TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Ege Üniversitesi Rektörü’nden başarının sırları

Ege Üniversitesi Rektörü Profesör Doktor Candeğer Yılmaz ile sizler için başarının sırlarını ve hayat hikayesini konuştuk

Haber Giriş Tarihi: 01.01.2015 14:23
Haber Güncellenme Tarihi:
Kaynak: Haber Merkezi
ilksesgazetesi.com
Ege Üniversitesi Rektörü’nden başarının sırları

ROPÖRTAJ/NİLGÜN TAZE

Ülkemizin sayılı bayan rektörlerinden birisiniz. Bayan olmanın bu günlerinize gelmenizde ne tür avantaj ve dezavantajlarını yaşadınız?

Üniversitede kariyer yapmak, özel sektöre kıyasla, kadınlar için hep daha cazip olmuştur. Kamuda çalışmak, akademik kariyer sahibi olmak tarihsel ve sosyal olarak daha “güvenli” ve “uygun” seçenekler arasında yer almıştır. Üstelik “saygın Türk kadını” imajını da zedelemez. Bu nedenle kadınlar Türkiye’de akademik kariyere rağbet etmektedirler.

Buna rağmen, gerek dünyada gerekse Türkiye’deki istatistiksel veriler, kadınların erkeklere oranla üniversitelerde daha az sayıda yer aldığını; kariyer basamakları çıkıldıkça bu sayının gitgide düştüğünü göstermektedir. Kadın akademisyen konusunda Türkiye’nin durumu diğer birçok ülkeye göre daha iyi olmasına rağmen, dekan, rektör, yüksek okul veya merkez müdürü gibi yöneticilik pozisyonlarında olan kadın sayısı çok azdır.

ROL ÇATIŞMASI SIKINTI YAŞATMAKTA

Birçok araştırma, bunun en önemli sebebinin kadınların yaşadıkları “rol çatışması” (role conflict) olduğunu göstermektedir. Kadınların kariyerleri ile kariyer dışı sorumlulukları (aile ve ev işleri) ve rolleri (özellikle annelik) birbiriyle çelişmekte, zaman ayırma konusunda sıkıntı yaratmakta, kariyer için önemli bir engel teşkil etmektedir. Sonuç olarak da kadınlar akademik başarı elde etmek için erkeklerden daha fazla çalışmak ve çaba sarf etmek durumunda kalarak, kapasitelerini aşacak kadar çok sorumluluk üstlenmektedirler. Bu durumda kadınlar, kariyer konusunda çok istekli olsalar veya aileden destek görseler bile, ya kariyerlerindeki ya da kariyer dışı görevlerindeki standartlarını düşürmek noktasına gelmektedirler. Dolayısıyla, yöneticilik yarışından zamansızlık veya aşırı iş yükü gibi dışsal nedenlerle kendileri vazgeçmektedirler. Üstelik, bu aşırı yüklenme kadınlara olumsuz fiziksel ve psikolojik sorunlar olarak geri dönmekte ve iş kalitelerini, verimlerini düşürmektedir.

Kadının toplumsal olarak ikincilliği konusundaki kabulün yaygınlığı, hem içten hem dıştan kadının yolunu kesiyor. Rekabetçi ve ilerlemeye açık, hiyerarşik yükselmenin söz konusu olduğu profesörlük ve idarecilik makamları, geleneksel olarak erkeğe atfedilen alanlardır ve bu pozisyonlar eril özellikleri taşımayı gerektirir: Girişkenlik, rekabetçilik, rasyonellik, mücadelecilik vb. gibi. Oysa bunlar, kadınlarda onaylanan özellikler değildir ve kadınlar toplumun dayattığı pasif ve ikincil konumlarını zamanla içselleştirirler. Bu yerleşik anlayış ailede başlar ve üniversitede de aynen devam eder. Erkek dayanışmasını da hesaba kattığımızda, kadın rektör sayısının azlığı hiç de şaşırtıcı değildir.

Rol model de bir başka önemli etken. Zaten az sayıda kadın yönetici, geleneksel rolleri kırabilecek kadar güçlü bir rol model oluşturmada yetersiz kalıyor. Kadınlar motive olmuyor, hedef olarak görmüyor, hayal bile etmiyor idareciliği. İdari konularda örneklerimiz arttıkça, bu durum doğallaştıkça, bu alanda kadının da bir tarihi ve geleneği oluştukça kadınlar cesaretlenir ve bir dönüşüm yaşanır.

Akademisyen ve idareci olmak, rol çatışmasını, hangi role öncelik verilmesi gerektiği konusunu ve zamansızlığı gündeme getiriyor kadınlar için. Ancak, farklı bir bakış açısı getirmesi açısından büyük bir avantaj sağlıyor. Problem çözme ve düşünme yöntemleri farklı kadınların. Deneyimleri farklı çünkü. Ama bu kesinlikle dezavantaj gibi algılanmamalı. Farklı yöntemlerle ama aynı ölçüde başarılı; hatta uzlaşma ve empati gerektiren durumlarda daha yaratıcı ve başarılı çözümler üretebilir kadınlar. Yaşamın çok farklı ve karmaşık alanlarını deneyimledikleri için, çok daha yoğun ve zengin bir birikime sahipler. İdarecilik gibi alanlara bu birikimin mutlaka taşınması gerekir.

KADIN AKADEMİSYENLER UZLAŞMACI OLMALI

Kadın akademisyenlere, aşırı rekabetçi, aşırı “ben”ci (bireyselden farklı olarak) ve dolayısıyla da kıyıcı bir akademik ilerleme tarzından çok; işbirliğine dayalı, uzlaşmacı, kendine güvenen, destek ağları kurucu bir gelişme ve ilerleme modelini yaratmaları ve buna sahip çıkarak sonraki nesillere aktarmaları konusunda tavsiyede bulunabilirim.

Yükseköğretim, Araştırma ve yenilik alanlarındaki kadın yöneticilerin oranı tüm dünyada düşük. Tüm dünyada kadın üniversite rektörlerinin toplandığı bilimsel bir toplantıda yapılan en iyimser değerlendirmelere göre Üniversite Rektörlerinin  %11’i kadın. 

Ancak Avrupa Birliği bünyesinde kurulan bir komisyonun hesaplamasına göre 2010 yılı itibariyle AB ülkelerinin ortalaması %15,5 olarak görülüyor. Bu alanda en yüksek oranlar Norveç ( % 32), İsveç  (%27) ve Finlandiya (25) şeklinde sıralanıyor.  

Türkiye’de 11 kadın rektör var. Kadın yöneticilerin kat ettiği kariyer parkuru oldukça uzun. Kadınlar yönetim basamaklarını çoğu kez adım adım çıkıyorlar. Önce bir laboratuvar şefi, birim başkanlığı, sonra Avrupa ölçeğinde bir araştırma projesi koordinatörü, sonra dekan veya rektör.

Kadın yöneticilere karşı akademisyenler ve entelektüellerin daha açık olduğu yönünde yaygın bir kanaat var. Ama bu doğru görünmüyor. Her kurum ve alanda olduğu gibi yüksek öğretimde de kadın yöneticilere karşı insan psikolojisinin derinliklerinde kök salan arkaik refleksler var.

KADINLAR KENDİLERİNİ DAHA ÇOK SANSÜRLEMEKTE

Öte yandan kadınlar zamanlarını eğitim-öğretim, araştırma ve aile yaşamı arasında dengelemek zorunda kaldıklarından kariyerleri boyunca kendi kendilerini daha çok frenliyor, sansürlüyor. Toplumun kadınları sorumluluk alma yönünde daha çok teşvik etmesi ve yönetici olmalarının istisnai değil, olağan ve meşru bir istek olduğunun hissettirilmesi gerekiyor.

Her alanda piramidin üst basamaklarında oluşturulan yönetim kurullarında, jürilerde, seçici komitelerde, kurum ve işletme yönetimlerinde kadınların sayısı arttıkça kadınların meşruiyet arayışı da azalacaktır.

28 Ocak 2013’te kadın rektörler tarafından Yüksek Öğretim, Araştırma ve Yenilik alanlarında en üst yönetim basamaklarında kadın-erkek paritesini iyileştirmek amacıyla bir şart ortaya konmuş ve imzalanmıştır.  Söz konusu şartın temel felsefesi kamusal yaşamın diğer alanlarında kadınların statüsünü yükseltme girişimlerindeki anlayışlarla benzerlik göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde yer alan çağdaşlık ve fırsat eşitliği anlayışının yaygınlaşması, kadın-erkek eşitsizliklerine karşı mücadele etme anlayışı.

Ege Üniversitesi Hastanesi’nin ilk bayan başhekimi olarak görev yaptığınız yıllardan bahseder misiniz? Sizin varlığınız üniversiteyi nasıl etkiledi?

1988-1992 yıllarında EÜ Hastanesinde başhekim yardımcılığı yaptım, bir yönetsel deneyim ve kurum bilincim gelişti. Daha sonra 1994’de ise başhekim olarak rektör tarafından göreve davet edildim. Sıkıntılı bir süreçti. 5 Nisan kararları alınmıştı, ekonomik zorluklar ve belirsizlikler yoğundu. Hastane işleyişi konusunda ticari firmaların doların aşırı yükselmesinden kaynaklanan belirsizlik, hastanenin ödeme güçlüklerinden oluşan zararlar nedeniyle herhangi bir alışverişe isteği kalmamıştı. Doğrusu o günlerdeki yönetsel sıkıntıları anlatmak zor. İlk 6 ay sonunda karşılıklı güven ve alınan tedbirlerle hastanemize yenilikçi yatırımlar yapılarak durum lehimize verimli bir sisteme dönüştürülmüş, sağlık hizmeti akademik gelişim sürekliliği sağlanmıştı. İlkler yapmak çok onurlu, bir o kadar sorumluluk getiren zorluklar da içeriyor. Çalışkan, enerjik, kararlı ve gelişime açık olursak hiçbir zaman sıkıntıların kalıcı olmayacağına yürekten inananlardanım. Sıkıntılar aşılmak içindir. Çare tükenmez, umut tükenir.

Yine bir ilke imza… Türkiye´de ilk kez 2000 yılında 10 hafta süreli ve uygulamalı “Obezite Okulu” uygulaması başlatmış bir insansınız. Ve bu uygulama hala devam ediyor.. Geçen 14 yıl içinde ne tür gelişmeler yaşandı?

Hekim olmak yaşamımdaki önemli kavşaklardan birisi. İsteyerek seçtiğim, severek yaptığım hekimlik mesleğimde en önemli gözlemim “halkımızın sağlık bilgisinin yetersizliği, koruyucu-önleyici sağlık bilgisinin doğru olmadığı yahut buna çok gereksinim duymadığı, hastalanınca duydukları üstünden hareket etme eğilimi nedeniyle yanlışlıkların çok yapıldığı” idi. Özellikle beslenme, şeker hastalığı, kemik erimesi, obezite, hipertansiyon gibi sık görülen, yaşamı kısaltan, maliyeti yüksek, kalıcı hasar bırakabilen hastalıklarda bu durum çok belirgindi. Halkın sağlık bilgisini kurumsal bir bilgi şeklinde aktarmak için 8 hafta süreli, uygulamalı, sertifika ile belgelenen, haftada bir gün 2 saatlik eğitim verme modelini benimsedik. Bu modeli “Obezite Okulu” olarak adlandırdık. Bu çok büyük ilgi gördü ve başarılı oldu. Eğitim alanlar ve almayanlarda beslenme alışkanlıkları tüm aile fertleri bazında doğru yönde önemli değişim gösterdi. Bu okul modeli diyabet ve kemik erimesi konularında da açıldı. Hala devam ediyor. 14 yıl bir iş için önemli bir süredir ve artık kurumsallaşmış demektir. Bu bizi sevindiriyor ve mutlu ediyor. İlk yıl alınan geri bildirimler her dönemde 30 kişi ile sınırlı kapasitenin daha yaygınlaştırılması ve başka konuların da eklenmesi, Ege Üniversitesi’nin topluma hizmet sorumluluğunun yerine getirilmesi adına bizi Sağlık Halk Kongresi adıyla yapılan bir etkinliğe sevk etti, 12 yıldır düzenlenen 3 gün süren, uygulamalı, çalışma sonuçlarının bildirildiği kongremiz 600-700 kişilik katılımcı rakamlarına ulaşıldı. Son 2 yıldır sağlık programları ilgiyi azaltmış görünüyor. Ama biz yüzyüze eğitimin kalıcılığına olan inancımızla yolumuza devam ediyoruz. Bu kongrelerde güncel konuları seçiyoruz ve katılımcıların sorularını yanıtlıyoruz, doğru sanılan yanlışları birinci elden, deneyimli öğretim elemanlarımızla bıkmadan usanmadan düzeltmeye devam ediyoruz. Bu yıl kongre 6-7 Martta düzenlenecek. GDO, organik gıda, ilk yardım, bal, propolis, tuz, su, hipertansiyon, bitki çayları, telefonlar ve beyin, D vitamini, tavuk-yumurta tüketimi, omega-3, diş sağlığı, vücuttaki benler ve kanser riski, meme kanseri, şeker hastalığı bugün nereye geldi… gibi konular üzerinde son değerlendirmelerle program hazırlığımızı başlattık.

2000 yılında Roche Tıp Ödülünden tutunda 2006 yılında Diyabet Vakfı En İyi Bilimsel Yayın Yarışması ikincilik ödülüne kadar birçok dalda ödül almış durumdasınız. Bu kadar başarılı olmanın temel ilkeleri nelerdir? Hayat tecrübelerinizi paylaşır mısınız?

Başarı bence sadece istemek ve bunun gerçekleşmesi için sistemli ve sürekli çalışmak ile doğrudan bağlantılıdır. Kesintili çalışmakla hedefe ulaşma konusunda aksaklık olabileceğini hep akılda tutmak gerekir. İnsan beyninin yaşamını sürdürmesi onu doğru ve sürekli çalıştırmakla ilgilidir.

2008 tarihinde yapılan rektör adaylığı seçiminde en yüksek oyla rektör seçildiniz. O günden bugüne üniversitede neler değişti? Ve hala yapılması gerektiğini gördüğünüz ancak tamamlanmamış çalışmalar nelerdir?

Rektör adaylığım döneminde de kullandığım, aslında biraz da hayat felsefem olan “Bıkmadan, Yılmadan, Yorulmadan Çalışarak Birikimi Harekete Geçirmek” sloganının hep hakkını vermeye çalıştım.

                Geçen 6 yılda üniversitemizde yaşanan değişimleri yönetsel ve fiziksel değişimler, eğitim, araştırma ve toplumsal hizmetler olarak özetleyebilirim.

                Yönetimde şeffaflık ve katılımcılık ilkesine olan inancım nedeniyle 6 yıldır düzenli olarak her yılın mart ayında, bir önceki yılın faaliyetlerini üniversitemde tüm mensuplarla paylaşmaktayım. Senato toplantılarımızın çoğunu canlı yayınla kurumumuzun izlemesine açtık. Alınacak kararlar ve yeniliklerle ilgili komisyonlar kurduk, bu komisyonların yaptıkları çalışmalar sonucu uygulamalara geçtik. Yönetimin karar ve uygulamalarından doğrudan etkilenecek olanları bu süreçlere dahil ettik. Büyük bir kurum olarak stratejik planımızı birlikte oluştururken çalıştaylar yaptık.

ESKİ BİR FİZİKSEL YAPIYA SAHİBİZ          

2015 yılında 60. kuruluş yılını coşkuyla kutlamaya hazırlanan köklü bir kurum olarak eski bir fiziksel yapıya sahibiz. Binalarımız ya önemli onarımlar gerektirdi ya da giderek büyüyen yapımız için yeni binaların yapımı gerekti. Bu nedenle kampüs alanımızda sürekli fiziksel iyileştirme ve inşaatlar yapıyoruz. Hastanemizin pek çok birimi neredeyse yıkıldı ve yeniden yapıldı. Heliportlu gelişmiş bir yanık ünitesine sahip yeni acil servisimiz açıldı. Merkezi ameliyathane binamız tamamlanmak üzere. Edebiyat, İletişim, Su Ürünleri Fakültelerimizin yeni binaları ve Deri Mühendisliği tamamlandı. Diş Hekimliği Fakültesi yeni bloğu bitmek üzere, 20 Mayıs Spor Tesisleri çok daha geniş olanaklarla spor yapmak isteyenlere uzun zamandır hizmet veriyor. Deney Hayvanları, Biyomühendislik, Hemşirelik binalarımız bitmek üzere. Yeşil Üniversite çalışmalarımız sürüyor, kampüsümüzde ağaçlandırmaya önem veriyoruz ve bisiklet yollarımızın 3 km’sini tamamladık. Engellilerin yaşamını kolaylaştırmayla ilgili tüm düzenlemelerimiz, yol ve çevre düzenlemeleri ile geçen 6 yılda kampüsümüzün çehresinde önemli değişimler var. Bu noktada sanata verdiğimiz önemin altını çizmeden geçmek istemem. Açık alandaki yaklaşık 60 heykel ve mevcutlara ilave yeni oluşturduğumuz 1 sanat galerisi, 5 sergi salonu ve 11 sergi alanımız var ve yılda yaklaşık 50 sergi açıyoruz.

Eğitimdeki gelişmelere baktığımızda 3 fakülte, 1 yüksekokul ve 1 meslek yüksekokulu açtık.

Bologna sürecini tamamladık ve Avrupa Komisyonu tarafından yapılan değerlendirmede başarılı bulunarak AKTS Etiketi ödülünü aldık. 2013 yılında 3. kez Diplama Eki Etiketi ile ödüllendirildik. Erasmus değişim programında başarılı bir üniversite olarak yine 2012-2013 döneminde öğrenim hareketliliğinde Türkiye 1. si olduk.

                URAP raporuna göre 2013-2014 yılı Akademik Performans raporuna göre Türkiye’deki üniversiteler arasında 4. sırada, “En İyi Dünya Üniversiteleri” sıralamasında ise 500 üniversite içerisinde 486. sırada yer aldık.

                Son 6 yıl içinde Tıp fakültemiz, Mühendislik Fakültemiz, Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü, Yabancı Diller Yüksekokulu, Urla Denizcilik Meslek Yüksekokulu Sualtı Programı ve EGESEM (İSO 9001 Belgesi) eğitimde akredite olan birimlerimiz.

ARAŞTIRMAYA AYRICA ÖNEM VERDİK

                Uzaktan eğitim altyapı çalışmalarına hız verilmiş, lisansüstü düzeyde bazı branşlarda uzaktan eğitim başlamıştır. Ayrıca 2009 yılından bu yana Üniversite Yaşamına Geçiş ve Topluma Hizmet Uygulamaları derslerini başlattık. Böylece bugüne kadar 1550 proje ile yaklaşık 20.000 öğrenci toplumsal hizmet duyarlılığı kazanarak çeşitli sosyal sorumluluk projeleri üretip, çalıştılar.

Üniversitemizde bu dönemde araştırmaya ayrıca önem verdik. Tüm araştırma altyapımızı, ihtiyaçlarımızı, önceliklerimizi belirleyerek durum analizleri, anketler, arama toplantıları yaptık. Yaptığımız tüm çalışmaların sonunda geldiğimiz noktada son 6 yılda; ARGEFAR, EGEPAL, KAYNAK, FABAL, Tekstil Araştırma (TAUM) EgeMikal, EgePal, Ege Gıda Analiz, Klinik Mühendislik TRB akredite edilmiş, BİOACE-Biyomühendislik Biyoteknoloji ve ARGEFAR mükemmeliyet merkezi olmuşlardır.

Merkezi Araştırma Laboratuvarı yapılmış, yakında araştırmacıların disiplinler arası çalışmalar yapmalarına hizmet etmek üzere açılacaktır.

Ege Üniversitesi EBİLTEM Teknoloji Ofisi, TÜBİTAK tarafından desteklenen bölgesinde ilk olmak üzere 10 Ofisten birisi seçilmiş, yine 2013 yılında aynı Teknoloji Transfer Ofisi Avrupa İşletmeler Ağı kapsamında “En başarılı Teknoloji Transfer Danışmanı” unvanına layık görülmüştür.

Ege Üniversitesinde Teknopark kurulması da resmi olarak kabul edilmiş, ağırlıklı olarak yaşam bilimlerinde çalışmak üzere ilk binası hizmete açılmıştır. Türkiye’nin ilk doku ve hücre nakli olma özelliğine sahip Kordon Kanı Hücre ve Doku Merkezi açılmıştır.

2013 yılı verilerine göre TÜBİTAK’a en fazla proje önerisinde bulunan ve en fazla desteklenen 2. üniversite bizim üniversitemizdir.

Toplumsal hizmetlerimize baktığımızda hastanemizdeki yoğun sağlık hizmetlerinin yanı sıra yeni alınan son teknoloji, PET, MR, Robotik Cerrahi cihazları gibi cihazlarla sağlık hizmetlerinde iyileştirmeler yapılmaktadır.

Etnografya Müzesi ve Kağıt ve Kitap Sanatları Müzeleri yakın zamanda açılmıştır ve okullar başta olmak üzere İzmir halkından da yoğun ilgi görmektedir. Ege Üniversitesi TV, Radyosu hizmete girmiş, kampüste sinema açılmıştır.

Sağlık Halk Kitapları 60’a yakın farklı konuda toplumu bilgilendirmek için basılmıştır. Çeşitli kamu ve özel kuruluşlarla çok farklı alanlarda 224 protokol imzaladık ve iş birliği yapmaktayız. Elbette ki daha yapılacak ve yapmak istediğimiz çok proje var.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.