Dekim Otel vardı. Kendisi oraya başlamış ve ‘burada çalışmak ister misin?’ dedi. Olur dedim. Patron bir hanımdı aldı beni bir salona ve ‘oku bakayım bir şarkı’ dedi. Hiç unutmuyorum okuduğum iki şarkı vardı biri Bülent Ersoy’un Gülüm şarkısı ve Serdar Ortaç’ın kara biberim şarkısı. Patron hanım hemen tamam oldu bu iş dedi. Nedeni ise oradaki müzisyenlere ''Kara biberim ''şarkısı ve alaturka şarkıları okutamıyormuş nedeni ise ‘tarzımız değil okumayız’ diyorlarmış. Kara biberim şarkısı yüzünden işimden olurken yine kara biberim şarkısı ile ilk gönül dostlarımı keşfetmeye başladım.

 

MİKROP İSMİNİ SEVMEDİM

 

Mikrop ismini imaj olsun diye takmadığını, hatta hiç sevmediğini söyleyen Durmuş, annesinin de kendisine Mikrop lakabının takılmasından dolayı 6 ay konuşmadığını söyleyerek, “Anneme dedim ki 'Anne insanlar bana sahnede Mikrop diyor’ O da bunu beğenmediği için benimle tam 6 ay konuşmadı. Gerekçesi ise şuydu ''Ben seni doğurdum, besledim, büyüttüm, sana Mikrop desinler diye mi?’ demişti. Sahnemi izleyen gönül dostlarım bana ''mikrop gibi girdin kanımıza'' demişlerdi ve sahnede yaptığım şovları yaramaz çocuklara ''seni mikrop seni '' derken sevimli kılarız ya biraz da ona benzettiler herhalde ki bana mikrop dediler. Dekim Otel’in ilk yıllında boş masalara şarkılar söyledim. Müzisyenler kaçıyor tek bir kablolu mikrofonla detone detone şarkılar söylüyordum. Restorana gelen misafirlere hem şarkılar söylüyordum hem de şov yapıyordum. Daha doğrusu sohbet ediyorduk. Aylarca boş kalan masalara daha sonra akın akın aileler yemek yemeğe ve beni izlemeye gelmeye başladılar. Bu arada ben sahnede kendi tarzımı farkında olmadan yaratmışım.  Hatta bizim otele gelen ve bir iki günlüğüne program yapan ünlü bir sanatçı vardı onun repertuvarını çalıp sabahlara kadar başka bir kağıda geçirdim. Çok uykusuz kalmıştım. Ben bu işi yapacaktım, bu benim işim demiştim. Patronumuzun bir kız kardeşi vardı. Ona ''ya abla insanlar bana Mikrop diyor'' dedim. O da desinler ne güzel işte afiş yaparsak sahne adın Mikrop Hikmet olsun dedi. Bir süre sonra gerçekten de öyle oldu. Gazetelerin magazin sayfasına Mikrop Hikmet olarak çıkmaya başladım. İlk haberimiz de gazeteci mekanı cennet olsun  Rahmetli Tarık Sarı ağabeyim yapmıştı. ‘Dekim Otel’de Mikrop Var’ diye. Ben de artık kabullenmiştim. Ama şu da var bazı gazetelerde nedense benim adım hiç geçmiyordu. Mikrop yazamayız sıkıntılı olabilir diye. Ben de neden sıkıntılı olsun diyordum. Akrep Nalan var, Huysuz Virjin var, Kuşum Aydın var vs... bir sürü örnekler veriyordum. Onlar Mikrop lakaplı Hikmet durmuş diye yazarlardı. Ama bir süre sonra birçok başarılı sahneye imza atınca artık ''Mikrop  Hikmet'' demeye başladılar. Artık TV programlarına, gazetelere, radyolara Mikrop ismi ile katılıyorum. Şehrimizin Protokolleri kaymakamları müdürleri artık beni tanıyor ve bazıları protokolü bozmamak için MİKROP BEY demeye başladı. Hatta hakkımda çıkan en ilginç haberimden biri ''O İYİ BİR MİKROP '' diye çıkmasıydı. Sonra ''Mikrop''u araştırdım… Aslında Mikrop kötü bir şey değil her şeyin iyisi kötüsü var Mikrop'un da öyle. Mayalar, mikroplardan yapılıyor ama dünyanın en yararlı maddesi. Kötü huylu mikroplara karşı üretilen iyi huylu mikroplar, aşılar, panzehirler, ilaçlar vs...  iyi mikrop kötü mikrop.. siyah ve beyaz gibi. Doktorlar hemşireler başta olmak üzere sağlıkçılar çok sever beni. Sahneme geldiklerinde yıllarca savaştıkları Mikrop'u alkışlamaları ve ardından onların bana ‘sen yararlı Mikrop'sun’ demeleri hoşuma gitmiştir. Beni çocuklar anneler ve kısacası aileler sever. Özelikle hanımlarla frekansımız uyuşuyor ve çokça kadınlar matinesi yapıyoruz. Belden aşağı espri yaparak kimseyi rencide etmem. Allah sevgisi ve aile yapısının çok önemli olduğunu sahnemde vurgularım. En güzel anılarımdan biri yine kadınlar matinelerimizden birinde bir yaşlı teyzemin beni öperken takma dişlerinin yanağımda kalması oldu. Onu yerine takmak için çok çaba harcadık. Yine anılarımdan biri Kemeraltı Çarşısı’nda bir yaşlı teyzemin bana ‘pislik oğlum seni çok seviyorum’ demesiydi. Yine hayatım boyunca unutamadığım anılardan biri ise bir dönem Radyo Pause’da program yapıyordum. Program sonrası şair ve yazar Ömer Köroğlu beni almaya geldi. Gitmeden önce radyonun sahiplerinden Ferhat Kar beyi Demir fabrikasında ziyarete gittik. Kapıdan girerken orada gece bekçiliği yapan yaşlı amca bana dönerek ‘palyaçoculuk mu yapıyorsun?’ dediğinde Sevgili Ömer ‘Hayır amcacım O Mikrop dedi. Amcanın cevabı daha bir kopardı bizi: ‘Estağfurullah o kadar da değil…’

 SAHNENİN SADAKASINI VERİYORUZ

Çok geç uyuduğunu ve ancak geceleri maillerine ve sosyal medyaya bakma fırsat bulduğunu söyleyen Mikrop Hikmet, “Bana gönderilen maillere cevaplar yazıyorum. Geç uyusam bile 11.00 gibi uyanıp dernek ziyaretleri yapıyorum. Annem ve ailemi sırasıyla ararım. Gündüz sahnelerim oluyor. Özellikle kadınlar matineleri ve düzenlenen değişik etkinliklerde sunuculuk yapıyorum. Müzisyenlerimle provalar yapıyoruz. Malumunuz her gün bir şarkı çıkıyor mecburen takip ediyoruz ve anında yapmaya çalışıyoruz. Bir de FRM TV adlı bir İnternet televizyonunda yapımcı ve sunucuyum. Aynı zamanda birçok haber sitesinde de köşe yazarlığı yapıyorum. Radyoda haftanın 1 günü dinleyenlerime sesleniyorum. Ben şovmen şarkıcıyım. Bölgesel bir sanatçı olmak en büyük hayalimdi. Asla ulusal sanatçı olmak istemedim. Kısacası EGE yeter bana. Yüce Mevlam bana bu yeteneği vermiş ve beni takip eden birçok kişi  olmuş. Sosyal medyada ve medyada bizi takip ediyorlar. İyi örnek olmak ve ihtiyacı olanın yanında olmak en büyük görevimiz…  Bizler sahnemizin sadakasını vermek zorundayız. Aslında ilk sosyal sorumluluk projelerimizden biri büyük Gölcük Depremi’nde Dekim Otel’de erzak ve kıyafet toplayarak yerine ulaştırmaya çalışmamız olmuştu. Ben kıyafetlerimin çoğunu oraya yolladım. Birçok kıyafetlerimin cebine de küçük küçük notlar bıraktım. Hadis-i şeriflerden örnekler, ayetlerden örnekler... Ve ‘ihtiyacınız olursa eğer fırsat yakalarsanız işte telefonum’ diyerek telefon numaramı ve biraz da para koymuştum. Bana 4 kişi ulaştı onlarla dostluğumuz uzun süre devam etti. Ama şu anda izlerini kaybettim keşke o dönemde internet şimdiki gibi gelişmiş olsaydı onları asla kaybetmezdim. BİZ BİZE YETERİZ MİKROP HİKMET SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ adı altında birçok iyiliğe imza attık. Bu nasıl oluştu derseniz hemen anlatayım. Dekim’den sonra Turkuaz’da sahne almaya başladım. Rahmetli Gazinocular Kralı Atalay Noyaner baba ile çok güzel çalıştık. Benim bu sosyal yönümü bildiği için kendisine ‘kütüphanesi olmayan köylere kitap yollamak için ne yapabiliriz’ dediğimde her çarşamba KİTAP GETİRENE MİKROP HİKMETLE EĞLENCE BEDAVA diyerek bir kampanya başlattık. Bu bana büyük haz verdi ve binlerce kitap topladık. Neyse gelelim bizim Biz Bize projesine. İnternet'ten bana bir hanım gönül dostum ulaştı, bir mesaj yollamış. Mesajda ‘Sevgili Mikrop Hikmet Biz seni çok seviyoruz lakin seni hep geceleri izliyoruz, seni daha yakından tanımak istiyoruz’ yazıyordu. Ben de ‘olur tabi ki’ dedim. ‘Kaç kişisiniz’ dediğim de ‘20 kişi oluruz’ dedi. Hemen Turkuaz’da bir kahvaltı organizasyonu yaptım. Bu sayı 30-50 - 60 - 80 ve nihayetinde 100 kişiye ulaşınca, ‘Durun! O zaman gelin farklı bir şey yapalım’ dedim. Bu kahvaltıya gelen herkes en kalitesinden bir oyuncak getirsin. Önce oyuncağa anlam veremediler. Bu oyuncaklar ilik kanseri olan çocuklara gidecek. KİTVAK ile görüşmeler yapıldı olumlu dönüş olunca bu etkinlik büyüdükçe büyüdü. İzmir’den her kesimden ‘biz de varız’ söylemleri doğmaya başladı. Bu arada İzmir’in en önemli şarkıcılarına, şairlerine, radyocularına, dansçılarına seslendim herkes BİZ DE VARIZ dedi. ‘Kimse gelmese bile biz bize yeteriz.’ Basının da dikkatini çekince o gün tam bin  kişi bir araya gelerek 2 bin 700 adet oyuncak toplandı. Bunun 600 adetini sokak çocuklarına bağışladık. Sahnede herkes vardı ve herkes destek için oradaydı. Kimse bir kuruş para almadı. Sayısız sosyal sorumluluk projelerine imza attık... ‘Mikrop Hikmet’le Biz Bize Yeteriz’ adı altında bir iyilik ordusu kurduk. Tekerlekli sandalye, kitap, ilik kanseri olan çocuklara oyuncak, otizmli olan çocuklarımıza büyük benden tişört vs. topluyoruz. Biz para toplamıyoruz. Bunu sadece ben değil birçok sanatçı arkadaşım ressam, gazeteci, işçi gibi dostlarımızla yapıyoruz. Yine en aklımda kalanlardan biri ise Ege Orman Vakfı ile başlattığımız bir proje oldu.. Projenin adı “BİR FİDAN YEŞERT BİR İNSAN YAŞAT”dı. Bunu da kansere dikkat çekmek için yaptık.  Kanserli ve ailelerinin moral ve bilgilendirmek için açmış olduğu bir İnternet sitesi var ÜMİTLİYİZBİZ.COM. Onlar da bize destek verince  muhteşem bir etkinlik oldu… Buca Sini Köşk’te gerçekleştirdiğimiz kahvaltımıza 600 kişi katıldı ve yine protokol vardı. Kahvaltıya katılan herkes bir veya bir kaç fidan almak zorundaydı. Şu adan Çeşme ILDIRI'da bin fidanlık Mikrop Hikmet ile Biz Bize Yeteriz Koru'muz var... Kısacası emin el olmaya çalışıyoruz.. Bu yüzden İzmir’deki bu oluşum birçok ildeki sanatçılara örnektir. İyi bir tasarımın anahtarı olmak için iyi bir gözlemci olmak lazım. Bedenimizin  çevremizde olup bitenler karşısında daha olgun ve duyarlı olduğumuzu görmek hayattan daha çok keyif almanızı sağlayacaktır. Ön yargılı olmayalım lütfen. Kibirli ve gururlu da olmayalım... Bunlar bir insanoğlunun yapmaması gereken şeylerden bir kaçı. Beni tanımadan daha kendince olumsuz yorum yapanlar tanıdıktan sonra ‘biz seni hiç böyle bilmezdik.  Lütfen kusura bakma Mikrop’ diyorlar...

İnsanları kılık kıyafetleri tipleri ile değerlendirmemek lazım... Yaptığı işe bakın ya da lütfen önce tanıyın. Benim çok sevdiğim bir türkü var bunu sahnede sık sık okur ve bol bol alkış alırım...

‘ben melamet hırkasını, kendim giydim eğnime, ar ü namus şişesini taşa çaldım kime ne, haydar haydar taşa çaldım kime ne, sofular haram demişler, aşkımın şarabına, ben doldurur ben içerim, günah benim kime ne, haydar haydar günah benim kime ne, gah çıkarım gökyüzüne, seyrederim alemi, gah inerim yeryüzüne seyreder alem beni, gah giderim medreseye ders okurum hak için, gah giderim meygedeye, dem çekerim aşk için, nesimi'yi sorsalar kim yarin ile hoş musun, hoş olam ya olmayayım o yar benim kime ne, haydar haydar o yar benim kime ne?’ Aşık Nesimi’nin bu güzel türküsünü bir gün size de okurum  isterseniz.

Türkiye de 100 kadına da erkeğe de sormuşlar yaşınız kaç diye. En popüler cevap ‘Kaç gösteriyorum’ olmuş. Bir yerde şöyle bir şey okumuştum yaşam sadece yeme içme gezmeden ibaret değil. Eğer böyle olsaydı hasta, yatalak, engelli, fakir olanlar için haksızlık olurdu. Allah kimseye haksızlık yapmaz. Hayat muhteşemdir yaşamasını bilene. Pişman olacağımız şeyler yapmamak lazım. Vatana millete hayırlı evlat olmak lazım. Sevgi yaşamınızın en temel öğesi olmalı. Şarkılarda söylediği gibi ne bir kürk ister bu şen gönlüm, ne bir han ne de saray lara lay la lalalay, ye iç eğlen çok kısa ömrün, sev çünkü sevmek en kolay .

Yiyelim, içelim, eğlenelim, sevelim ama bize bu yeme içme eğlenme sevme duygusunu veren yüce Allah'a da şükredelim” dedi.

 

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.